Yazdırdığınız Makale: BATILI SEYYAHLARIN GÜMÜŞHANE İZLENİMLERİ.


BATILI SEYYAHLARIN GÜMÜŞHANE İZLENİMLERİ

 
        Seyahatname ve hatıratlar dönemin sosyal hayatını ve folklorik yapısını aksettirmelerinden dolayı tarihi kaynak oldukları tartışma götürmez bir gerçektir. Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki Avrupa kaynaklı bu tür eserler, iki farklı kültür çevresinin, yani Batı ile Yakındoğu İslam dünyasının karşılıklı ilişkilerini ortaya koyan birer kaynak olarak cazibesini her zaman artan bir şekilde korumuştur. Diğer taraftan, Osmanlı sefaretnamecilerinin de Avrupa ülkeleri hakkında tuttukları notların  benzer bir işlevi gördükleri kolaylıkla söylenebilir.

        Özellikle XIX. yüzyılda ister diplomatik bir görevle, ister kendi hesabına doğuya seyahat eden gezginler, bize, batılıların zihniyetini yansıtan ve dönemin bir çok bakımdan anlaşılmasını sağlayan önemli malzeme bırakmışlardır. Hemen ifade etmek gerekir ki, bu seyyahlar genellikle bilimsel bir kaygı taşımıyorlardı. Aksine egzotik buldukları yabancı insan ve doğayı tasvir etmek onların öncelikleri arasındaydı.

        Bu haftaki yazımızda Gümüşhane\'den muhtelif tarihlerde geçen yabancı seyyahların şehrimizle ilgili izlenimlerini size aktarmak istedik. 

Theophile Deyrolle\'nin Gümüşhane İzlenimleri

      1869 yılında  şehri ziyaret eden Fransız tabiat araştırmacısı Theophile Deyrolle, Gümüşhane bahçeleri ve bunların baş düşmanı olan sel baskınları hakkında şunları yazar:

            "Bayburt yolu, bir müddet iki yanında meyve bahçeleri uzanan Harşit suyunu takip eder. Bu bahçelerin büyük bir kısmı su basana arazide yapılmıştır. Fakat, suların istilasına karşı taş ve çalı ile yapılmış kuvvetli setlerle korunmuştur. Bu setler söğüt ağaçları dikilerek sağlamlaştırılmıştır"

            T. Deyrolle, Gümüşhane bahçelerini tanıtırken şöyle der:

            "Ardasa\'dan Gümüşhane\'ye bir saat kalıncaya kadar Harşit Çayı\'nın mecrasına çıktım. Yeşillik olarak bodur bir takım ağaçlar, meşe ve çamlar vardı. Etraf çoraktı. Kayalar beyaz, kireçli idi. Fakat, yolun bir dönemecinde gözlerimi şirin bir manzara aldı. Köpürmüş suların kenarında, meyve ağaçlarının ortasından hanlar ve değirmenler yükseliyordu. Gümüşhane\'ye geliyordum. Bu şehrin bahçelerinin bana mübalağalı bir dille methedilmiş olduğunu anlıyordum. Yeşillikler içinde kıvrılan bir yatakta akan Harşit çayı boyunu çıkıyordum. Murad Hanı\'na vardık. Artık burada Harşit suyu küçücük bir dere halini almıştı. Ulu ağaçların, meşelerin, kavakların, kızıl ağaçların yerlerine de bodur bir takım ağaçlar kaim olmuştu. Yabani elmalar ve ahlatlar, meyve ağaçlarının son izleri olarak görünüyordu"

       Bir Ermeni\'nin Gümüşhane Hakkında Deyrolle\'e Anlattıkları

            Deyrolle 1869\'da evinde misafir olduğu bir Ermeni\'den naklen Gümüşhane\'deki meyvecilikle ilgili şunları yazmaktadır.

