Yardım - Arama - Üyeler - Takvim
Tam Forum Görünümü: kadınlarımız
www.gumushane.gen.tr - Forum > Forumlarımız > Resimli Paylaşımlar
rotasiz_29













kadınlarımız
DELİKIZ
Kadınlar gittiğinde...
KADINLAR gittiklerinde arkalarında daha büyük boşluklar bırakırlar.
Onlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde "yetim-öksüz" kalan çok olur:
Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler...
Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştır tabaklar.
Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.
Sık sık boynunu büker "sarıkız".
O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz, değerini kimse anlayamaz krom hac tasının.
Balkon artık sessizdir, koridor kimsesiz.
Bir kadın gittiğinde...
Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında; bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci...
Bir anne gider...
Bir dost...
Bir arkadaş...
Bir sevgili...
Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde.
Hep böyle olur; bir kadın gittiğinde; övgüler, uyarılar, yakınmalar, dualar yetim kalır.
Kapı eşiğindeki "Dikkat et..." duyulmaz, annesi gitmiştir "geç kalma"nın.
Kadınlar, arkalarında büyük boşluklar bırakarak giderler.
Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında. Ve bir kadın gittiğinde pek çok "yetim" bırakmıştır arkasında
.


DELİKIZ
TÜRK KADINININ SİMGESİ ''NENE HATUN''

Takvimler 7 Kasim 1877’yi gosteriyordu.
Nene Hatun uc yil once evlenmisti. Henuz yirmisindeydi ve uc aylik bebegi vardi. On bes gun once, koyleri Rus askerleri tarafindan isgal edilince, ailesiyle Erzurum’a gelmisti.


Turk ordusu uzunca bir zamandir bircok cephede carpisiyordu. Dogu cephesinde de savas butun hiziyla devam ediyordu. Aslinda Gazi Ahmet Muhtar Pasa simdiye kadar dusmanin isini coktan bitirecekti; ama hesapta olmayan bir dusman daha vardi.

Yillarca bu topraklarda birlikte yasadigimiz Ermenilerden bir kismi simdi ceteler hâlinde geziyor, baskinlar yapiyor, mâsum insanlari -hem de coluk cocuk demeden- katlediyordu. Daha dun sabah, yakinlardaki bir koyde ceteler tarafindan agaca civilenen bebegin hikâyesini dinlemisti.

Allah’im bu nasil bir vahsetti, bunu yapanlarin hic mi vicdani yoktu! Nene Hatun, asirlarca birlik ve beraberlik icinde yasadiklari bu insanlardan bazilarinin bugun nicin bu derece canavarlastiklarini zaman zaman dusunuyor; fakat ikna edici bir cevap bulamiyordu......


Bu ceteler yuzunden eli silâh tutan herkes cepheye gidemiyor, mâsumlar katledilmesin diye koylerde nobet tutuluyordu.

Kerpicten yapilma iki odali evlerinin kucuk odasinda safagin sokmesini bekleyen Nene Hatun, bir yandan sobanin yani basindaki besiginde uyuyan bebegini salliyor, diger yandan da mum isiginda sag elindeki Mushaf’i okumaya devam ediyordu.

Bircok yakini cephedeydi. Uzun zamandir hic birinden haber alamamisti. Dun kusluk vakti agabeyini getirmislerdi. Vucudunda bogaz bogaza carpismanin sebep oldugu cok derin sungu yaralari vardi. Âdeta damarlarinda kan kalmamisti. Ve bir-iki saat sonra Nene Hatun’un kollarinda ruhunu teslim etti.

Nene Hatun, kutlu bir yolda canini veren ve sehadet serbetini icerek sonsuzluga ucan agabeyinin vucuduna sarilip agladi, agladi, agladi... Sehitlerin ardindan aglanmaz diye engel olmaya calistilar; ama Nene Hatun sadece agabeyi icin degil, vatan icin de agliyordu.

Cepheden gelen son haberlere gore dusman cok kalabalikti, ondan da onemlisi iyi silâhlari vardi. Bunlari dusunurken, dilinden hic dusurmedigi duasini bir kez daha tekrarladi: “Allah’im, dusmanlari Sen’in azamet ve kudretine havale ediyor ve serlerinden Sana siginiyoruz.”

Sabah ezaninin okunmasina az bir zaman vardi. Disaridan gelen bagrismalar ve silâh sesleriyle irkildiler. Esinin disari cikmasiyla iceri girmesi bir oldu ve kararli bir sekilde sunlari soyledi: “Ermeni ceteleri ve Rus askerleri tabyalara saldirmislar, karsi koymaya gidiyoruz.

Eger donemezsem ve dusman buraya kadar gelirse sakin teslim olmayin, alacaklarsa cesetlerinizi alsinlar. Allah’a emanet olun!” Ve sobanin yaninda duran baltayi kaptigi gibi kapidan yildirim hiziyla tabyalara dogru kosmaya basladi.

Nene Hatun’un cesaretli ve sogukkanli bir yapisi vardi. Kocasinin kolay kolay geri donmeyecegini biliyordu. Arkasindan “Allah yardimciniz olsun!” diye dua etti.

Zaman hayli ilerlemisti. Silâh seslerinin ardi arkasi kesilmiyordu. Abdestini tazeledi. Yuregi cephede, kulagi ezandaydi. Fakat minarelerden ezandan hemen once farkli bir ses duyuldu. Aziziye Tabyalari’nin dusman eline gectigi, askerlerin cogunun sehit oldugu ilân ediliyordu.

Cok dinleyemedi Nene Hatun. Cocugunu optu, kokladi; “Nâzim’im seni bana Allah verdi, ben de seni yine O’na emanet ediyorum” dedi. Eline satirini ve sehit agabeyinin tufegini aldigi gibi tabyalara dogru kosmaya basladi.

Tabyalarda mevzilenmis ceteler ve dusman askerleri, kendilerine dogru akmakta olan iman ordusu karsisinda sanki butun Anadolu uzerlerine geliyormus gibi hissettiler. Baslarindaki subayin “Ates serbest!” emriyle namlular birbiri ardina patlamaya basladi. Ilk siralarda olanlar birer birer yere yigiliyordu; ama gelenlerin ardi arkasi kesilecek gibi degildi. Dusman, hic boyle bir direnis beklemiyordu.

Yediden yetmise butun Erzurumlular, tabyalarin demir kapilarini bir kâgit gibi cigneyerek dusmanin icerisine dalmisti. Ceteler ve dusman askerleri sel sularinda eriyen kar gibi eridi. Carpisma kisa surmustu. Nene Hatun, cetelerin olanca kinleriyle sokerek yere attiklari sanli bayragi dustugu yerden aldi, alnina goturdu ve gozlerinden yaslar bosanirken ait oldugu yere asti.

