Yazdırdığınız Makale: TESLİMİYET VE DİRENÇ.


TESLİMİYET VE DİRENÇ

 

      Yaşamı rahat bıraktım, akışında gidiyor günler.Ötelere gitmekle, gitmemek arasında sessizce duruyorum. Bir yanım “Hadi gel buralardan gidelim diyor, bir yanım sessiz sessiz kadere boyun eğmemiz gerektiğini telkin ediyor.
      Ah şu içimdeki değişimi gerçekleştirip bir karar versek gitmem gerektiğine, biliyorum ayaklarım beni alıp götürecek.
      Ama ya kalp direnirse?
      Söylemesi, yazması kadar kolay değildir, değişimi gerçekleştirmek zordur; Bu koca bir geçmişi ve o geçmişin alışkanlıklarını, koşullanmalarını, doğrularını, yanlışlarını arkada bırakmak anlamına gelir çünkü.
       Ha deyince yapılamaz, ama olanaksız da değildir. Niyet, ilk adımdır bana göre ve sonrasında teslimiyet gerekir.
       Teslimiyet ise siz artık, “Bu benim başıma neden geliyor?” diye sormadığınızda devreye girer.
       Görünüşte en kabul edilemez ve acı verici durumun içinde bile daha derin bir hayır gizlidir.
       Tarih boyunca büyük kayıplar, hastalıklar, felaketler karşısında kabul edilemez olanı kabul eden ve böylece tüm anlayışları aşarak huzuru bulan insanlar olmuştur, “bilge” dediğimiz kişiler onların arasından çıkmıştır. Onlar, o âna teslim olarak başarmışlardır bunu, o ânı yorumlayan bir öykü yaratmaktan vazgeçerek…
      Çünkü, öykü yaratmak zihinsel yargılarla özdeşleşmeyi de beraberinde getirir hep; her türlü birikim, iyi-kötü tanımları ortaya dökülüverir ve insan o öykünün içinde yine ister istemez bir direnç oluşturur. Direncin olduğu yerde de teslimiyet gerçekleşmez.
      Ben bu yazıyı Kelkit’te teslimiyetle, teslimiyete karşı içimde bir direnç oluşturup  bocaladığım bir zamanda kaleme alıyorum.
      Kendimi yalnız, kırgın, yorgun ve ümitsiz hissettiğim bir anda sokağa çıkıp esen temmuz rüzgarına ve yağan yağmura aldırmadan Kelkit sokaklarında yürürken ağaçların sessiz çağrılarını duydu kulaklarım.
       Her biri derin bir sükûnet içinde öylece duruyor; yakınmadan, söylenmeden, isyan etmeden kendilerini rüzgâra ve yağmura bırakıyorlardı.
       Yapraksız, kuru dallarıyla o denli beklentisiz bir görüntü veriyorlardı ki dinginliklerinin yarattığı huzur bana kadar ulaşıyordu.
       Hiçbirinde en ufak bir kaygı hissedilmiyordu; ne bir an önce çiçek açmak ne de yapraklanmak için uğraşıyorlardı. Doğanın döngüsüne teslim olmuşlardı. Doğru vakit geldiğinde yeniden canlanacaklarını biliyorlardı. Zihnin esareti altında değildi onlar; korku, telaş ve bunalım yaratan düşünceleri yoktu. Hepsi olanı yaşıyor ve âna kabul veriyordu.
      Aynen bir  büyük ustanın dediği gibi: Yaşamı rahat bırakın. Bırakın, o olsun.