            "Uyumadan, ev sahibinden ve akşam yemeğine çağırdığı misafirlerinden, memlekete dair işittiğim şeyleri not ettim. Gümüşhane\'de meyve ticareti mühimdi. Ortalama olarak yılda 200.000 kuruş tutuyordu. Armut sandıklarla Trabzon, İstanbul ve Erzurum\'a sevk ediliyordu. Sevkiyatın zamanı da, bozulmamaları için, meyveler tam olmadan, Eylül ve Ekim aylarında yapılıyordu. Elmalarına gelince, elmacılık aleminde şöhretli olan Amasya elmalarıyla rekabet ediliyordu. Aşıcılık sanatı bu memlekette çok ileri gitmişti. Bahçelerde her dalında başka başka çeşitleri bulunan meyve ağaçları gördüm. Gümüşhane; Erzurum, Bayburt ve Trabzon\'a pek çok kiraz gönderir. Erik ve kayısı ve beyaz dut, evlerin taraçalarında serilerek güneşte kurutulur. Kırlar da yabani meyve ağaçlarıyla dolmuştur. Bütün sahil boyunca olduğu gibi, bağlar, hemen hiç bakılmayarak yetişir, ağaçlara serbest serbest sarılırlar".  

Gümüşhane\'den Fransa\'ya Götürülen Tohum ve Aşı Kalemleri

        Kendisinden meyve kalemi isteyen Fransız ziraatçılar için aşı kalemi temin maksadıyla Gümüşhane\'ye yaptığı ikinci seyahati Deyrolle şöyle anlatır:

            "Fransa\'dan ayrılırken bazı amatör ziraatçılar, benden tohum ve aşı kalemi istemişlerdi. Bu maksatla Karakaban dağı yolu ile tekrar Gümüşhane\'ye gittim. Karakaban dağı yolunda, dağdan vadiye doğru inerken bir tepe üzerinde İstavroz Köyüz vardır. Burada bir çeşit elam ağaçlarından kalemler kestim. Bunların meyvesi  küçük, fakat renkleri kehribar gibi sarı ve lezzeti pek nefis. Akşam üzeri Gümüşhane bahçelerine gelmiştik. Kurt Ali Oğlu hanında yatmak üzere Harşit suyunu geçtik. Ertesi gün bahçe sahiplerine müracaat ettim. Ancak ihtiyar Türklerde görülebilen bir temizlik ile istediğim ağaçlardan istediğim kadar aşı kalemi alabileceğimi söylediler. Oniki çeşit armut, on cins elma, bir çok kiraz, şeftali, kayısı ve badem kalemleri kestim. Bütün kestiğim kalemleri taşıyabilmek için bir at kiralamak gerekiyordu"

Gümüşhane Derileri Avrupa\'ya İhraç Ediliyordu

       T.Deyrolle, Gümüşhane\'deki dericilik sektöründen de şu şekilde bahsetmektedir.

            "Keçi, oğlak ve tavşan derisinden  de pek çok istifade ederler. Gümüşhane\'de deri ticareti günden güne inkişaf etmektedir. Büyük bir kısmı Trabzon\'a ve oradan da Avrupa\'ya sevk edilmektedir. Gümüşhane pazarında az miktarda, ayı, kırt, tilki, vaşak, zerdova, sansar ve samur postları da bulunmaktadır.

Avusturyalı Seyyah  Charles S. Ryan\'ın Gümüşhane İzlenimleri

             1877 yılının güz aylarında şehri gören Avusturyalı Doktor Charles S. Ryan, hem madenlere hem de bahçelere değinerek şunları yazmıştır.

            "Gümüşhane kasabasına ulaştık. Bu kasabanın adının tanınması, yakınında çok eski zamanlardan beri işletilen gümüş madenlerinin bulunmasından ileri geliyordu. Benim gibi bir Avusturyalıya göre, burası bir maden kasabasına hiç benzemiyordu. Kazmalardan hasıl olmuş toprak tepeleri, sıra sıra maden ocakları vesaire nerede idi! Ne çalışma gürültüleri, ne su basan tulumbaların sesleri vardı. Etrafta iyi bir şantiye bile görünmüyordu. Ertesi sabah Gümüşhane\'den çıkarak fındık ve başka meyve ağaçlarıyla örtülü iki tepe sırası arasındaki vadide ilerlemeğe başladık. Yarım mil genişliği, yedi mil kadar uzunluğu olan bu vadide ilerlerken, yolun her iki tarafında çok güzel armut bahçelerine rastlıyorduk. Bu sonbahar mevsimi ortasında o yoldan geçerken, kemale gelmiş bulunan kocaman sulu armutlar başımızın üstündeki dallardan yüzümüze çarpıyordu"