Nene Hatun ve kahraman Anadolu insaninin o sabah baslattiklari mucadele, dusman, vatan topraklarini terk edinceye kadar devam etti. Iyi donanimli dusman askerlerinden tabyalar geri alindi. Uc bin dusman askeri oldurulmustu. Buna karsilik bin kadar sehit vardi. Varsin olsundu, vatan olmadiktan sonra yasamanin ne mânâsi vardi?!..

Nene Hatun da omzundan yaralanmisti. Ama o âdeta kendini unutmus, yarasi daha agir olanlarin yardimina kosuyordu. Birkac dakika oncesine kadar cephede mermi tasiyan, askerlere su dagitan ve siper kazan kahraman kadin, simdi yerini askerlerin yaralarini saran bir hastabakiciya birakmisti.

O gun Aziziye Tabyalari’nda, Musluman-Turk tarihinde Nene Hatun’la sembollesen altin bir sayfa daha acildi. Allah icin can siperâne mucadele veren Safiyye ve Nesibe Hatunlarin, Ûmm-û Hiramlarin, cepheye cephane tasirken donarak sehit olan Serife Analarin, cephane arabasinin boyundurugunun bir tarafina elde kalan tek hayvanini, diger tarafina da kendisini kosarak cepheye mermi tasiyan Ayse Analarin olusturdugu altin halkaya bir kahraman kadin daha eklendi.

Nene Hatun’un vatan icin kahramanca verdigi mucadele bu kadarla da bitmemisti. O gun evde uc aylikken biraktigi oglu Nâzim ve daha sonra dogan uc oglundan ikisi, Birinci Dunya Harbi’nde canlarini vatana feda ettiler.

Ne mutlu sana Kahraman Ana. Kendin gazi, ogullarin sehit...
Aziziye Tabyasi’na diktigin bayrak, bugun dalgalanmaya devam ediyor
.
DELİKIZ
''ŞEMSE NİNE''

Şemse, 16 yaşında bir genç kızdı. Daha evliliğinin haftasında seferberlik ilan edilmiş, Mehmed'i cepheye çağrılmıştı .
Mehmed, cepheye giderken, Şemse'nin ellerini tutmuş, gözlerinin içine bakarak, bir tembihte bulunmuştu:
- Şemse'm gençsin, güzelsin, senden ayrı iken gözüm hep arkada olacak. Ne olur söz ver bana! Ben gelinceye kadar sokağa çıkmayacak, namusuma söz ettirmeyeceksin!
Şemse:
- Söz Mehmed'im söz... Sen gelene kadar evden dışarı adımımı bile atmayacağım. Bana emanet bıraktığın yuvamızda oturup senin dönmeni bekleyeceğim...
Vedalaşmanın sonunda Mehmed cephenin yolunu tutuyor, Şemsede söz verdiği gibi evine kapanıyordu.
Geçimini "yakmacılık" denilen usulle çibanları iyileştirerek sağlıyor, kendisini davet eden komşularına:
- Ben Mehmed'ime söz verdim. Ya ben yokken gelir de sözünü tutmadığımı görürse ona ne cevap veririm?" diyordu.
Bir mühlet sonra Mehmed, şehit düşmüş, mektupları kesilmişti. Ama Şemse, evinin pencelerine ve duvarlarına astığı mektupları her sabah namazından sonra yeni baştan okuyor, sonra da gelinliğini giyip, yüz görümlüğünü takarak, Mehmed'ini beklemeye devam ediyordu.
Günler, aylar, yıllar geçmiş, şavaşlar bitmiş, dönenler dönmüş fakat Mehmed hala dönmemişti. Ama Şemse gelinliğini giyerek, evin icinde dolaşma adetini bir gün bile ara vermeden sürdürüyordu.
Şemse, senelerce yol gözleye gözleye, ihtiyarlamış, nine olmuştü. Fakat, hiç bitmeyen bir ümitle hala Mehmed'ine kavuşacağı günü bekliyordu.
Komşuları bir akşam üstü Şemse Nine'yi gelinlik giymiş, gerdanlığını takmış, odanın bir köşesinde ellerini göğsüne koymuş, ayakta beklerken görmüşlerdi.
Halbuki o, bu işi hep sabah namazindan sonraları yapardı ...
Saka yollu takıldılar:
- Nene hayrola!... Buğün pek süslüsün. Yoksa birini mi bekliyorsun?
Şemse Nene, gözlerini yerden ayırmadan cevap verdi:
- Ben buğün evlendim. Bakın kocamın yüz görümlüğünü de taktım. Kocamı, Mehmed'imi bekliyorum.
Bu nasıl bir sevda, nasıl bir vefa, nasıl bir umuttu ki, aradan yıllar geçmesine rağmen kadıncağız hala kocasını bekliyordu.
Komşuları, hiçbir şey söylemeden ıslak gözlerini silerek, Şemse Nene'yi o halde bırakıp, evinin önünden ayrıldılar.
Ve ertesi gün, Şemse Nene'yi, gelinliğinin icinde ölmüş olarak buldular. Şemse Nene'nin evinden cenazesi çıkmış, ama o kocasının sözünden çıkmamıştı. Belli ki, Mehmed'i gelmiş, bu vefalı kadını yanına alıp götürmüştü
.
DELİKIZ
KENDİNİ YAKAN KERKÜK'LÜ TÜRKMEN KIZI

"Masirim ölümdür, neden korkum ölümden
Çalışırım milletimçin, ne gelirse elimden
Ölürsem Şehit ölüm, gül gögersin canımdan
Yaşasın hür milletim şadlık görsün ardımdan”

Türkmen yerleşim merkezlerinin dağıtılması planına bağlı olarak, birçok Türkmen köyü gibi, Tisin halkı da evlerinden atılarak, Kerkük‘ün banliyösünde inşa edilen mahallelere yerleştirilmişlerdi. Dört çocuk sahibi Bektaş Ali Feyzullah adlı Türkmen de, ailesi ile birlikte 1 Haziran semtinde ikamet etmeye mecbur edilmişti. Sürekli tehdit altında olan Bektaş 14 Ekim 1995 tarihinde Kerkük Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü ve eline bir kâğıt tutuşturuldu. Kendilerinden 24 saat içinde Kerkük’ü terk etmeleri isteniyordu.
Ertesi gün kapıya dayanan emniyet güçleri, evin kızı Zehra ile karşılaştı. Türkmen kızı Zehra’nın Kerkük’ü terk etmeye niyetli olmadığı, emniyet güçlerine haykırdığı şu sözlerden de anlaşılıyordu “Ey ahali, ben Kerkük’ün kızıyım. Bu şehirden asla göç etmeyeceğim. Bu zulüm politikasını protesto etmek, Türkmenlere bağımsızlık yolunu açmak ve Türkmen sözcüğünü yükseltmek uğruna, şimdi kendimi yakacağım. Kerkük bize kalacaktır. Katillere ve zalimlere ölüm ”.....


