Yazdırdığınız Makale: BEYAZ MELEK; GERÇEK.


BEYAZ MELEK; GERÇEK

 
       Mahsun Kırmızıgül’ün bir film yaptığını ve çok beğenildiğini duyunca bende herkes gibi “Bir şarkıcının yapmış olduğu film ne kadar güzel olabilir ki?” dedim.Bütün önyargıların  yanlış olduğunu bir kezde bu film bize gösterdi.Benim bu film hakkında yazı yazmaya karar vermem onu çok beğenmiş olmamın çok ötesinde,  yıllardır yapılmayan ihmal edilen görmezden gelinenlerden bazı dersler vermesiydi.

     Filmi çoğunuz görmüşsünüzdür. Bir huzur evinde kalan yaşlıların kaderlerine terkedilmişliğini, aranıp sorulmamalarını, ve huzur evindeki kötü uygulamaları anlatıyor. Bunların yanında bir şey daha anlatmış ki, işte beni en çok o kısım etkiledi ve bunu sizlerle paylaşmadan geçemedim. Huzurevinde kalanlardan bir tanesi Diyarbakırlı varlıklı bir ailenin yaşlı bir üyesi.Huzur evinde oluşu aslında terkedilmişliğin ötesinde bir durum;biraz tesadüfi.Oğulları ve ailesi babalarına çok bağlılar; babasını ziyarete gelen oğulları huzurevindeki  babasının arkadaşlarını Diyarbakır’a davet ediyorlar.İşte anlatmak istediğim bu davetten sonra yaşananlar!

     Mahsun Kırmızıgül misafirlerin Diyarbakır\'da karşılanma merasimini öyle bir işlemiş ki; aferin dedim.Önce bakımlı atların sırtında allı pullu canlı renklerle son derece ihtişamlı ciritçiler karşıladı misafirleri.  Yönetmen ciritçilerin atlarla  ortaya çıkışını yavaş çekimle ne güzel anlatmış,öyle bir ihtişam ki, insan bu manzara karşısında gurura kapılıyor. Oysa ki doğunun erkeklerini her film karesinde gri soluk renkli elbiselerin içinde saçlı sakallı görmeye alışmışken ,bu görüntü bize işte insanımız bu dedirtti.Yine ciritli karşılamadan sonra yaşananlar sıradan olmasına sıradan ama yinede anlatmadan geçmeyelim;dogu insanının misafirperverliği ve bir evde bir minibüs dolusu insanın en iyi şekilde ağırlanması,bir düğün sonrası Fırat nehrinde karpuz kabuklarına yerleştirildikten sonra yakılarak ırmağa bırakılan mumların gece  yıldızlar geçidi gibi evin kenarından akıp gitmesi…Bütün  bu tablo bir huzur veriyor ki, filmi gözleriniz dolu dolu izliyorsunuz.

    Evet diyorum;kendime  ve herkese soruyorum:Neden, neden kendi değerlerimizle bir türlü barışmak istemiyoruz.Neden toplumda en birleştirici unsur kabul edilen Din\'in öğreticileri olan imamları her filmde aynı resimle sunuyoruz.Neden onları her filmde, ağzındaki ön dişi düşmüş,bir gözü şaşı,kambur yürüyen,yere aşağı bakan, sakalları birbirine karışmış adeta dilenci kılığında sunarız? Ülkemizde 110 adet TV kanalında oynayan binlerce yabancı filmde hiçbir Hiristiyan,Budist,Musevi,din adamı kötülenmezken, tam tersine yüceltilirken,bizim zorumuz ne ola ki?    

    Aslında sanatın özünde toplumsal davranışları ve yaşantı haline gelen tekdüze yanlışları hicvetmek vardır.Sanatçı, güzeli değil farklı olanı  görür.Mevcutla asla yetinmez,hep daha fazlasını ister.Bunları yaparken insanın özüne sadık kalır.İnsanda ve tabiatta gördüğü  farklılığı onu aşağılayarak yapmaz.Başkalarının bakıpta göremediği farklılığı samimiyet ölçüleri ile takdimde  bulunur.İşte bizde bu böyle olmuyor.Farklılıkları aşağılayarak sunup,  insanları yola getirme  peşindeyiz.

    Okul Müdürünü para sayma makinesi ile özleştirip,yalnızca aklı  çocuklardan para toplamak olan  bir simsara benzetip,İmamları  üfürükçü kılığında  yalnızca muska yazıp dini duyguları sömürme peşinde koşan per-perişan bir surette gösterince, toplum bu iki öncü birliğin mensuplarına saygı duyar mı dersiniz? Öğretmeni ve imamı küçümsenen halkın kendini değerli görmesi, kendine özgüven duyması mümkün müdür?

    Aferin Mahsun’a;harika bir film ortaya koymuş.İnsanımızı yücelterek sanatın gereklerini ortaya koymayı başarmış.Yakında dik yürüyen,kıyafeti düzgün,sakalı ve saçı bakımlı,aydın düşünceli bir imamı anlatan bir film neden yapmasın ki?