ACI MEYVE:SABIR

“Sabır boyun eğmek değil mücadele etmektir”
Hz. Ömer


İnsanoğlu fıtratı gereği acizdir, zayıftır, muhtaçtır. Cismani olarak doyuma ulaşsa da ruhani olarak destek ve anlayışa ihtiyaç hisseder. O yüzden olsa gerektir ki atalarımız; “Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır” demişler.

Değer verdiğin şahsiyetler ardından iş çevirirler. Yüzüne gülenleri dost diye bellersin ancak ilk fırsatta seni satar ve meclis içinde tabiri caizse bel altından vurarak seni rezil ve rüsva ederler. Sorsan kendine beş vakit namaz kılar ancak en son söyleyeceği sözü baştan ve de bodoslama diyerek müslüman kardeşinin kalbini kırar, haksızlık eder ve maalesef kul hakkını ihlal ederler.

O zaman ister istemez; “Sabır boyun eğmek değil mücadele etmektir” diyen Hz. Ömer’e kulak verip Mevlana’nın da şu yaklaşımıyla tasdik ararız; “Sabır ağrıları dindiren acı bir ot gibidir. Hem can yakar hem de tedavi eder.”

Kalbinin fotoğrafı suratına yansıyan bu koca burunlu insanlar toplum içerisinde adeta bir ayrık otu gibi gezinerek nerede acep bir fitne çıkarsam, acep nasıl bir iftira kampanyası başlatsam ve hemen her şeye nasıl muhalefet etsem diye zemin arar dururlar. Toplumun ayrık otu diye kenara attığı bu şizofren ve patolojik vakalar ait olduğumuz toplumun içerisine nifak tohumları ekerek kardeşi kardeşe düşman etmenin, beyinleri bulandırmanın ve keşkelerle hayat felsefesi oluşturmanın derdi ve kederindedirler.

Sabır evet acıdır amma velakin nihayetinde tatlı olduğunu bildiğin meyveye ulaştırır seni. Ulaştırır ulaştırmasına da sabretmek de er kişi işidir. Toplumun hemen her cihetine sirayet eden bu tabiri caizse virüsleri temizlemek, onları yeni yetişmekte olan neslin uzağında tutmak, beden ve ruh sağlıklarını himaye altına almak gerekir ki bu da epeyce zor iş olsa gerek.

Evet aşık olduğum bu şehirde ben de zaman zaman sabırla imtihan ediliyorum. Kalbim ne kadar acısa da aklıma Mevlana’nın Mesnevisi’ndeki şu kıssa gelir ve hissemi alarak sebep olanları Rabbim’e havale ederim. Efendim neymiş bu kıssa bir bakalım dilerseniz;

Lokman Hakîm, zengin bir adamın kölesiydi. Bir gün Lokman Hakîmin efendisine olarak bir meyve getirdiler. Efendisi, Lokman Hakîmi sevdiği için, onu çağırdı ve meyveyi kesip ona bir dilim verdi. Lokman, o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi. Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman'ın efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu. Böyle, böyle meyveyi tekmil yedi; yalnız bir dilim kaldı. Efendisi “Bunu da ben yiyeyim; bir bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir meyve” dedi. Çünkü Lokman, öyle lezzetle, öyle zevkle, öyle iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı geliyordu. Efendisi o dilimi yer yemez meyvenin acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı. Bir eyyam acılığından adeta kendisini kaybetti. Sonra Efendisi:

 “A benim cânım, böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı tatlı yedin, bu ne sabır? Niçin ben yiyemem demedin” dedi. Lokman dedi ki: “Ey marifet sahibi efendim! Elinle sunduğun bir şeye nasıl olur da "bu acıdır" diyebilirim! Senin ihsan ettiğin herşey bana şifadır. Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki, utancımdan adeta iki kat olmuşumdur. Çünkü vücudumun bütün cüzleri senin nimetlerinden meydana geldi.” 
YORUM EKLE