Bu sözlerin ardından Zehra gaz bidonunu üzerine boşaltarak, kibriti çaktı ve herkesin gözleri önünden bir alev yumağına döndü.
Herkesi dehşete düşüren bu olaydan sonra, kızın ailesi taziye geleneğini tamamladı ve üçüncü gün baba Bektaş evine dönerken, tekrar emniyet güçlerini kapıda gördü. Güvelik güçleri son bir ihtar daha vermeye geldi. Ertesi gün 19 Ekim 1995 tarihinde Bektaş Ali, aile fertleri birlikte kamyona bindirildi ve aynı gün Erbil’e gönderildi.
Irak Türklerinin günümüze kadar devamlı ve daha bitmemiştir. İnsan haklarının ve can güveliğinin olmadığı Irak’ta daha nice acılı günlerin Türkleri beklediğini söylemek, artık bir kehanet değildir.
Körfez krizinin Irak Türklerine getirdiği bir değişiklik de, birleşik güçleri, güvenlik bölgesi adı altında Irak’ın kuzeyinde 36. paralelin üstünde kalan bölgedeki Türklerin durumudur. 36. paralelin üstünde kalan güvenlik bölgesinin geleceği belirsizlik içinde olduğundan dolayı, bu bölgede yaşayan Türkler de huzursuz ve tedirgindir.
36. paralel altında, yani Saddam yönetiminin insafına terkedilmiş bölgede yaşayan Türkler de, can ve mal güvenliğinin olmadığı bir ortamda varlıklarını devam ettirmeğe çalışıyor. Kendi topraklarını, istemeyerek terk eden bu insanların dramı, Irak’ta insan haklarına saygının, demokrasinin, huzur ve istikrarın sağlanacağı güne kadar süreceğe benziyor
.



DELİKIZ
HUMA HATUN


Huma Hatun "Delikanlım, işaret aldığın gün atandanYürüyeceksin, millet yürüyecek arkandanSana selâm getirdim, Ulubatlı HasandanSen ki burçlara bayrak olacak kumaştasınFatihin İstanbulu fethettiği yaştasın." Evet dostlar, Arif Nihat Asya Türk gençlerine böyle sesleniyor.Peki nedir değerli ustayı böyle heyecanlandıran?..Türk milleti asırlar boyu nice fetihler yapmış, nice savaşlara katılmış. Neden onlar bir yana İstanbul bir yana?..Çünkü İstanbul peygamber vasiyetidir.Allah Resulü (s.a.v.) bir gün fetih konusunda yeni bir hedef daha gösteriyor: "İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel asker..." diyerek.Bu müjdeye ulaşabilmek için İstanbul defalarca kuşatılıyor. Hatta ilk kuşatma, sahabelerin de içinde bulunduğu bir ordu tarafından gerçekleştiriliyor. Başta Peygamber Efendimizi Hicret sonrası, yedi ay misafir etme şerefine nail olan Ebâ Eyyûb el-Ensarî Hazretleri olmak üzere pek çok sahabe...Bu kuşatmayı diğer kuşatmalar takip ediyor. Musa Çelebiden Yıldırım Bâyezıda kadar pek çok komutan 22 kere tekrarlanan kuşatmalar...Ancak en nihayetinde bu kutsal görev Fatih Sultan Mehmet’e nasip oluyor.Türk’ü ve bu şerefli zaferi hazmedemeyenler, asırlar boyunca değişik iftira ve saldırılarda bulunmuşlardır.Bunlardan birisi de, Fatih Sultan Mehmed in annesinin "Mara Despina adlı bir Rum" ve Fatihin de gizli bir Hıristiyan olduğu ve büyük Türk annesi Huma Hatun’un hayatının son dönemlerini Aya İrini kilisesinde geçirdiği ve Hıristiyan mezarlığına gömüldüğü iftirası.Bu yalan bu günlerde nedense abartılı olarak pek çok yerde dile getirilmekte.Bu yalanı bilinçlice propaganda konusu yaparak dilden dile dolaştıranlar, kesinlikle Hıristiyanlık misyonerliği yapan Türk ve İslam düşmanlarıdır.Huma Hatun, Müslüman bir Türk kadınıdır. Fatih’in Türklüğünü ve Müslümanlığını tartışmak, zaten Türklükten ve İslam’dan çıkmak demektir.Dostlar; hain çevrelerin uydurduğu olayın esas hikayesi şöyledir:Çelebi Mehmet’in 1421 yılında ölmesinden sonra Osmanlı Devleti’nin tahtına İkinci Murat geçiyor. İkinci Murat’ın hedefi bütün Anadolu’yu Osmanlı topraklarına katmaktı. 1424 yılında Bolu yakınlarında karşılaşan Osmanlı ve Candaroğlu kuvvetlerinin savaşından İsfendiyar Bey yenik ayrılıyor ve Sinop’a çekiliyor. Osmanlı ordusuna karşı gelmekten pişmanlık duyan İsfendiyar Bey, Sultan’dan affını isteyerek oğlu Tacettin İbrahim Bey’in güzelliği ile ünlü kızı Hatice Alime Huma Hatun’u nikahla kabulünü rica eder. Bunun üzerine İkinci Murat mektup ve hediyeleri kabul ederek düğün hazırlıklarının yapılmasını ister. İsfendiyar Bey’in mektup ve hediyelerinden memnun kalan İkinci Murat, kırgınlıkları unutarak Candaroğulları topraklarına dokunmaz. Çaşnigir başı Elvan Bey başkanlığında bir heyeti birçok hediye ve mihr ile birlikte 1423 yılında Kastamonu’ya gönderir. Devrekani’ye geçen heyet, Çayırcık köyüne gelir. Sultan Murat ile Hatice Alime Huma Hatun’un düğünü Çayırcık’ta yapılır. Devrekani’deki düğün töreninden sonra gelin yükte hafif, pahada ağır pek çok hediye ile Bursa’ya gönderilir. Bursa’da ise İkinci Murat’ın kızkardeşlerinden biri İbrahim Bey’in oğlu İsmail Bey e, birisi Anadolu Beylerbeyi Karaca Paşa’ya, üçüncüsü de Candarlızade Halil Paşa’nın oğlu Mahmut Çelebi’ye verilir. Düğünlerin hepsi 1424 yılında aynı anda yapılır. İkinci Murat ile evlenen Huma Hatun’dan 1431 yılında Fatih Sultan Mehmet dünyaya gelir.Bu olayın anısına her yıl Mayıs ayının son haftasında Çayırcık köyünde fetih şölenleri düzenlenmektedir.Fatih’in ve annesi Hatice Alime Huma Hatun un türbeleri Fatih Külliyesi’ndeki Fatih Camii’nin yanındadır.Ancak ne hazindir ki, bu yalanları yalanlayacak bilgi hazinesi gün geçtikçe zayıflamaktadır.Bu hazineyi kuvvetlendirmenin yolu yeni Arif Nihat Asya şuurları geliştirmekten geçmektedir
.
rotasiz_29
gercekten okurken tüylerim dilken diken oldu gözlerim doldu vatanımızı özgürlügümüzü sizlere borçluyuz bütün sehidlerimizi ruhları sad olsun
DELİKIZ
KADINLARIMIZ...

