Yazdırdığınız Makale: DOKUN-DOKUNMA.


DOKUN-DOKUNMA

 
        Yazılarımızın konusunu seçerken bireysellik değil toplumsallığı kişi yararını değil kamu yararını ilke olarak benimsediğimizi bilmem söylemeğe gerek var mı. Bazan istesek de istemesek de zülfiyare dokunma gereğini duyuyoruz. Hani ünlü tiyatrocu Levent Kırca'nın  "tam yerine geldi manzara koyduk" söyleminde olduğu gibi.  Usta gazetecilerin, yazarların çok önemli toplumsal yaralara parmak bastığından hayatlarını kaybettiği gerçeği ortada iken, bizim gibi henüz yerel gazetecilikte emekli dönemini yaşayanlar için dokunmakta belki de aynı riski taşıyabilir.

        Sokrat sorguladığı, Galile dünya dönüyor dediği için kellesinden olmamış mıydı. Türk dostu olarak bilinen gazeteci yazar Dink için tersi bir iddia sonucu ertelenmiş mahkumiyeti ve sonunda hayatını kaybetmiş  olması dokunmanın  ürünü değil mi?

    Geçen yazımızda altın üretiminde siyanürün alınan önlemlerle tehlike olamayacağına değinmiş ve hapsedilmesinin şart olduğuna vurgu yaparak madenlerimizin ülke ekonomisine kazandırılması gerektiğine işaret etmiştim.  Kimi okurlarımızın tepkisi ise dün beyaz dediğimize bugün kara dediğimiz şeklinde algılanmış olacak ki sitem var.  Belli ki satırlarımızın arası iyi okunmamış. Altın üretilecek fakat siyanürün zehir olma özelliği hapsedilecektir diyoruz yazımızda. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Anlaşılan o ki, darağacını boylamamak için doğruları söylesem mi söylemesem mi, yada  dokunsak mı dokunmasak mı? Diye ikilemi yaşamak zorunda kalıyoruz. Ancak gerçekler çıplak gezer ve biz  gerçekleri savunma adına gerekirse zaman zaman dokunmaya devam edeceğiz.