Şenlikten yansımaları dinliyorum, okuyorum kaç gündür. Şenlik yorumları –Varan patentli düşüncelerin dışında- buram buram Gümüşhane kokuyor. Gümüşhane’nin kucağında, Kelkit’te, yine gönlüme bir diken daha batıyor. Hani ebru yaparken, herhangi bir renk kitrenin üzerinde yayılır ve dağılır ya, Gümüşhane ruhumun derinliklerinde işte öyle yayılıyor. Her kullanılan Gümüşhane kelimesi ölgün ruhumu biraz daha diri tutuyor. Gümüşhane’ye hem yakınım, hem çok uzağım. Sevgiliden uzak kalmak ne kadar zorsa, yakın olmak da bir o kadar heyecan verici… Mutlu zamanları sadece fotoğraf karelerinden seyredip o anları tekrar anılarda yaşamak azıcık avuntu kaynağı oluyor benim için. Sabahın saat 6’sında bir dosta söyle yazdım: “Nereye gele bu kalbim, nereye gide/ Aşık da benim, maşuk da benim bu sevgide!” Yüreğimi Gümüşhane’ye içiriyorum , Kelkit’in üzerine doğan güneşin ilk ışıklarında, içtiğim çay daha ilk yudumundan itibaren Gümüşhane oluyor… Ellerimin arasındaki çayın sıcaklığını yaylalardan esen serin rüzgarlar soğutuyor. Sabah serinliğinin keskin havasını içime çektikçe boğazım yanıyor. Bu şehirde belki de kimsenin tatmadığı bir mutluluğu kendimce ılık ılık tadıyorum. Lal rengi bir sessizlik elif gibi uzuyor boylu boyunca. Kahvehanelerin sabahçı müdavimleri bölüyor arada bir içimdeki sessizliği. İbrahim Ağabeyin sabah sabah hırçınlığı ölçüsünde hız almış ses tonu bana kadar ulaşıyor: “Yok kardeşim yok, bu AKP yi ilk seçimde sandığa gömmeliyiz. Kelkit sahipsiz, milletvekilleri uyuyor!” Politik meselelerde içtenlikle edilen bu sözlerinde bile bir başkalık duyduğum memleket insanlarımın halis muhlis yürekten taşan düşünceleri eşliğinde, keyifle sesleniyorum: “Ferhat usta çayları tazeler misin”. Şimdiye kadar gittiğim hiçbir kahvehanede Ferhat Ağabeyin kahvesindeki kadar huzur bulmadım. Kimseler göremedi, daha ilk adımımı attığım andan itibaren gözlerimin içinde yanan ateşi ve bu huzuru kaybetme korkusunu. Bu aynı, dünyaya geldiğin ilk gün, bir gün öleceğini bilmek gibi bir şey. Yıllar önce yazdığım bir şiirimde “Hasretler ayrılıkla başlarmış” demiştim. Ne kadar da haklıymışım. Yıllar sonra ise benim hasretim kavuşunca başladı. Yanındayken varlığına doyamadığım, uzağındayken özlemine dayanamadığım bir Gümüşhane, bir Kelkit’ten bahsediyorum. “Bülbülün güle olan aşkını büyük kılan ondan ayrı oluşudur.” diyenleri elbette anlıyorum. Hele hele gurbetçilerin yoğunlukla memleketimizde bulundukları bu yaz aylarında birilerinin içinde vuslata rağmen özlem yangınını hala sürdüğünü de biliyorum. Ama, vuslatın gerçekleşmesinin bile gönderemediği bir yangın ne büyük bir yangındır.İçindeyim, Kelkit’te yaşıyorum, dokunuyorum toprağıma, insanlarıma, böyle bir vuslatın içinde doyumsuz bir mutluluk sarhoşuyum, yine de içimdeki özlemi dindiremiyorum. Kelkit, her adımımla içime çektiğim bir nefes gibi… Galiba bu yazıyı da bitirme zamanı geldi. hoşça kal deme zamanı geldiğinde başım eğilir çiçek eğilir yüreğimdeki saat birden vurulur ve artık parça parça bir keman gibiyimdir... |