Herkim ilim tahsili için yola çıkarsa bu yüzden Allah'u Teala ona cennet yolunu kolaylaştırır. Çünkü ilim, insanı Cennete ulaştıracak sebeplerin başında gelir..
Hadis
-Hadisin son kısmında : ” İlim, insanı cennete ulaştıracak sebeplerin başında gelir.” diyor. Bu kısmı tersinden okursak : ” Cehalet, insanı Cehenneme ulaştıracak sebeplerin başında gelir . . . ” demektir diye düşünüyorum . . .
HAK DİVANI ' na varınca “ Ya Rabbi ben cahildim ” demenin faydası olmayacak. Çünkü, cehalet dünyada geçer akçe olmadığı gibi mahşerde de olmayacaktır . . .
Kadın, yüce Hakkın insan dokuma tezgâhıdır . . .
Kadın , ”Ayakları altına cennet konulmuş yegâne varlıktır . . . ”
Kadını hor gören dangalak, Bir kadından dünyaya geldiğini unutmamalı . . .
Kadını hor gören alçak, onun karnında dokuz ay misafir kaldığını unutmamalı . . .
Kadını hor gören şahsiyetsiz , onsuz yarım olduğunu aklından çıkarmamalı . . .
Kadın ticareti yapan şerefsiz , annesinin de kadın olduğunu düşünmeli . . .
Kadın hesabı ! . . yapan lüzumsuzlar ; HAKkın hesabı da var . . . Ona göre ??? !!!
Kadın, yüce Peygamberimizin, canlı canlı gömülmekten kurtardığı aziz varlıktır. Peki biz ne yaptık onun ümmeti olarak ??? ( Ölü olarak yaşamasını temin ettik . . . ) Kadın ilk eğitimcidirKadın ilk öğretmendir - Birileri, onların okumasını yasaklar.- Birileri, onların araba kullanmasını yasaklar.
- Birileri, onların motosiklet kullanmasını yasaklar.
- Birileri, siz kimsiniz ki seçeceksiniz veya seçileceksiniz diye yasak koyar
- Birileri, onları dansöz yapar ve zevk aracı olarak kullanır.
- Birile , çöp gibi işi bitince sokağa fırlatır.
- Birileri, üstüne kırk kere evlenir ve onda şahsiyet bırakmaz .
- Birileri, çalıştırır içki ve kumar parasını sırtından kazanır.
- Birileri, bedelli askerlik parasını ona ödettirir ve sonrada kapıya atar.
- Biriler , sahte nikâhlarla kandırır ve yüzüstü bırakır
- Birileri, onküsur çocuk doğurtturur sonra da niye bu evde düzen ,dirlik yok diye döver ve söver . . .
İslâm öncesindeki cahiliyet devrinde kız çocuklarının canlı canlı kuma gömülmesiyle şu içinde bulunduğumuz manzaranın ne farkı var ? ? ?
Hz . Peygamberin: “ Müminlerin imanca en mükemmel olanı, ahlâken en iyi olanlarıdır ve hayırlı olanlarınız da kadınlara karşı hayırlı olanlardır . ”
Hadisi Şerifi “ Utanılacak hâldeki İslâm Dünyası ” ndaki kaç kişiyi ilgilendiriyor ???
Bitirilmiş bir anne gelecek nesilleri nasıl yetiştirecektir ???
Yarınlarda Türk İslâm Dünyası'nın yöneticileri olacak nesillerimizi, madden ve mânen yok edilmiş bir kadın nasıl yetiştirebilecektir ???
Hz. Peygamber : ” Kadınlara zulmedenlerin kıyamet günü dâvâcısı ben olacağım . ” demiyor mu ???
Konuma şiirle devam etmek istiyorum.
Ne günden ne güne kaldın ?
Hey gidi İslâm Dünyası
Şeytanlara rezil oldun
Hey gidi İslâm Dünyası
İbret ki aman ne ibret
Vahşet ki aman ne vahşet
Böyle mi dedi Muhammet (s.a.v)
Hey gidi İslâm Dünyası
Özü gitti kaldı kabuk
Herşey birbirinden kopuk
Hâllerimiz abuk sabuk
Hey gidi İslâm Dünyası
Resmen nane yiye yiye
Hepten döndük komediye
İslâm dedik hurafeye
Hey gidi İslâm Dünyası
Şekilcilik boylum boylum
Münafıklık oylum oylum
Fitne nesli şeytan huylum
Hey gidi İslâm Dünyası
Yalanı duydu gidiyor
Şeytana uydu gidiyor
Hak yoldan caydı gidiyor
Hey gidi İslâm Dünyası
Kimi melek, kimi hortlak
Kimi cılız, kimi ablak . . .
Gidişimiz tepe taklak
Hey gidi İslâm Dünyası
Herkesin ayrıdır işi
Herkesin ayrı gidişi
Resulullah devre dışı . . .
Hey gidi İslâm Dünyası
İslâmiyet lafta kaldı
O da üç beş safta kaldı ! . .
Kur'an tozlu rafta kaldı
Hey gidi İslâm Dünyası
Ne BEKİR' den sadakât var
Ne ÖMER' den adâlet var
Ne OSMAN' dan asâlet var
Hey gidi İslâm Dünyası
Ne ALİ' den eser kaldı
Ne VELİ' den eser kaldı
Şen Ozan belâya kaldı
Hey gidi İslâm Dünyası
rotasiz_29
cok güzüldiler paylaşımın için teşekkürler
rotasiz_29
DELİKIZ
YİĞİT BİR TÜRK KADINI...SÜYÜMBİKE...


Son Kazan hanı Safa Girayın eşidir.Safa Giray ölünce yerine Ötemiş Giray han ilan edilir,fakat henüz iki yaşında oluşundan dolayı Hanlığı annesi Süyümbike idare etmeye başlar.

Ruslar o dönemde Türk beyleri arasında ki itilaflardan dolayı bölgeyi yavaş yavaş ele gecirmektedir.XVI asrın ortalarında İdil in sağ tarafında ki bölge rusların kontrolü altına girer.SÜYÜMBİKE rus çarı korkunç ivan ı her seferinde bozguna uğratır.Bunun üzerine ruslar zuye çayı'nın idile döküldüğü yere bir hisar yaparlar ve bölgeyi kontrol altına alırlar.Kontrolü ele geciren ruslar, Kazan hanlığına şartlarını kabul ettirebilecek hale gelirler.