            1878 senesinin baharında Erzurum\'dan Trabzon\'a döndüğü sıralarda aynı armut bahçelerini anlatan Ryan, bu farklı zaman için de şunları yazıyordu

            "Dağların yamaçları muazzam yamaçlarla süslüydü. Nihayet armut ağaçları ile süslü olan yola girdik. Altı ay evvel Erzurum\'a giderken buradan geçtiğim sırada, bu ağaçlar sulu ve tatlı meyvelerle doluydu. Şimdi tekrar arkadaşlarımla Trabzon\'a dönerken, bu ağaçlar baştan aşağı tomurcuklanmışlardı. Şimdi savaş bitmiş, kış sonra ermiş ve bütün vadiyi dolduran beyaz armut çiçeklerinin kokuları, Karadeniz\'in gittikçe bize yaklaşan suları üstünden gelen rüzgarlarının hafif ıtrıyla karışmaktaydı".

            Ruj Gonzeles de Clavijo\'nun Gümüşhane Yolculuğu

Gonzeles de Clavijo, İspanya elçisi olarak Timur nezdine tayin edilmişti. Clavijo, 27 Nisan 1404 yılında Trabzon\'dan yola çıkmış 4 Mayıs\'ta Erzincan\'a varmıştı. Timurluların tarihi için büyük öneme sahip olan Clavijo\'nun gezi notları, aynı zamanda Bizanslılar, Türkler, Cenevizler ve Venediklilerin birbirleriyle veya kendi aralarında cereyan eden mücadelelerle ilgili kıymetli bilgiler içermektedir. Clavijo\'nun Gümüşhane\'den geçtiği tarihlerde bu bölge henüz  Osmanlılar tarafından fethedilmiş değildi.

Clavijo, gezi notlarında Trabzon\'dan çıkışı ve Gümüşhane vadisinden sonra Erzincan\'a varışı ile ilgili önemli bilgiler vermiştir. Burada onun Torul\'dan başlayarak Erzincan sınırına kadar olan izlenimlerinin bir bölümünü aktaracağız.

"Ertesi gün Çarşamba saat dokuz sıralarında yolumuzu kesen bir kale ile karşılaştık. Cadaca adlı bu kalenin eteğinde bir nehir akıyordu. Diğer taraftan çırılçıplak dağlar uzanmaktaydı. Bunların içinde yol bulmak imkansızdı. Yol, kalenin kayalarıyla nehrin mecrası arasındaki dar geçitten ibaretti. Yol o kadar dar idi ki, ancak bir insan veya bir at geçebiliyordu. Bundan dolayı kalede bulunanlar çok az oldukları halde, burada geçenleri durdurabiliyorlardı. Bu dağları aşmak için bundan başka bir yol yoktu. Cadaca kalesinden çıkan birkaç kişi bizden bir miktar ücret istediler. Götürdüğümüz eşya için gümrük vergisi ödemek zorunda olduğumuzu söylediler. Biz de verdik. Cabasica (bu zat bu bölgenin idarecisi idi)lorduna ait olan bu yer, eşkıya ile doluydu. Bu yoldan geçmek isteyenler biraz kalabalık olmalıdır. Yoksa buradan emniyetle geçmenin imkanı kalmaz. Ayrıca, buradan geçmek isteyenler, Cabasica  ile adamlarına mühim miktarda para hazırlamış olmalı ve bunları ona hediye etmelidirler.

Cadaca kalesinden üç fersah ileride ve yüksek bir kayanın üzerinde yapılmış bir kale vardı. Burada da yol çok dardır. Burayı geçtikten sonra Doril (Torul) adlı müstahkem bir kaleye vardık. Bu kale henüz yeni inşa edilmiş gibi görünüyordu. Yolumuz onun eteğinden uzanmaktaydı.

