Son mesaj - Gönderen: Recep Ergin - Salı, 01 Kasım 2011 23:40
Sitemizin yeni hali www.gumushane.gen.tr/v2 adresinde test edilmektedir. Lütfen belirli aralıklarla ziyaret ederek, yaşadığınız aksaklıkları ve önerilerinizi admin@gumushane.gen.tr adresinden veya buradaki formdan bize bildirin.
Köşe Yazıları Bölgesi

Köşe Yazıları->Eyüp DEMİREL->YÜZ YILLIK YOLDA FİKİR, AHLAK VE KALİTE [ Arama ]

YÜZ YILLIK YOLDA FİKİR, AHLAK VE KALİTE
Başlık YÜZ YILLIK YOLDA FİKİR, AHLAK VE KALİTE
Açıklama -
Mail Adresi eydem@mynet.com
Siteye Ekleyen Recep Ergin
         Milliyetçilik çok büyülü bir kavramdır. Kimin eline geçerse onun isteğine göre kullanılabilir, niyete göre tesiri farklılaşan bir silah hükmünü alabilir. "Türklük" yahut "Türk milliyetçiliği" gibi kavramlar resmi ideolojinin de, üçüncü dünya solculuğunun da, liberalizmin de, etnisizmin de, mukaddesatın da savunuculuğuna hizmet edebilir. Nitekim yakın tarihimiz, milliyetçilik silahının kimi zaman halis niyetli veya ehil, kimi zaman art niyetli yahut beceriksiz odakların elinde tutulmasının örnekleri ile doludur.

        1908 önemli bir tarihtir. Belki tarihimizdeki en ciddi kırılma noktası, belki de ileride atılacak bir yumruk için gerilme, gerilemedir. Allah en doğrusunu bilir. Ama o tarihlerde Türkiye'nin kaderini etkilediği kabul edilen bir çok gelişmenin, büyük hadisenin yanında, gözden kaçan bir başka konu da "milliyetçilik" hususundaki önemli bir çıkıştır. 1908 senesinde baş yazarlığını Mehmet Akif'in yaptığı ve kimi çevrelerce "İslamcımısınız, Türkçümüsünüz bir karar verin" diyerek eleştirilen bir dergi yayın hayatına başlamıştır. Sırat-ı Müstakim...

        Sırat-ı Müstakim de Mehmet Akif'le birlikte en başta Eşref Edip, sonra Muhammed Abduh, Abdülaziz Çaviş, Bereketzade İsmail Hakkı, Babanzade Ahmet Naim, Ferit Kam, Mehmet Fahrettin, İzmirli İsmail Hakkı, Tahirül Mevlevi, Osman Yüksel Serdengeçti'nin dayısı (ileride Diyanet İşleri Başkanlığı yapacak) Aksekili Ahmet Hamdi , M. Şemseddin, Manastırlı İsmail Hakkı, Bursalı Mehmet Tahir, meşhur Türk milliyetçisi Yusuf Akçura, sonraları çizgisi epey değişen Türkçü Ahmet Ağaoğlu gibi yazarlar vardır. Sırat-ı Müstakim'de İttihad-ı İslam fikri, İslam ahlakı, Kur'an ve Sünnete riayet etme gibi görüşlerinin yanında milliyetçi söylemler ve kadim bir medeniyeti yitirmeme davası da açıkça ortaya konmuştur. Bu dergi bilerek yahut bilmeyerek milliyetçiliği bize has bir medeniyetçilik tezahürü olarak kabul etmiş ve "buraya" sessiz sedasız bir tohum gömmüştür.