Bu durumdan ürken bazı beylikler ruslara yakınlaşırlar, rusların tek isteği vardır. Her defasında kendilerine kan kusturan bu yiğit kadını ve oğlu Ötemi'şin kendilerine teslim edilmesini isterler.

Tatlı canları ve dünyalık hırslarından dolayı bu yiğit kadını ve oğlunu ruslara teslim ederler.

Süyümbike Hatun rus gemisine bindirilip giderken kazan a bakarak dudaklarından şu ibretlik sözler dökülür ;

'' KEDER VE KAN DOLU ŞEHİR, SANA KAYGI VE HASET OLSUN, BAŞINDAN TACIN DÜŞTÜ EFENDİ İKEN KÖLELİĞE DÜŞTÜN, ŞÖHRETİN BİTTİ , HALSİZ KALDIN VE YERE SERİLDİN . NEREDE SENİN SULTANLARIN VE ONLARIN
MECLİSLERİ ? ŞEHRİN İÇİNDE O ZAMAN BAL NEHİRLERİ AKARDI , ŞİMDİ İSE KAN GİBİ SU AKIYOR ''

Süyümbike yi ve oğlunu ruslara teslim edip bir cok taviz vererekyaşamlarını sürdürecekleri sanan beyler yanıldıklarını cok geç anlayacaklardır ama iş işten geçmiştir.Cok gecmeden toprakları rus istilasına uğrayacaktır.

Ruslar ,1552 de Kazan'a girdiklerinde cok ilginçtir her yeri yakıp yıkmışlar fakat Süyümbike minaresine dokunmamışlardır!!

1555 yılında öldüğü tahmin edilen bu asil Türk kadınının aziz ruhuna El Fatiha
..
YORGUN YOLCU
paylaşımlar çok güzel eline sağlık güzel kardeşim
a.kerim _29
ellerinize kollarınıza sağlık annelerimizi hatırlamak adına güzel yazılar ve resimler eklemişsiniz
DELİKIZ
DÜNYA KADINLAR GÜNÜ MÜNASEBETİ İLE
GERÇEK DEĞERİNİ İSLAMİYETTE BULAN KADININ İSLAMİYETTE Kİ YERİ
ÜZERİNE BİR PAYLAŞIM..LÜTFEN OKUYUN VE BİLİNÇLENİN
..



İSLAMDA KADıN HAKLARI
İslâm Dîni, kadın hakları üzerinde titizlikle durmuş ve kadını, hiçbir nizâm ve sistemin veremediği müstesnâ bir makâma sâhip kılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kurân-ı Kerîminde:"Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır." buyurmuştur.

Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz de erkekleri, kadınların hak ve hukûkunu gözetmeye dâvet etmekte ve bu konuda: "Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâhtan korkunuz! Zîrâ siz onları Allâhın bir emâneti olarak aldınız." buyurmaktadır.

Başka bir hadîs-i şerîflerinde de: "Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım." buyurur.

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, erkeklere, kadınlara dâimâ iyi davranmalarını tavsiye ederek:"Müminlerin îmân bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır." buyurmaktadır.

Vedâ Haccındaki meşhûr hutbesinde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: "Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allâhdan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır. Kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır." buyurarak daha yedinci yüzyılda yüzyirmi dört bin müslüman hacı namzedine karşı, kadınların haklarını ilk olarak açıklamışlardır.

Başka bir hadîs-i şerîflerinde: "Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara çirkin demeyin, fenâ söz söylemeyin!" buyurmuşlardır.

Kadınlarla iyi geçinmek Kurân-ı Kerîmin emridir: "Kadınlarınızla iyi geçinin; eğer onlardan hoşlanmadı iseniz bile!.. Olabilir ki bir şey, sizin hoşunuza gitmez de, Allâh onda bir çok hayır takdîr etmiş bulunur."

Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bu konuda: "Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz!" buyurmaktadır. Kadınlara karşı daima hoşgörülü olmalıdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte: "Mümin bir erkek, mümin bir kadına kızıp darılmasın! Eğer onun bir huyundan hoşlanmazsa, öbüründen memnûn olabilir." buyurulur.Bir insanın her işi ve her huyu hoşumuza gitmeyebilir. Fakat iyi niyetli ve ülfet edilir insan, kendi hanımında hoşuna gidecek nice meziyetler bulabilir. Onlarla kendisini memnûn ve mesûd edebilir. Bunun için ayıp aramaya değil, meziyet aramaya bakmalıdır.Zîrâ mârifet iltifâta tâbîdir. İltifatsız mârifet zâyîdir. "Cennet annelerin ayağı altındadır. " diyen dinimiz kadına hak etmiş olduğu değeri vermiştir.

İslamiyetin ilk şehidi bir kadındır. İlk Müslüman bir kadındır. Peygamberimizin soyu kızından devam eder. Hz. Ebubekirin kitap haline getirdiği dünyadaki tek Kuran-ı Kerim Hz.Ebubekir, Ömer, Osman dönemlerinde onlarca yıl bir kadının yanında kalmıştır. O dönemde ise Hıristiyanlar şunu tartışıyordu bir kadın İncile dokunabilir mi dokunamaz mı. Kuran-ı Kerimde Nisa (Kadınlar), Müntehine (imtihan edilen kadın), mücadele (mücadele eden kadın), Meryem (Hz. İsanın annesi )... gibi sure isimleri vardır. Fakat mesela, rical (erkekler) süresi yoktur.

Bir hadîs-i şerîflerinde:

Resüllullah s.a.v. Efendimiz de;
* “Bana sizin dünyanızdan üç şey sevdirildi; kadın, güzel koku ve gözümün nuru namaz.” dedi. Nesai, Ahmed b. Hanbel.
Hadis de, kadına sevgi, saygı ve şefkat gösterilmesi gerektiğine dikkati çekmişlerdir.
Bir diğer hadîs-i şerîfi de, İslâm’ın kadına verdiği büyük kıymetin bir başka ifâdesidir:

* 'Dünyâ’nın hepsi metâ, eşyâdır. Ve Dünyâ’nın en hayırlı varlığı ise, sâlihâ kadındır.'

Yine bir mübarek sözlerinde, sâliha kadınların huzur ve sükûn kaynağı olduklarına işâretle:
Resûl-i Ekrem s.a.v.:
* 'Cenâb-ı Hakk her kime iyi bir eş nasîb etmişse, onun ayakta durmasına ve dîninin yarısına yardım etmiştir. Dîninin diğer yarısını da kendi çalışarak muhâfaza etsin ve Allâh’dan korksun.' buyurmuşlardır.

Namazla eşdeğer sevgide, kadına kusur edenler utansın.

