Hüseyin Öztürk - Vakit
2010-03-07


--------------------------------------------------------------------------------

Darbelere hayır demek vatanına sahip çıkan milletlerin işidir

1960 darbesinin hazırlıkları yapılırken, bir taraftan da halkın tepkisini ölçmüşler, milletten tepki gelmeyince; “halkçılarla ırkçılar” birleşip “memleketi bölüşmek” ve “gelirleri kendilerine, giderleri millete yüklemek için” darbe yapmışlar.
İkinci tepki ölçme işi de rahmetli Menderes hakkında verecekleri kararın şekli ve zamanıyla ilgilidir. İdam haberleri yayılınca halktan yine bir tepki beklenir ve beklenen tepki gelmez. Hatta gelmesi istenir, karar süresi uzatılır ama yine gelmez.
Bu bekleme süresi, 27 Mayıs’ın CHP’li kanadında yer alan dönemin yargıçlarından birinin hatırasında şöyle anlatıldığı söylenir. “Eğer Menderes’in idamıyla ilgili bir mektup dahi gelseydi, idamdan vazgeçebilirdik.” Belki tam böyle olmayabilir, biraz uzun biraz kısa olabilir ama anlatılması gereken meram, bu ifadenin içindedir.
Aslında şunu iyi biliyorlardır. O yıllarda halkın tepki verecek bir gücü yoktur. CHP 1940’tan 1950’ye kadar, halkı; açlığa, yokluğa, yoksulluğa ve kargaşaya sürüklemiş, rahat yüzü göstermemiş, baskı, şiddet, yolsuzluk gibi bir sürü soğuk darbenin altında inim inim inletmiş, Türkiye tam düzlüğe çıkacakken de her zaman ve bugün de olduğu gibi yine sahneye halkçılarla ırkçılar çıkarak 1960 darbesini yapmışlardır.
İki rahmetli, Menderes ve Özal’ın on yıllık dönemleri dışında bu ülke, yine halkçılarla ırkçıların tekeline geçmiş, nice 1960 darbesi heveslilerin oyuncağı olmuş ve akıllarına gelebilen bütün yolları denemiş ama başarılı olamamışlardır.
Darbeci zihniyetlere geçit vermeyen halkın büyük kesimi, yedi yıldır, “Başüstüneci” liderleri ve siyasi partileri devre dışı bırakarak, mevcut siyasi kadroyu iş başına getirmiştir. Görebilen, duyabilen, hissedebilen, idrak edebilen her canlı insan, bu gerçeği kabul edecektir.
Eğer mevcut iktidar “Başüstüneci” olsaydı, “Yöneten değil, yönetilen olsaydı,” millete sırtını dayamasaydı, silahlı ve silahsız güçlerin tekelinde memleketi idare edip gitselerdi, ortaya ne darbe planları çıkardı ne de lav silahına boru derlerdi.
Evet, şu soruların cevabı hiç verilemeyecek galiba:
“Kim, kim için, kime karşı darbe planları hazırlıyor veya darbe yapmaya kalkıyor?” “Şimdiye kadar ortaya çıkan darbe planlarının neresinde CHP’liler dışında herhangi bir kesime rastlanmıştır?” “Bütün planların içinde halkın; huzuru, güveni, refahı ve istikrarı nerede?”
Sorulara devam edelim:
“Bunların hangisi halktan biridir de halk için ülke için bir şeyler yapacaklardır veya yapmışlardır? “Hangi biri halkın yediğinden yer, içtiğinden içer, yaşadığı yerde yaşar, tatil yaptığı yerde dinlenir, gittiği yoldan gider, bayramdan anlar, seyrandan anlar, cenazede ağlar, düğünde güler?”
Milletimize haksızlık etmek istemem, aslında bu soruların cevabını halkımız çok iyi biliyor. Bu sebeple de darbelere karşı sesini yükseltiyor, düşüncesini söylüyor, hakkını haklı ortamlarda arıyor ve soruyor.
Geçen hafta Pazar günü, 28 Şubat Postmodern darbesinin 13. yıldönümünde Tünel ile Taksim meydanı arasında yapılan protesto yürüyüşü işte bunlardan biriydi. O muhteşem yürüyüşe ben de katıldım, yürüyüşten söz edecek vaktim yoktu. Darbecilere karşı yapılan protesto eyleminden hemen havaalanına geçip kara kıta Afrika’ya doğru yola çıkmak zorundaydım. Yürüyüşe destek vermek istediğim için yazı bugüne kaldı.
Tünelden başlayan yürüyüş beni çok etkiledi. Darbecilerin partisi CHP’lilerin dışında toplumun bütün kesimleri oradaydı ve tek ses tek yürek olarak; ülkemizi, milletimizi savunduk, sahiplendik ve Türkiye’nin artık CHP’lilere, cuntacılara, darbecilere, muhtıracılara peşkeş çekilemeyeceğini haykırdık. Biz haykırırken, CHP’liler de cadde üzerindeki binalarından küfür savuruyorlardı. Liderleri başta olmak üzere bugüne kadar yaptıkları gibi.