Son mesaj - Gönderen: Recep Ergin - Salı, 01 Kasım 2011 23:40
Sitemizin yeni hali www.gumushane.gen.tr/v2 adresinde test edilmektedir. Lütfen belirli aralıklarla ziyaret ederek, yaşadığınız aksaklıkları ve önerilerinizi admin@gumushane.gen.tr adresinden veya buradaki formdan bize bildirin.
Köşe Yazıları Bölgesi

Köşe Yazıları->Fatih YALÇIN->TAŞRALI BEYAZ TÜRKLER [ Arama ]

TAŞRALI BEYAZ TÜRKLER
Başlık TAŞRALI BEYAZ TÜRKLER
Açıklama -
E-Mail -
Siteye Ekleyen AdamGibi

     “Bir Dinozorun Anıları” adlı hatıratın yazarı Mina Urgan Anadolu’dan gelen akademisyenlerin yoğunlukla olduğu bir konferansta memleket meseleleri üzerine epeyce bir malumattan sonra Anadolu’dan gelen aydınlara dönerek: “Efendiler şu ana kadar söylediklerim birer ayrıntıdan ibarettir. Bu memleketin asıl problemi biz yani asiller ile siz yani Anadolular arasındaki iktidar mücadelesidir. Takdir edersiniz ki iktidarı elinde bulunduranlar bu gücü kolay kolay sizlere teslim etmeyiz. Teslim etmemek için bundan sonra da elimizden gelen ne varsa yapacağız. Ama bütün samimiyetimle şunu ifade eydim ki bu memleketin kurtuluşu sizlerin iktidarındadır.” mealinde dinleyicileri hayrete düşüren cümleler kurar. Bu tespiti ilk defa Mina Urgan mı yapıyor. Tabi ki hayır… Belki yüzlerce kişi bu minvalde cümleler kurmuştur bugüne kadar. Peki, o zaman bu cümlelerin kıymeti nereden geliyor. Elbette ki bir itiraf hükmünde olmasından…
      Yaptığımız girişten kimse bu ülkede hiçbir Anadolu’nun iktidarı elinde bulundurmadığı şeklinde bir mağduriyet edebiyatı yaptığımı falan zannetmesin. Nüfus kütüğünde Anadolu’nun herhangi biri olduğuna dair ibareler düşülmüş birçok insan iktidar koltuğuna oturabildi. Ancak, bu Anadolulu seçkinler sadece oturmakla kalabildi. Çünkü o koltuğa oturmanın her zaman bir bedeli vardı. Bu bedel o koltuğa oturduğu anda geçmişinin bir nüfus kâğıdından ibaret olmasıydı.  Ödediler… Anasının elinden içtiği çorbanın tadını, mahalle aralarında oynadığı oyunları, mahalle arkadaşlarını, taşralı sevdalarını, çektiği insanlarının çektiği çileleri unutarak ödediler diyetlerini. Ve ödettiler Anadolu’ya…  Üstat Osman Yüksel Serdengeçti’nin lügatiyle kapıda başlayan döneklik bir kader gibi görünmeye başladı. Ne zaman ki iktidardan düştüler işte o zamanda timsah gözyaşları süzüldü yanaklarından. Onların söylediklerinden geriye kalan doğrular işte bu timsah gözyaşı dönemine rastlar.
      Peki bu memleket kurtuluşu reçetesi için değişen bir şey var mı? Hayır Efendim. Değişen hiçbir şey yok. Urgan’ın dediği gibi kurtuluş Anadolu çocuklarının yüreklerinde, samimiyetinde, dürüstlüğünde ve en önemlisi kadirşinaslığında saklıdır. Ancak mevcut aile eğitimi şekli, eğitim sistemi ve toplumsal hayatın öncelikleriyle yetişen bir çocuğun böyle bir sorumluluğu taşıyacak yüreğe sahip olması mümkün değildir. Öğretmenlik yaptığım yıllarda sene başı ve sene sonlarında yapılan genel toplantılarda eğitimle ilgili problemlerin kaynağı olarak nerdeyse üçte ikisi öğrencilerin kapasitesizliği, beceriksizliği düşüncesizliği gösterilirdi. Her defasında bu memleketin çocuğu olarak bu söylemin ne kadar onur kırıcı ve yanlış olduğunu söylesek de bir anlam ifade etmedi. Bu insanlara göre temel problem buydu ve kaynağı doğuştan ve aileden getirilenlerle ilgili olduğu için hiç kimsenin altında ezileceği bir kusuru yoktu. Evinde saygı görmeyen bir çocuğu, ilk planlı sosyalleşme dönemi olan okullarında öğretmenleri aşağılıyor ve bunun neticesinde başarı bekliyorduk. İşin en üzücü tarafı ise bunu yapan arkadaşlar yirmi yıl önce o koltuklarda oturuyor olmasıydı. Balta ve sap meselesi…
      İnsanımız için çok sıkı dokunmuş bir elekten geçme süreci vardı ve bu süreçten zor bela geçenler taşranın asilleri olup çıkıyorlardı. Ankara bize ne kadar uzaksa bu taşralı aydınlar(!) da halkına o kadar uzaktı. Diğer bir tarafta bu süzgeçten zor bela geçen bir takım insanlar da taşradaki herhangi bir insan gibi yaşamayı onlardan tarafa olmak saydı. Onlar gibi düşünmeyi, onlar gibi davranmayı bir marifet saydı. En kötüsü de buydu aslında. Halkın içinde olan birkaç kişide onlara önderlik yapmak yerine onlar gibi kalmayı tercih ettiler. Nihat Genç’in “aracı aydınlar” diye nitelendirdiği bu kişiler sorumluluklarının adamı olmadılar. Onların görevi halkı olan bitenden haberdar etmekti, anlayamadıkları konularda onları aydınlatmaktı ve en önemlisi onları beyaz Türklerin, holding sahiplerinin kapitalist değişim sürecinin önünde savunmasız birer piyon olmalarını engellemek, onlara şuurlu bir değişim önersinde bulunmaktı. Bugün kentteki bir genç kızla, kırsaldaki bir köylü kızın rüyalarını aynı hayaller süslüyorsa, iki yürek de aynı televizyon kahramanlarını gizli sevda duyuyorsa “aracı aydınlar” görevini yapmamış demektir.
     Taşralı aydınlar ne mi yapar? Onlar kendileri için asıl asillerin yaşam tarzının kendi küçük dünyalarındaki küçültülmüş bir örneğini yaşarlar. Bütün sosyal ilişkilerini kendisi gibi olanlarla kurarlar. Onlar kurumlarına ait lokallerde oyun oynarken, mesai doldurmak için konuşurken memleket kurtarırlar. Onların kurtardığı memlekette her şey onlar için düzenlenmiştir. Dedikodularında bile vatandaş yoktur anlayacağınız. Çok iyi bilirler ki bu memleketin asıl kurtuluşu, onlardan kurtuluşu ile mümkündür.

Oyu Puanı: 41 - Ortalama: 4

Yorum Gönder Değerlendir Yazdır
Yorumlar

Bilgiler
Burda 2491 Köşe Yazısı Kayıtlı
Enfazla Bakılan: TARİMİZDEKİ KAHRAMAN KADINLAR...
Enfazla Değerlendirilen: TEKNOLOJİ VE İNSAN

Köşe Yazıları Bölgesini Gezen: 14 (0 Kayıtlı Üye 14 Ziyaretçi ve 0 Bilinmeyen Üye)
Görünen üyeler: 0


 


MKPortal M1.1.1 ©2003-2006 mkportal.it
Bu safya 1.26179 saniyede 15 sorguyla oluşturuldu