İslâm Dîni, kadına en büyük değeri vermiş ve onun namuslu, temiz, vakarlı, haysiyetli ve şerefli bir tarzda yaşamasını sağlamıştır. İslâm nazarında kadın, şefkat, merhamet, hürmet duyulması ve nezâket gösterilmesi gereken asîl ve nezîh bir varlıktır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, kadınların nârin, nâzik ve kibâr olduklarına işâretle, onların hiç kırılmaması ve incitilmemesi gerektiğini tavsiye etmişlerdir. Bir hadîs-i şerîflerinde:

"... Kadınlar hakkında hayırlı olup nezâketle muâmele etmenize dâir vasiyyetime itâat ediniz! Çünkü onlar eğe kemiğinden yaratılmıştır. Eğe kemiğinin en eğri tarafı üst kısmı (ortası) dır. Eğer sen onu doğrultmaya uğraşırsan, kırarsın; kendi hâline bırakırsan, daima eğri kalır. O halde kadınlar hakkında hayır öğüdüme dikkat ediniz!" (1) buyurur.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ilk defâ inanan ve O’na en büyük desteği veren Hz. Hatîce (r.anha) vâlidemizdir. Nitekim Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Hatîce (r.anha) vâlidemiz hakkında şöyle buyurur:

"Allâh bana Hatîce’den hayırlı bir kadın vermemiştir. Bütün insanlar beni yalanlarken, O beni tasdîk etmiş; insanlar benden kaçarken, O beni malı ile desteklemiştir. Ve Allâh bana başka hanımlardan değil, O’ndan çocuk ihsân etmiştir." (2)

Kadın, aynı zamanda ilk İslâm şehîdidir. Hz. Ammâr (r.a.)’ın annesi Hz. Sümeyye (r.anha), Mekke’de müslümanlığı ilk kabul edenlerden ve bu yüzden dayanılmaz işkencelere uğrayanlardandı. Kendisine İslâm’dan ayrılması için yapılan her türlü eziyet ve zulme rağmen, hak yoldan dönmedi. Sonunda Sümeyye (r.anha), Ebû Cehl’in süngüsü altında can vermiş ve Allâh yolunda ilk İslâm şehîdi olmak şeref ve mertebesine erişmiştir. (3)

Kur’ân-ı Kerîm’de "en-Nisâ"(Kadınlar) isimli, yüz yetmiş altı âyetlik uzun bir sûre olduğu gibi, ayrıca "Meryem" diye Hz. Îsâ (a.s.)’ın annesine atfedilen doksan sekiz âyetlik müstakil bir sûre daha vardır. Bunlardan başka; "en-Nûr, el-Ahzâb, el-Mümtehine, et-Tahrîm ve et-Talâk" sûreleri de kadınlarla ilgili çeşitli konuları içine almaktadır.

İslâm Dîni’nde kadın, âile ocağında temel eğitimi veren ilk öğretmen ve mükemmel bir eğitimcidir. Çocuğun terbiyesi, yetişmesi, her yönden gelişmesi, daha küçük yaşta iken güzel alışkanlıklar kazanması ve faydalı bilgilerle donatılması husûsunda annenin rolü çok büyüktür. Baba, evin nafakasının temini için ömrünün ekserîsini âilesinden dışarıda geçirmekte, çocuğu ile yeteri kadar meşgul olamamaktadır. Bu durumda, çocuğu asıl yetiştiren ve terbiye eden anne olmaktadır. Nitekim peygamberler, mürşid-i kâmiller, velîler, sultanlar ve daha nice büyük insanlar, hep mümtaz annelerin kucaklarında yetişmişlerdir.

Ahlâk kitaplarımızda; çarşıdan alınan değişik yeni bir şeyi, çocuklara bölüştürürken önce kızlardan başlanarak ikrâm edilmesi tavsiye edilmiş, kız çocukları daha hassas ve nâziktirler, diye düşünülmüştür.

Kız çocuklarının bakımı ve terbiyesi için her türlü fedâkârlıkta bulunan anne ve babaların, büyük fazîlet ve ecir sâhibi olacaklarını Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, şu hadîs-i şerîfleriyle beyân buyurmuşlardır:

"Kim, (iki veya üç) kız çocuğunu erginlik çağına erişinceye kadar besleyip büyütürse, kıyâmet gününde -iki parmağını birleştirerek- onunla şöylece beraber oluruz." (4)

Bu da, yüce dînimizin kadına verdiği üstün değeri gösterir
.
a.kerim _29
sevgili kardeşim annelerimiz baş tacıdır alıntınız muhteşem
DELİKIZ
sad.gif Bugün kadınlar günüymüş...
Öyle mi gerçekten?

Ülkemizde kızlarımız hala eğitim hakkından yoksun bırakılırken ,kadın nüfusunun yarısı eşinden,babasından veya herhangi bir erkekten şiddet görürken,
kadın ;ruhundan çok bedeniyle göz önüne çıkarken hangi kadının gününden bahsediyoruz ki biz?

Kızlarımızı dört duvar arasında kendi içlerinde yaşamaya zorlarken , töreler bunu söylüyor deyip namluların ucunda namus tartışması yaparken,
kadını üreme makinasından öte görmeyen ’SIRTINDAN KÖTEĞİ,KARNINDAN BEBEĞİ EKSİK ETMEYECEKSİN’ sözlerini hala lüteratürümüzde tutarken
hangi kadının gününden söz ediyoruz ki biz?

Toplam kadın nüfusunun % 10’u zengin koca parası yemeyi marifet sayarken,
% 10’u yaşamanın ne olduğunu bile bilmezken ,geri kalan %80 yaşam mücadelesinde kaybolurken kadınlarımızı sahiplendiğimizi ve eğitebildiğimizi nasıl düşünebiliriz?

Bir yandan ’YUVAYI YAPAN DİŞİ KUŞTUR ’ derken ,bir yandan o yuvayı düzenleyip içinde dünya tatlısı çocuklar büyütürken , aldatılan ve ihanete uğrayan,kendisi kadınlığını yaşayamamışken nüfus kağıdına DUL damgası vurulan,
yine de kadınlığından öte anneliğine sarılıp ,çocuklarını kartal pençesine yem yapmayan kadınlar çileli hayatlarda yol almaya çalışırken hangi kadının gününden bahsediyoruz ki biz?

Kadınların kıyafet tarzını erkekler belirlerken,
bikini mi giyecek,
başını mı örtecek,
vücudunu hangi yeni yöntemlerle nasıl şekillendirecek diye erkekler televizyonlarda,gazetelerde tartışırken,kendi hakkını kendi savunamaz,
ne istediğini bilmez muamelesi görürken hangi kadın gününden söz ediyoruz ki biz?

bugün kadınlar günüymüş...
Öyle mi gerçekten?

Hangi kadının günü?
Kadın deyince aklınıza ne geliyor ki?