        Ardından İttihat Terakkili yıllar, Sırat-ı Müstakim'den ayrılan bir grup tarafından kurulan Türk Dergisi ve Türk Derneği, sonra Türk Ocakları, Ziya Gökalpler derken en nihayetinde cumhuriyet elitinin elinde kalan "Türk milliyetçiliği” kavramı... İşte bu dönem ironik bir şekilde "Türk milliyetçiliği"nin adeta mukaddesat düşmanlığı için, Türk düşmanlığı için, kadim bir medeniyetin düşmanlığı için kullanıldığı yıllar olmuştur. "Ümmet yok millet var" sloganı eşliğinde seküler bir Türkiye kurgulamanın en kuvvetli enstrümanı sözde milliyetçiliktir. Ezan kaldırılırken bile Türklük, milliyetçilik adına(!) "Türkçeleştirmek" şeklinde kaldırılmıştır. Eğitim sistemi Türk'ün kadim değerlerinden uzak bir halde şekillendirilirken bu tahribatın adı "millileştirmektir". Batının, bizzat yurtdışından getirilen yabancı uzmanlarca oluşturduğu eğitim sistemi "milli eğitim", kaybedilen kilometrekarelerce topraktan sonra batı tarafından taktir edilen, arta kalan mağlubiyet sınırları "milli sınırlarımız", hatta İngiltere'nin meşhur "British Museum"una, "Milletler ve Giysileri" sergisine gönderdiğimiz smokin "milli kıyafetimiz" olabilmiş, kadim değerlerimizden, Türklüğümüzden, gerçek milliliğimizden bahsetmek ise "milliyetçilik-Türklük düşmanlığı" olarak algılanır hale gelmiştir. Bu anlayışın en traji-komik tezahürlerinden birisi de, hiç şüphesiz , 1934’de milli musikimizin gelişimi için Türk müziğinin yasaklanmasıdır.

        Bu anlayış biçimine göre tuhaf bir milliyetçilik kavramı geliştirilmiş, aslında milliyetçilikle alakası olmayan fikir ve uygulamalar milliyetçilik adı altında meşrulaştırılmıştır. Türk Milliyetçiliği denince akla ilk gelecek isimlerden olmayan, hatta milliyetçi kitleler tarafından pek de sevilmeyen İsmet İnönü'ye göre "Türk Milliyetçiliği Osmanlı'dan kurtuluş hareketidir". Ama Benedict Anderson’un tarifini yaptığı ulus devlet sürecinde inşa edilmesi gereken “hayali cemaat”, farklı kurumlar ve milliyetçi olarak markalaşan şahıslar tarafından oluşturulmaya çalışılmıştır. Bunlardan biri hiç şüphesiz Türk Ocaklarıdır. 1930 yılında Türk Ocakları Merkez Binası’nın açılışında konuşan Hamdullah Suphi, “Milliyetçi Nesil Samimiyetle, kanaatla garpçıdır.” der ve ekler; “Anadolu İstiklal Mücadelesi, Asya’nın bu köşesinde vatan istiklali kadar Türk’ün garpçılık emellerini müdafaa etti. Karşımızdaki Avrupa orduları ne gariptir ki Avrupalılığın mümessili olan yepyeni, mücahit bir zümreye karşı dolayısıyla, hilafetle beraber Şeraiti müdafaa ediyordu. Biz yenilseydik, Avrupalılık mağlup olacaktı. Biz kazandık, Avrupalılara karşı garp fikirlerini, garp esaslarını muzaffer kıldık. Türk Ocağı dasitanî Anadolu mücadelesinin bu ruhunu kendine bir esas tanımıştır.” Hamdullah Suphi burada alenen yalan söylemiş ve henüz yaşamını sürdüren Osmanlı Devleti’nin işgalinden küffarı “Allah Allah” nidaları ile kovmak için savaşan ve bu uğurda şehit olan ecdada büyük saygısızlık etmiştir.

        Zaman ilerlerken artık “milliyetçilik” kavramını batılılaşmanın ve sekülerleşmenin kılıfı olarak kullanmaya gerek duyulmamış; özellikle 1940’larda milliyetçi söylemlerden mümkün olduğunca uzak durarak, doğrudan batılılık ve sekülerlik savunulur olmuştur. Bu durumdan muzdarip olan milliyetçi münevverler ve genç milliyetçiler tepkilerini yavaş yavaş dile getirirken, biriken enerjiye istikamet verecek fikri önder arayışları başlamıştı. İşte Nihal Atsız tam bu süreçte genç milliyetçiler için izlenecek bir rehber haline gelmiştir. Nihal Atsız’ın Türklüğü heyecanlı bir üslupla ve seçkin bir dil ile savunması, ifadelerindeki belagat ve cesaret gençleri ziyadesiyle etkilemiştir. Ne varki Orta Asya Türklüğünün bu yılmaz savunucusu Türk’ü Türk yapan değerler silsilesiyle ve bin yıldır inşa edegeldiği medeniyet ile çok fazla ilgilenmemiş, hatta bazı noktalarda bu değerlerin ve medeniyetin karşısında durmuştur. Nihayetinde, ırkçılık olarak nitelendirilebilecek bir çok fikre sahip olan, Türk’ün mukaddesatına dayanmayan ve farklı etnik kökenlere düşmanlık besleyen Atsız’ın aşısı da milli bünyeye pek tutmamıştır.