Bu havalide hüküm süren Cabasica\'nın bu kalede ikamet etmekte olduğunu haber aldık. Tercümanımızı ona yollayarak nerede bulunduğumuzu öğrenmek istedik. Cabasica, bizim hakkımda bilgi almış bulunuyordu. Çünkü öbür kalelerden ona bize dair bilgi verilmişti. Tercümanımız kaleye vardıktan sonra, kaleden çıkan bir atlı ize doğru gelerek, Cabasica\'nın durmamızı emrettiğini söyledi. Hepimizde atlarımızdan indik. Eşyalarımızı yol üzerinde bir yere döktük. Kaleden gelen atlı, buradan geçen her insanın Cabasica\'ya vergi verdiğini, ayrıca kendisine hediye sunduğunu söyledi. Sonra Cabasica\'nın Türkler ile savaşmak için adam toplamak üzere bu dağlardan ikamet ettiğini, biricik gelir kaynağının da yolculardan aldığı vergilerle düşmanlarından elde ettiği ganimet olduğunu anlattı. Buna karşılık kaleye giderek Cabasica ile görüşmek ve ona hürmetlerimizi sunmak istediğimizi, çünkü elçilere layık hareketin bu olduğunu söyledik. Fakat, Cabasica\'nın etrafında çoğalan adamları buna razı olmadılar. Cabasica\'nın ertesi günü kaleden çıkarak bizzat bizi ziyaret edeceğini söyledi"

            Devam eden satırlarda Cabasica ile elçilik heyeti arasında yapılan görüşmeler ayrıntılı olarak anlatılır. Elçilik heyetinin Cabasica\'yı memnun etmek için epeyce uğraştıkları anlaşılmaktadır. Cabasica\'ya hediyeler verildikten sonra elçilik heyeti yoluna devam eder. Bundan sonraki yolculuk şu şekilde anlatılmaktadır.

            "Öğleden sonra yine Cabasica\'ya ait bir kaleye vardık. Buradan çıkan atlılar da bize doğru gelerek yine para ve hediye istediler. Bunlarla da bir hayli çekiştikten sonra para vermeye razı olduk ve yolumuza devam ettik.Aynı gün öğleden sonra ilk saatlerde bir vadiye vardık. Buraya yakın bir yerde, Çepni aşireti Türklerinin kuvvetli bir garnizon kurduğu, yeni inşa edilmiş bir kale vardı. Bunlar (Çepniler), Cabasica\'nın ile savaş halinde olduklarından dolayı, Cabasica ve adamlarını gözetlemek için bu vadiye yerleştirilmişlerdi. Cabasica\'nın adamları ortalığı keşfe çıktılar. Sonunda döndüler. Biz de hiçbir saldırıya uğramadan bu bölgeyi geçerek Alansa köyüne vardık... Alansa köyünde köybaşı olan bir Türk asilzadesi ile karşılaştık. Bu zat, (Timur\'a bağlı) Erzincan valisi adına burada hüküm sürüyordu. Bize son derece iyi muamele eden asilzade, kalmamız için yer göstermiş, rahatımızı sağlayacak her şeyi yapmış, levazım ve erzak yollamıştı. Mayısın üçüncü gününe rastlayan ertesi günü Alansa\'dan ayrılarak, yine bir Türk köyüne vardık. Bize at verdiler. Yiyecek ve içeceğimiz temin ettiler. Geceyi daha ileride olan bir köyde geçirdik ve burada da atlarımızı değiştirdik"

             "Bütün yol esnasında tüm ihtiyaçlarımız karşılanıyor ve bizden para alınmıyordu. Gerek gece, gerekse gündüz nereye uğrarsak bize yemek veriliyor, halılar getirilerek altlarımıza seriliyordu. Sonra sofra kurularak yemekler getiriliyordu. Köylerde köy ekmeği yiyorduk. Her yerde aynı izzet ve ikramı gördük. Bir yerde geceleyecek olsak önümüzde yiyeceğimizden fazla yemekler konuluyordu. Uğradığımız her köyün beği bizi karşılıyor, bilhassa Timur\'un elçisinin bir sözünü iki etmiyorlardı"

            Kuşkusuz Gümüşhane\'ye gelen batılı seyyah yukarıda isimleri anılanlarla sınırlı değildir. Bunların yanında Vital Cuinet, Edmund Naumann ve H. F. B. Lync\'in adlarını da zikretmeliyiz.