Asıl önemli olan bu değil mi?

Gazete,dergi sayfalrında her gün boy boy çıplak poz verenler mi?

Dul damgası yedikten sonra ,evinde yıllarca herşeye rağmen kendini aldatan eşini bekleyen mi?

Eğitimle güzelleşecek beyinleri,dayakla çürütülenler mi?

Başka fikirlere maşa olarak kullanılıp meydanlara çıkarılan,cinsel güdülere tatmin aracı pazarlama malı olarak kullanılanlar mı?

Analık,kadınlık derken saçını süpürge ettikten sonra ,menopozunda kadınlığı bitti diye üzerine getirilen kızı yaşında kumalara katlanmak zorunda olanlar mı?

Kadın deyince aklınıza ne geliyor?
Asıl önemli olan bu değil mi?

KADINLAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLMASIN....
KADININA DEĞER VEREN BİR TOPLUM OLANA KADAR
...
a.kerim _29
sevgili kardeşim aslında haklısın ve bence anneler günü diye bir gün olamaz

çünkü sadece annelerimi anneler gününde mi hatırlayacağız sadece bir gün öylemi ne kadar yazık

yaa 364 gün nerde bu insalar o zaman anneler yok mu o zaman anneler anne değil mi sadece 1 günlük annelerimiz

öylemi anneye kötü davranışlarda bulun sonra gel annecim anneler günün kutlu olsun öylemi yazık
YORGUN YOLCU
akerim_29 kardeşim sana katılıyorum yok anneler günü,yok bablar günü .....


insan sevdiklerini hatırlamayı bir güne sadece bir güne sığdırmamalı
DELİKIZ
OSMANLI DA KADIN ŞAİRLERİMİZ

Mihrî Hatun:
Fatih dönemi şairlerinden olan Mihrî Hatun, Zeynep Hatunla birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerindendir. Amasyalıdır. Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa olup, 1460 ya da 1461 yılında doğmuştur. Mihrî mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya (Belâyî)’dan almıştır.

Zeynep Hatun:Fatih dönemini Mihrî Hatunla birlikte temsil eden Zeynep Hatun, adı bilinen ilk Türk kadın şairi olup, kaynaklarda Amasyalı ya da Kastamonulu olduğu ifade edilmektedir.

Hubbî Hatun:Hubbî Hatun bir XVI. asır şairi olup Divan şiirinin zirvesini teşkil eden Kanuni dönemini kadın şair olarak temsil etmektedir. (Aynı asırda, Baki’nin hanımı Tutî Kadın’ın da şiir yazdığı söylenmektedir). Asıl adı Ayşe olan Hubbî Hatun da Mihrî ve Zeynep gibi Amasyalıdır.

Sıtkî Hatun:
XVII. asrın ikinci yarısında yaşayan Sıtkî Hanımın asıl adı Ümmetullah olup, bir kazasker kızıdır.

Ani Hatun:Ani Fatma kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğmuştur. Akıllı, bilgili ve eğitimli bir kadın olup, “Hace-i Zenan (Kadınların Hocası)” lâkabıyla anılmıştır.Hattatlığının şairliğinden üstün olduğu bazı tezkirelerde ifade edilmektedir. 1710 yılında ölmüştür.

Fıtnat Hanım:

Asıl adı Zübeyde olan Fıtnat Hanım bir şeyhülislâm kızı olup adı bize kadar gelen kadın şairler arasında en dikkat çekicilerden birisidir.1780 yılında ölmüştür.

Leylâ Hanım:
Bir kazasker kızı olan Leylâ Hanım, Keçecizâde İzzet Molla’nın yeğenidir.Bir Divan’ı vardır. 1847 yılında ölmüştür.

bunlardan başka: Şeref Hanım, Sırrî Hanım, dile Sultan, Nakıye Hanım, Münire Hanım, Feride Hanım, Saniye Hanım, Fıtnat Hanım (Trabzonlu, Hazinedarzâde), Leylâ Hanım (Saz), Mahşah Hanım
.
istikbal
A BRE GÜZEL KARDEŞLERİM BU NE GÜZELLİK BÖYLE ,okudukca okudum tam bir buçuk saatimi aldı inanın yine olsa yine okurdum hay benim deli kızım sen sağ olasın ALLAH her ne muradın var ise versin İNŞAAALLAH rotasız kardeşimizede bu konuyu açtığı için şükranlarımızı sunuyorum sağ olsunlar var olsun lar, devamını bekliyoruz
DELİKIZ
Prof. Dr. HAYREDDİN KARAMAN



GÜNÜMÜZ VE İSLAM’DA KADIN

Küreselleşme ile bütün sınırlar, yerel kültürler, dinler ortadan kaldırılarak bir dünya vatandaşlığı oluşturmaya çalışıyor. Bu bir hayaldir, yapmayı değil yıkmayı hedeflemektir.

Günümüzde gruplar arası kavganın nedeni, birbirlerini anlayışla karşılamak yerine kendileri gibi yapma çabasındandır. Onlar ve biz neyi hedeflemeliyiz? Farklı algılayışı kaldırıp bir olayı mı yoksa farklılıklar içinde beraber olmayı mı? Farklılıklar içinde bir araya gelmeyi kabul etmesek de anlayış gösterebilmeliyiz. İki grup konuşurken biri diğerini kabul etmiyorsa, ancak kendisi gibi olduğu sürece ona hayat hakkı tanıması gerektiğini düşünüyorsa problem var demektir.

İslam’da böyle bir problem yoktur. İslam’a göre insanlar arasındaki sınır, iman-küfür sınırıdır. İslam’da biz ve onlar vardır, küfrün berisinde kalanların hepsi “biz” in parçalarıdır. İslam’ın buradaki farkı, ötekilere hayat hakkı tanımasıdır. Ötekilerden bizim gibi olmalarını, bizim sevdiklerimizi sevmelerini isteyemeyiz.

Öyle ki bir mümin erkek, eli kitap bir hanımla evlendiğinde, hanım İslam’ın hoşgörüsüyle dinine ait bütün ibadetlerini yapar. Demek ki İslam yeni dünya düzencileri gibi karşısındakini yok etmek yada ilhak etmek gibi bir şey dayatmaz. Bunu kavrayan Mü’min şefkatli olur.

Bugün Müslümanlardan bir kısmı herhangi bir meselenin haram olup olmadığını önce Kur’an’a bakarak anlamaya çalışır, orada bulamazsa sünnete başvurur, orada da yoksa haram olmadığı sonucuna varır. Bir başkası ise fıkıh kitabına bakarak haram olduğunu söyler. Böylece bir konu hakkında farklı görüşe inanan iki grup oraya çıkar. İşte burada ihmal edilen nokta şudur; bu iki insan veya grup anlaşmazlıklarını çözümlemek ve aralarındaki ilişkiyi belirlemek üzere Kur’an’a bakmıyorlar. Halbuki bu durumda yine Kur’an’a bakılmalıdır ki problem çözülebilsin.