        Fakat yine de milliyetçiliğin tehlikeli ve sevimsiz bir mecrada ilerlemesinde etkili olduğu kadar, genç milliyetçilerin milli heyecanlara sahip olmasında da Atsız’ın etkisi-katkısı yadsınamaz. Zira Atsız’dan aldıkları ilk heyecandan sonra Atsız ile yollarını ayıracak pek çok münevver, Türk düşünce hayatına müspet katkılarda bulunmuş, doğru istikametlerde hizmet etmiştir. Ülkücü hareketin abide isimlerinden Osman Yüksel Serdengeçti bunlardan biridir. Yeri gelmişken Alparslan Türkeş’in de başlarda Atsız ile birlikte hareket edip sonraları Atsız’ın çizgisi ile ters düştüğünü, hatta bu ayrılıktan ve anlaşmazlıklardan ötürü Atsız’ın Türkeş’e hakarete varan mektuplar kaleme aldığını hatırlamakta fayda vardır.

        Milliyetçiliğin mukaddesat düşmanlığına, batılılaşmaya ve milli kimliğimizden uzaklaşarak yeni bir kimlik inşasına hizmet eden bir enstrüman olarak kullanılmasına karşı çıkan ve milliyetçiliği doğru bir zemine oturtma endişesi taşıyanların başlarında Osman Yüksel Serdengeçti, Necip Fazıl, Nurettin Topçu gibi isimler gelirken, belli bir süre sonra çıkış yapan Erol Güngör’lerin, Ahmet Arvasi’lerin, Dündar Taşer’lerin de milliyetçiliğin bir nevi “medeniyetçilik” olarak algılanmasındaki ciddi katkıları inkar edilemez. Fakat işin ilginci, milliyetçiliğin doğru bir zemine oturması, medeniyetçilik kıvamında algılanması, mukaddesat savunuculuğunun kuvvetli bir silahı olmasındaki asıl müsebbipler bunlar değildir. Onlar “Ocaklılar”dır.

        Evet, 60’ların sonundan başlayarak özellikle 70’lerde Anadolu’dan gelen bir nesil milliyetçiliğin ve dolayısıyla memleketteki fikir mücadelesinin gidişatını değiştirmiştir. Ocaklılar Anadolu’dan değerleri ile, mukaddesatları ile, töreleri ile beraber gelmiş, milliyetçiliğin millet tarafından, millete göre ve millet için icra edilir olmasını sağlamışlardır. Milli olmayan bir milliyetçilik anlayışı ocaklılarla birlikte dışlanmıştır, milletin değerlerine karşı kullanılma hükmünü yitirmiştir… Osmanlıyla, Selçukluyla, değerlerimiz ve tarihimizle tam anlamıyla buluşmuş, barışmış ve kaynaşmıştır. Yukarıda saydığımız abidevi isimler yolu aydınlatmış, o aydınlanan yoldan istikamete varmak ise Ocaklılara nasip olmuştur ki, her bir kafile o yola katkıda bulunmuş, güzelleştirmiş ve genişletmiştir. Münevverleri olmayan bir hareket var olamaz, dolayısıyla kimilerinin ismini zikrettiğimiz olgun münevverler ocaklı genç münevverlere el vermiş, ocaklılar genç yaşta hem aktivist hem teorisyen olarak hizmet etmiştir. Hasılı, tabiri caizse Sırat-ı Müstakim çizgisi yeniden yakalanmıştır.

