Yazdırdığınız Makale: YÜZÜNÜZ AĞ OLA!.


YÜZÜNÜZ AĞ OLA!

 
Sanırım Hasan Basri Hazretlerinin bir tespitidir:

Kıyamet günü cehennemlik bir kişiyi, zebaniler ateşe doğru sürükleyip götürürken o kişi can havliyle ya rabbi, ya rabbi diye yalvarmaya başlar. Buna karşılık Yüce Allah, ona şöyle cevap verir:

Sorun bakalım ona, onunla nereden tanışıyoruz ve Ben onun ne zaman Rabbi oldum?!

Demek ki Yüce Allah’ı bizimle beraber olmasına, O’nun sevgi ve yardımını hak etmeye yüzümüz olmalıdır.

Peki yüz nedir, nasıl olmalıdır?

İnsanın kaç yüzü vardır?

Yüze neden maske takılmalıdır, maskenin altında ne vardır?

Bu sorular insan denilen varlığı iyice tanıyabilmemiz için çok gerekli sorulardır. İnsanım diyen herkes dönüp aynada kendi yüzüne bakmalıdır.

Yüz, kalbin aynası ve birebir örtüşenidir. Kalpten ne geçiyorsa, yüze de o yansır. Kalpten ihlâslı düşünceler ve sofiyane hal ve duruşlar geçiyorsa, yüz buna kayıtsız kalamaz, yüz de nurlanır ve gururlanır. Bu durumda yüz, gerçek örtüşeniyle buluşur ve hiç zorlanmadan, acı çekmeden, mutlulukla tebessüm eder.

Ama kalpten çirkef düşünceler geçiyorsa yüz de bu durumdan nasibini alır; şekilden çekile girer. Yüz kalpteki çirkefliği örtmeye çalışır. Kendini gurur ve mutlulukla takdim edemez. Tezatlık daha yüzde kendini gösterir; yanaklar kulaklara gidiyorken, gözler yerin dibinde magmayı yoklar.

Onun için, kalpten ne geçtiğini bilemediğimizden, belli bir sosyal diyalog kurduğum bütün insanların, samimi olup olmadıklarını anlamak için ilkin yüzlerine bakarım. Yalanla bir pazarlıkları yoksa, yüzlerinden geçen iklim sıcak olur; yüzdeki bütün organlar aynı amaca hizmet ediyor olmanın mutluluğuyla sizi sarar, sarmalar. Yüz, yüzümüzde anlamını yitirmeden durur.

Ama ya kalp, nifak merkezi ve herkesi yüzle aldatıyor ve zehirliyorsa?

İşte o zaman, bu durumu önceden anlayabilmek ve gerekli tedbirleri alabilmek için, o kalbin yansıtıcısı yüze iyice ve dikkatlice bakmak gerek.

Mesela ben çok iyi tanıdığım bir insanın yalan söylediğini sık sık gözlerini yummasından anlarım. Bu durumda olan insanların kimisi gözlerini yumar, kimisi gözlerini mahcup edalarla kaçırır, kimisi de istem dışı el ve vücut hareketleri yapar. Kalbin fitne ve fesat merkezli talimatlarına yüz direnir, onun için organlar uyumsuzlaşır ve huysuzlaşır.

İşte buradaki yüz, yüzdeki anlamını yitirir, dolayısıyla  “yüzsüz”leşir.

Anlamını yitiren yüz de, başka bir kelimenin boyunduruğu altına girerek silikleşir, pasif bir durum düşer.

Ben bu durumu hep şuna benzetirim: Türkçe’de birleşik isimlerin ayrı veya bitişik yazılıp yazılmadıklarını anlatırken, bir araya gelen her iki kelimeden birisi veya her ikisi anlamını yitirmişse, o birleşik isim bitişik yazılır, deriz. Örnek olarak, “yeryüzü” kelimesini verelim: Yer, anlamını korumuş ama yüz kelimesi anlamını yitirerek önceki kelimenin boyunduruğu altına girmiş ve her iki kelime de başka bir anlam terkibiyle karşımıza çıkmıştır. Onun için bu ve bunun gibi kelimeler bitişik yazılır.

Kendi yüzünüz, kendi öz anlamının dışında başka bir anlama kaysın,  satılsın ister misiniz?

Kalbinizden geçenin birebir örtüşeni olarak anlamını yitirmemiş bir yüzünüz varsa ne mutlu sizlere.

Anlamını yitirmiş bir yüzünüz varsa, başka bir düşüncenin boyunduruğu altına girmişsiniz ve dolayısıyla yüzsüzsünüz demektir.

Hadi diyelim ki, aynanın karşısına geçtiniz ve yüzünüze bakıyorsunuz; vicdanınız ve kalbiniz arkadan sızlanıyorsa, aynada yüzünüzü bulamazsınız, yüzsüz olduğunuzun itirafını kolay kolay edemezsiniz.

Kendi yüzünde özgün  kişiliklerinin  en değerli yansıtıcısı olarak kendi yüzlerini taşıyanları, dünya deryasını yararak giden inanç gemilerinin muzaffer kaptanları olarak selamlıyor, yüzü olmayanlara da çok güzel bir halk temennisini dillendiriyoruz:

Yüzünüz ağ ola!