Hıristiyanlıktaki tartışmaların aksine İslam, kadın ve erkek arasında mahiyet bakımından fark görmez, ikisinin de önce insan olduğunu söyler. Kadın ve erkek birbirine denktir ve paylaşım alanında da bir denklik söz konusudur. Peygamberimiz de kadın ve erkek arasında bağlayıcı görev bölüşümü yapmamıştır. Buradan anlaşılan kadın ve erkeğin görevlerinin belli bir şablona bağlanmadığıdır.

Bugün sizler Müslüman hanımlar olarak Allah’ın kullarından istediği içtimai hizmetlerde bulunmak üzere yola çıktığınız için hocanız olarak sizin çalışmalarınızı destekliyorum.






Atsız
Türkler beşbin yılı aşkın tarihlerinde her zaman kadına önem vermiştir. Türkler, kadına değeri İslam'a girmeden öncede veriyordu. Araplar kız çocuklarını diri diri gömerken, Türkler Orta Asya'da kadını Kağan yapıyordu. Kadın evin reisi konumundaydı. Türklerin İslam'a girdikten sonra herşeyi öğrendiğini söylemek Atalarımıza saygısızlık olur. Türkler İslam'dan öncede, sonrada şerefli bir ırktı ve hep öyle kalacak.

Tanrı Türk'ü korusun.
DELİKIZ
Şuanda kadına gereken değer veriliyormu?..Tartışılması gereken bumudur? Türkler mi daha çok değer veriyodu,Araplar mı daha çok....?
Unutmamalı ki türklük bedenimiz islamiyet ruhumuzdur..Ruhsuz Beden ceset olur
.
YORGUN YOLCU
delikız sana katılıyorum
Atsız
QUOTE(DELİKIZ @ Apr 2 2009, 05:06 PM) *

Unutmamalı ki türklük bedenimiz islamiyet ruhumuzdur..Ruhsuz Beden ceset olur
.

Beşbin yıllık tarihi olan Türkler son bin küsür yıldır müslüman. Sizin mantığınızla düşünürsek; Türkler 4 binyıl ruhsuz olarak mı yaşadılar? Avrupayı kasıp kavuran Şamanist Başbuğ Attila ruhsuz muydu? Turanı kurmuş olan Cengiz Han ruhsuz muydu? İslam ve Hıristiyanlık yok iken Türkler dünyaya medeniyet dersi veriyordu. Türklerin ruhu her girdikleri dine göre değişmez! İnsan dinini değiştirebilir, meshebini değiştirebilir. Değiştiremeyeceği kanıdır, ırkıdır. Bu sebepden ötürü müslüman olmadan önceki atalarımızı ruhsuz ilan etmenin bir anlamı yok.

Esenkalın.
DELİKIZ
blink.gif
UnutuLmayaN
Paylaşımda Emeği Gecen Herkeze Teşekkurler. Super Bi Arşiv Olmuş.
DELİKIZ


Çekirge'den Hayrunnisa Gül'e hakaret
29 Ekim 2010 Cuma 13:39
Hürriyet internet sitesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Çekirge, resepsiyona katılmayacağını açıkladığı yazısında, Hayrunnisa Gül'e eşi benzeri görülmemiş, iğrenç bir hakarette bulundu.

--------------------------------------------------------------------------------

Hürriyet Gazetesinin internet sitesinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapan Fatih Çekirge, Cumhurbaşkanı Gül'ün eşi Hayrunnisa Gül'e eşi benzeri görülmemiş bir hakarette bulundu.
Bugünkü yazısında Cumhurbaşkanı Gül'ün vereceği resepsiyona katılmayacağını açıklayan Fatih Çekirge, buna gerekçe olarak sunduğu nedenleri anlatırken Hayrunnisa Gül'ü 'eğreti geline benzetti.

EĞRETİ GELİN NEDİR

Eğreti Gelinin anlamını bilmeyenler için hemen hatırlatalım, eğreti gelin, eskiden, ailelerin erkek çocuklarını evliliğe hazırlamaları için tuttukları kadınların ünvanıdır. İddiaya göre bu kadınlar, çocuk yaştaki erkekleri teorik bakımdan ve tatbiki olarak evliliğe hazırlıyorlardı. Yani evlilik öncesi o çocuklarla cinsel ilişkiye giriyorlardı.

CUMHURUN EŞİNE 'EĞRETİ GELİN' BENZETMESİ

Fatih Çekirge, yazısında önce resepsiyona gitmeme gerekçesini açıkladı ve ardından da konuyu Hayrunnisa Gül'ün başörtüsüne getirdi ve o iğrenç benzetmeyi yaptı. Yazısında Hayrunnisa Gül için 'eğreti gelin' benzetmesini yapan Fatih Çekirge, ya o benzetmenin anlamını bilmiyordu, ya da bilerek kasıtlı bir şekilde bu benzetmeyi yaptı. Her iki durumda da sonuç tam bir facia. Yıllardır gazetecilik yapan birinin bu tabirin anlamını bilmemesi de mümkün görünmediğine göre bu ifadenin kasıtlı kullanıldığı sonucu ortaya çıkıyor. HABER7

Aydurmuş
QUOTE(Atsız @ Apr 2 2009, 09:49 AM) *
Türkler beşbin yılı aşkın tarihlerinde her zaman kadına önem vermiştir. Türkler, kadına değeri İslam'a girmeden öncede veriyordu. Araplar kız çocuklarını diri diri gömerken, Türkler Orta Asya'da kadını Kağan yapıyordu. Kadın evin reisi konumundaydı. Türklerin İslam'a girdikten sonra herşeyi öğrendiğini söylemek Atalarımıza saygısızlık olur. Türkler İslam'dan öncede, sonrada şerefli bir ırktı ve hep öyle kalacak.

Tanrı Türk'ü korusun.

TANRI DEYİL ALLAH TÜRKÜKORUSUN ,DERLER TANRI KELİMESİNİ DA ÇOK YAHUDİLER VE ERMENİLER SÖYLERLER
zimonlu
QUOTE(Aydurmuş @ Nov 22 2010, 06:52 PM) *
TANRI DEYİL ALLAH TÜRKÜKORUSUN ,DERLER TANRI KELİMESİNİ DA ÇOK YAHUDİLER VE ERMENİLER SÖYLERLER


AZ BİLE DEMİŞ " TANRI TÜRKÜ KORUSUN VE YÜCELTSİN "
Asıl içeriğin sadece basit bir görünümüdür. Resimlendirilmiş tam halini görüntülemek için lütfen, buraya tıklayınız.
Invision Power Board © 2001-2024 Invision Power Services, Inc.