Son mesaj - Gönderen: Recep Ergin - Salı, 01 Kasım 2011 23:40
Sitemizin yeni hali www.gumushane.gen.tr/v2 adresinde test edilmektedir. Lütfen belirli aralıklarla ziyaret ederek, yaşadığınız aksaklıkları ve önerilerinizi admin@gumushane.gen.tr adresinden veya buradaki formdan bize bildirin.
Köşe Yazıları Bölgesi

Köşe Yazıları->Talat ÜLKER->MİLLİLİK VE İKTİDAR [ Arama ]

MİLLİLİK VE İKTİDAR
Başlık MİLLİLİK VE İKTİDAR
Açıklama 10 Ocak 2007 tarihli Kuşakkaya Gazetesindeki yazısı
Siteye Ekleyen AdamGibi
            Türk Cumhuriyeti hükümetleriyle IMF arasındaki ilişkilerin iktisat ilminin doğruları açısından incelenmesi uzmanların işidir elbette. Gerçi, ekonomi iktisatçılara, adalet hukukçulara bırakılamayacak kadar önemlidir kabilinden bir nükte zihnimde dolaşmıyor değil ama ben gene de iktisadi bir analize girişme ukalalığı yapmayacağım. Zaten meselenin milli egemenlik ve milli onur açısından yorumu daha öncelikli. Meseleyi milli onurumuz ve milli egemenliğimiz bakımından irdelediğimiz de gördüğümüz şudur ki Türkiye yeniden Düyun-u Umumiye yıllarına döndürülmüştür. Hükümetler değişse de sonuç değişmiyor. Hem zihniyet hem de iktisat bakımından bağımlı bir ülkeyiz artık.

            IMF teftişçilerinin ikide bir ülkemize gelerek talimat yağdırmasını içine sindirebilenlerde bu ülkeye ve dahi bu millete saygının zerresi var mı acaba? Şimdi birileri kalkıp da bana "iktisadi faaliyetlere hamasi duygularla yaklaşmak doğru değildir." demeye kalkışmasın sakın. Ülkemizin müstemleke muamelesine tabi tutulmasının iktisadi mecburiyetlerle izah edilmeye kalkışılması abesle iştigaldir. Ve bilinmelidir ki tarihin bütün büyük hamleleri "iktisadi bedeller" ödenerek gerçekleştirilmişlerdir.

            Tarih şahittir ki Avrupalıların Asyalılarla kurdukları iktisadi ilişkilerin ardında kârdan daha ziyade siyasi hesap vardır. İMF ve AB ile ilişkilerimizde dikkatli olmamızı gerektiren asıl husus da budur. Çünkü bizden istenenlerin perde arkasında hep Batılının bizimle bitiremediği hesaplaşma vardır. Batının bizimle hesabi nedir? Tarih bugünü anlamanın mihengi yapılırsa görülecektir ki Batı bize bakışındaki şu üç esastan vaz geçmez:

            1-Biz batının gözünde inanç bazında kabul göremeyiz. Onların bizim inançlarımızı onaylamaları mümkün değildir. Biz Müslümanlar, Hıristiyanlığa " özü bozulmuş bir hak din", Hz. İsa'ya da "hak peygamber" gözüyle bakarız. Peki, batılılar bizin inançlarımıza hangi gözle bakarlar? Onlar için İslam, "uydurma bir dindir" ve "Muhammet peygamber değildir." Bu durum tarih boyunca böyle olagelmiş ve Katolik kilisesinin "dinlerin eşitliğini" kabul etmemesiyle de alenen tasdik edilmiştir.

            2-Batının şuur altında biz "düşman bir medeniyetin mirasçıları" olarak yer etmişizdir. Avrupalıların fikir ve duygu dünyalarından Haçlı seferleriyle başlayan uzun bir tarihin yenilgilerini, öfkelerini, kinlerini sildiklerine dair hiçbir karine gösterilemez. Ya biz medeniyetimizin iddialarından vaz geçeceğiz ya onlar. Bu her iki halde de mümkün değildir.

            3-Avrupalının nazarında biz Doğu Roma topraklarının işgalcileriyiz. Katolik ve Ortodoks Avrupa'nın bu güzel coğrafyayı bize kaptırmış olmanın ezikliğinden kurtulmuş olabileceklerini ve bu toprakların bize ait olduğu gerçeğini içlerine sindirmiş olduklarını düşünmek için gerçekçi hiçbir gerekçe ileri sürülemez.

            Bütün bunları bir tarafa bıraktığımızı farz edelim. Geçmişte yaşadıklarımızı hiç olmazsa ibret almak için hatırlamak gerekmez mi? 1860 yılında İngilizlerin kapısından kovulunca Mires isimli Fransız bankere 6 milyon Frank rüşvet vererek borç bulduğumuz günlerden çıkarabildiğimiz bir ders var mıdır?

