Son mesaj - Gönderen: Recep Ergin - Salı, 01 Kasım 2011 23:40
Sitemizin yeni hali www.gumushane.gen.tr/v2 adresinde test edilmektedir. Lütfen belirli aralıklarla ziyaret ederek, yaşadığınız aksaklıkları ve önerilerinizi admin@gumushane.gen.tr adresinden veya buradaki formdan bize bildirin.
Çoğu zaman soruyorlar, gazetecilik mi edebiyatçılık mı diye.
Her ikisi de diyorum.
Çünkü her ikisi de birbirinden besleniyor.
Öncelikle şu son zamanlarda halkın edebiyattan uzaklaşmasıyla yazılı basının gelişimi arasında bir müthiş bir ilişki olduğunu yazmam gerek.
Kapitalizmin acımasızca gelişmesi ve tüketim toplumuyla birlikte gündelik reel hayatın tek ve biricik hayata dönüşmesiyle, gazete okumak roman okumanın önüne geçmiştir.
Gündelik reel hayata bir bakın isterseniz…
Gündemlik hayat ne kadar yüzeyselleşiyorsa, gazeteler de o kadar yüzeyselleşir.
Okuma zahmetli bir iş, televizyonların başında saatlerde en çok izlenen programları izlemek keyifli bir iş olarak görülüyor.
Artık gündelik hayat, televizyon sayesinde sokaklardan ekranlara taşınmıştır.
Ne var televizyonlarda insanları be denli çeken?
Yemek programları, gelin-kaynana tartışmaları, yarışmalar...
Ve tabi gazetelerde gündelik hayatın işleyişine ve hızına ayak uydurmaya çalışıyor.
Peki ya edebiyat?
Ne yazık ki edebiyat bu sığ gündemin peşinde takılmak istemediği -veya takılamayacağı için belki de- bütün bu yaşananları bir köşeden öksüz bir çocuk gibi izlemektedir.
Baş döndürücü bir teknolojik değişimle yazılı ve görsel basının insanın hayatını her anlamda kuşatması, insana, bütün bu süreçte “edebiyatın getirdiği ince söz güzelliği hayatımızda nerde duruyor?” sorusunu sorduruyor!
Viktor Hugo’nun bir yazısında “Sefillir”in yeni ciltlerine ulaşmak için sabahın köründe matbaaların önünde uzun uzun kuyrukların oluştuğunu söylediği o günlerden, romanın artık çok az sattığı ve ilgi gördüğü günlere geldik.
Ünlü İrlandalı şair Yeats’in, gazeteciliğin edebiyatın gücünü azalttığına dair bir öngörüsü bile vardır.
Son yirmi yılını gazetecilikle edebiyatçılığı yan yana bağdaştırarak bu günlere gelen bu satırların yazarı, kimi zaman gazeteciliği ağır basan yazılar yazmış, kimi zaman da edebiyatın kanatları altında daha yazılırken uçan kelimelere sığınmıştır. Ama, edebiyatçılıkla gazetecilik arasındaki ayırımın hiç bu kadar derinleştiğini hissetmemiştim.
Çoğu zaman ibretle izlemişimdir: Adam oturuyor, bütün nezih söz sanatlarını paramparça ederek, birikim ve kültürden kopuk olarak, dedikodu ve kışkırtıcılığı gıdıklayan bir şeyler yazıyor ve bu adamın yazdıkları okunuyor? Diğer yandan ne yaman bir çelişkidir ki, Tanpınar’ın ismini ilk kez duyduklarını söyleyenler “Yemekteyiz” yarışma programlarını seyrederek edebiyattan kopuş sürecini daha da hızlandırıyorlar.
İşte tam burada gazeteciliğin edebiyattan yararlanması gerektiğini düşünüyoruz: Gazeteciliğin, insanlara, gündelik hayat içinde düşünmek zorunda olmadıkları şeyleri düşündürtme ve gözden kaçırdıkları gerçekleri bulup çıkartma gibi bir misyonu yok mudur? Gazeteci-yazarların artık edebiyatla ilişki kurmaları ve hatta sadece edebiyatla da değil, felsefeyle ve sanatın diğer bütün türleriyle işbirliği yaparak gerçeği “etkili” bir şekilde yazmaları gerekir.
Ben şahsen içinde edep ve edebiyat olmayan hiç bir gazeteyi okumak istemiyorum.