PARAYI VEREN DÜDÜĞÜ ÇALMAMALI

Şükrü HÜSEYİNOĞLU - 10/04/2010 - 13:56

Şayet sözün gücü - gücün sözü çatışmasında “söz”den yana olduğumuzu söylüyorsak, bedeli ne olursa olsun bunun gereğini yapmak zorundayız. Bu anlamda parayı verenin düdüğü çalmasına izin vermemeliyiz.


Hakikatin ve adaletin sözü mü, gücün sözü mü? Bir başka deyişle; sözün gücü mü, gücün sözü mü? İnsanoğlunun yeryüzü serüveni, “söz”e dair bu temel kavganın, bu belirleyici mücadelenin tarihidir.

Hakikatin ve adaletin temsilcileri peygamberler ve takipçileri ile kaba kuvvet ve sermaye gücünü üstünlüğün ölçüsü ve her şeyin üstünde gören müstekbirler (büyüklenenler) arasındaki mücadele hep bu minvalde gerçekleşmiştir.

Sözün gücü öne çıktığında yeryüzünde adalet ve saadet, gücün sözü ağır bastığında ise zulüm ve ızdırab hükümran olmuştur.

Bugün yerel ve küresel çapta yaşanan temel çelişki ve ayrışmanın, kavga ve mücadenin özü de budur. Hakikat ve adaletin yegâne temsilcisi olarak İslam’ın sözü ile, gücü haklılık, güçlü olmayı da haklı olmak şeklinde algılayan Batı barbarlığının amansız kavgasına tanıklık ediyor yeryüzü.

İslam’ın sözünün gücü ile Batının şahsında gücün sözü bugün yeryüzündeki temel ayrışmayı ve kamplaşmayı temsil ediyorlar. Gücü elinde bulunduran Batı, askerî işgaller ve daha çok da iktisadî ve kültürel işgal stratejileriyle İslam’ın sözünü boğmaya, bunu başaramadığında ise saptırmaya, deforme etmeye, flulaştırmaya çalışıyor.

Kapitalizm sözün gücü - gücün sözü kamplaşma ve kavgasında Batı cephesi adına başat rol oynuyor. Öyle ki, neredeyse tüm yeryüzünü bir ahtapot misali sarıp kuşatan kapitalist üretim ve tüketim ilişkileriyle toplumlar dönüştürüldüğü gibi, sözün gücü adına ortaya çıkan İslami yapılar ve bu yapılara ait “alternatif kurumlar” ve bu arada "alternatif medyalar" da bu dönüşümden nasibini alıyor.

Gücün sözüne karşı sözün gücünü yükseltmek adına yola çıkan, insanlığın dünya ve ahiret saadeti için yegâne çıkış yolu olan bu mücadeleye omuz vermek iddiasında olan müesseselerin hangi sebeple olursa olsun gücün sözüne aracılık etmesi çok büyük bir çelişki ve kırılmayı ifade ediyor.

“Müslümanlar güçlü olmalı” denilerek çıkılan yolda güce ve güç ilişkilerine teslim olunduğu ve bir yığın alnı secdeli kapitalist türediği gibi, aynı şekilde medya alanında da alternatif olma iddiasıyla atılan adımların çoğunlukla benzer bir akıbetle neticelenmesi düşündürücüdür.

Muhafazakâr tandanslı girişimler için bu bapta söyleyecek çok fazla sözümüz olmasa da, kendilerini İslami kimlikle tanımlayan yapıların, ilkeli olmak ve ilkelere sadık kalmak taahhüdüyle vücuda getirdiği kurumların kısa süre içinde gücün sözüne teslim olmaları, teoride sözün gücünü savunurken pratikte gücün sözüne sayfalarını/ekranlarını açmaları ciddi bir paradokstur.

Sözünü ettiğimiz paradoksun yaşanmasında, kapitalist üretim tüketim süreçlerinin katalizörü durumundaki reklam sektörünün başat rol oynadığını görmekteyiz. Çoğunlukla kapitalizmin ayartıcı dilini kullanan ve bir yazarın “Reklamcılık, parça doğrularda büyük yalanlar üretme sanatıdır” sözünde ifadesini bulduğu üzere tanıtımın çok çok ötesinde bir işleve sahip olan reklam sektörüne karşı ölçü ve ilkelerini savunamayan, reklam gelirine muhtaç olma gerekçesiyle ölçülerini esnetip giderek de feda eden bir yayın organı, hangi iddiayla kurulmuş olursa olsun neticede gücün sözüne teslim olmuş demektir.

“Sınırsız alışveriş mutluluğu” sloganıyla hem yayınlandığı “alternatif” yayın organlarını, hem de okuyucuyu/izleyiciyi ifsad etmeyi sürdüren Çağrı Hipermarket adlı market zincirinin sahibiyle geçen haftaki Özgün Duruş için yapılan söyleşi ve bu söyleşinin sunuş biçimi bana bu konuları yeniden hatırlattı.

Kapitalizmin satış teknikleriyle dizayn edilmiş diğer market zincirleriyle içki satışı yapmama dışında ayırt edici bir yönü bulunmayan söz konusu market zincirini, sırf reklam veriyor diye sayfalara taşımak, hele de “değerlere bağlı perakendecilik yapmakla" taltif etmek ne kadar doğrudur, ne kadar özgün bir yaklaşımdır? İlginç olan ise, gazetede kullanılan ve Çağrı Hipermarket'te bir reyonun önünde çekildiği anlaşılan “39.950 TL”, “35.950 TL” şeklindeki fiyat etiketlerinin yer aldığı fotoğraf. Hem bu fotoğrafı yayınlayıp, hem de “değerlere bağlı perakendecilik”ten söz etmek büyük bir çelişki değil mi? Hani aldatan da, aldanan da bizden değildi? Ne oldu bizim ölçülerimize, ilkelerimize?

Sayfalarımızda, ekranlarımızda sözün gücüne vurgu yapıp da, reklam kuşaklarımızı kapitalizmin “sınırsız alışveriş mutluluğu” propagandalarına açarsak ne kadar tutarlı bir iş yapmış oluruz?

Son söz: Şayet sözün gücü - gücün sözü çatışmasında “söz”den yana olduğumuzu söylüyorsak, bedeli ne olursa olsun bunun gereğini yapmak zorundayız. Bu anlamda parayı verenin düdüğü çalmasına izin vermemeliyiz.