            1856'da Osmanlıdan alacaklı olan yabancıların hukukunu korumak amacıyla kurdurulan Bank-ı Osmanî'den, 1875 yılından itibaren aldığımız şartlı borçlar nedeniyle mali denetim hususunda Avrupalılara verdiğimiz ödünlerden, 1879'da devletin, hükümranlık hakkı olan bazı vergiler de dâhil altı kalem gelirini on yıl süreyle yabancılara bırakmak zorunda kaldığı Rüsum-u Sitte anlaşmasından, 1881'de o günün şartlarıyla bir "tahkim" sayılabilecek Muharrem Kararnamesi pazarlığından ve aynı yıl kurulan Düyun-u Umumiye-i Osmaniye Meclis-i İdaresi adlı sekiz üyelik heyetin başımız üstünde baş olduğu günlerden ders çıkarmasını bilmeyen iktisatçılara bilim adamı, siyasilere de devlet adamı demek mümkün müdür?

            Ekonomisini başkalarına yönettiren, hukukunu başkalarının taleplerine göre yapılandıran bir ülkenin bağımsız olduğunu söylemek ne kadar inandırıcıdır? Lozan'da Avrupalı Devletlerin eski borçlarımız ve hukuki yapımız konusunda Ankara hükümetine hangi zorlukları çıkardıklarına bakmak günümüzdeki İMF ve AB taleplerini anlamayı kolaylaştıracaktır.

            Ne söylemek istediğimize dikkat edilmeli ve neye karşı olduğumuz iyi anlaşılmalıdır. Mesele alınacak olan dış kredilere karşı çıkmak ve içerisinde yer alınacak uluslar arası teşekkülleri reddetmek meselesi değildir. Mesele önceliklerimizi ve vazgeçilmezlerimizi doğru tespit etmektir.

            Herkes çok iyi bilmelidir ki Anadolu coğrafyasında kalıcı olmak istiyorsak milli devlet olgusundan vaz geçemeyiz. Milli kimliğimizi ve milli hâkimiyetimizi herhangi bir "fayda" uğruna zedeleyemeyiz. Eğer ekonomik fayda milli kimlik ve milli hâkimiyet kavramlarının önüne geçiyorsa devlet fikri can çekişiyor demektir. Yeniden altı çizilmelidir ki devlet, kurumlar toplamından daha ziyade kabuller toplamıdır. Bu kabuller milletin var olma kararlılığının kurumlara yüklediği anlamlarda aranmalıdır.

            Bir ekonomik programın başarısı öz kaynaklara değil de dışarıdan saylanacak desteğe bağlanmışsa ilk düğme yanlış iliklenmiş demektir. Kendi kaynaklarını doğru ve verimli kullanmak gayretinden mahrum politikaların millet onurunu rencide eyleyerek, milli devlet ülküsünü yaralayarak yol alması onaylanamaz.

            Gelinen noktada başındaki "milli" sıfatının, süsten öte bir anlamı olduğuna inanan hükümetlerin sergileyecekleri "onurlu" tavra susamış durumdayız. "müstemleke payesine destek" anlamına gelen kampanyalarına aldırmadan iktisadi hayatın muhtaç olduğu milliliği tesis etme vazifesini yüklenecek bir kadroya ihtiyacı var milletimizin. Bir kadro, gündelik siyasetin bütün kavramlarını bir yana bırakarak,  milleti yeniden heyecanlandıracak ve millete büyüklük rüyaları gördürecek "program ve ilkeler"le siyasi hayatımızın çöle dönen görüntüsünde bir vaha gibi yeşerip yüreklerimize umut salmalıdır. "Milliliğin" hamasetin ötesinde bir yönetim ve davranış biçimi olduğunu bilen ve bu bilişin bilinciyle meselelere sarılan bir kadro bugünkü siyasi hayatın değerleri kirleten bu pis havasında soluk alabilir mi? İşte cevabını bilmediğim soru da bu?

Eskiler ne güzel söylemişler:

Et kokarsa tut dökerler

Tur kokar ise ne çare
Oyu Puanı: 26 - Ortalama: 5

Yorum Gönder Değerlendir Yazdır
Yorumlar

Bilgiler
Burda 2491 Köşe Yazısı Kayıtlı
Enfazla Bakılan: TARİMİZDEKİ KAHRAMAN KADINLAR...
Enfazla Değerlendirilen: TEKNOLOJİ VE İNSAN

Köşe Yazıları Bölgesini Gezen: 11 (0 Kayıtlı Üye 11 Ziyaretçi ve 0 Bilinmeyen Üye)
Görünen üyeler: 0


 


MKPortal M1.1.1 ©2003-2006 mkportal.it
Bu safya 1.20725 saniyede 15 sorguyla oluşturuldu