        Bahsettiğimiz ocaklı nesil ideolojiyi çok yoğun bir şekilde yaşamış, hem teorik olarak hem de pratikte ürünler ortaya koymuş, mücadele etmiş, cezaevleri ile tanışmış, orada çile doldurup olgunlaşmış ve Türk siyaset sahnesine yetişkin politikacılar olarak çıkmışlardır. 90’lar, cezaevlerinden çıkan bu neslin siyasete girmelerine ve 80 öncesinin başarılı yapılarını tekrar hayata geçirme gayretlerine sahne olmuştur. Bu arada milliyetçiliğin yüzyıldır yaşadığı serüvenin içinde gözlemlenebilen değişik fikirler; dini hassasiyetlerin ideolojideki yerine dair ihtilaflar, sivil milliyetçiliğin var olma arayışları ve siyaset-ahlak ilişkisindeki anlayış farklılıkları milliyetçi camiada bir takım yol ayrılıklarına sebep olmuştur. Her işte bir hayır vardır ve filmin sonu henüz belli değildir… Gaybı Allah bilir.

        Gelelim günümüze… Sene 2008’dir. Soğuk savaş bitmiştir. Türkiye ve dünya değişmiştir. 2018’i, 2028’i, 2038’i görecek bir nesil yetişmiş ve bu onurlu davanın savunuculuğunda inisiyatif almaya başlamıştır. Yolu 80 öncesinin ocaklıları aydınlatmıştır ve halen aydınlatmaktadır ama günümüz gençleri onların yapabildiklerini yapamamaktadır. Önem verdiğimiz bir genç düşünürün ifadesiyle “kurmak” kavramı üzerine değil, “korumak” ve “kurtarmak” kavramları üzerine yoğunlaşan günümüz milliyetçileri, ocakçılığı, teşkilatçılığı, yayıncılığı, eylemciliği ve dava adamlığını halen 80 öncesinin paradigmalarına göre algılamakta, “genç nesil” olmanın gereğini yerine getirmeyip, taklitçi ve sıradan olmayı gururuna yedirebilmektedir. Üretim, tasarım ve bu kutlu davayı zamanın ruhuna uygun bir şekilde, kaliteli bir üslupla savunma gibi dertleri olmayan bir nesle bu davayı yükseklere taşımak değil, davanın cenaze namazını kılmak nasip olur. Kalitesizlik aynı zamanda ahlaksızlıktır, zira “biz varız ve mührü elimize alınca yapacağımız tamirat istikbali aydınlatacaktır” iddiasına sahip olanların kendilerini geliştirmeleri ve memleketteki diğer ideolojik alternatiflerden daha kaliteli olduklarını göstermeleri beklenmektedir. Aksi, savunulan dava içerisindeki tutarsızlığın ve dolayısıyla iddia-ahlak ilişkisindeki yanlışlığın ispatıdır.

        Olacaktır… Beklediğimiz günler sancılı da olsa doğacaktır. Çözüm bellidir. Zamanın milliyetçileri ilk başta pınarın kaynağından, yani yüz yıl öncesindeki Sıratı Müstakim’den su içmelidir. Sonra soğuk savaş dönemindeki dava adamlarını, ağabeylerimizi iyi anlamalı; onların o koşullarda inşa ettikleri, kurdukları binaların değil, “inşa etme”, “kurma” düşüncelerinin ve dava ahlaklarının taklitçisi olmalıdır. Son olarak bu inşa etme-kurma eylemini kaliteli bir üslupla, çağa uygun bir şekilde, kadim değerlerimiz ışığında icra etmelidir. İşte o zaman bugün de, yarın da bizimdir. Zira ümitsizlik Müslüman Türk’ün vasfı değildir.
Oyu Puanı: 37 - Ortalama: 5

Yorum Gönder Değerlendir Yazdır
Yorumlar

Bilgiler
Burda 2491 Köşe Yazısı Kayıtlı
Enfazla Bakılan: TARİMİZDEKİ KAHRAMAN KADINLAR...
Enfazla Değerlendirilen: TEKNOLOJİ VE İNSAN

Köşe Yazıları Bölgesini Gezen: 15 (0 Kayıtlı Üye 15 Ziyaretçi ve 0 Bilinmeyen Üye)
Görünen üyeler: 0


 


MKPortal M1.1.1 ©2003-2006 mkportal.it
Bu safya 0.83592 saniyede 15 sorguyla oluşturuldu