AĞACA TIRMANAMAYAN BALIKLAR

“Aslında herkes bir dahidir. Ama siz kalkıp bir balığı ağaca tırmanma yeteneğine göre değerlendirirseniz  tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirir.”

Tırmanmaya,koşmaya zorlanan ve “tutunamayan” ilan edilen balıklar.. Farklı şekilde yüzmeye kalktığında yalnız kalacağına ikna edilen balıklar, ailesi tarafından bir fil olduğuna inandırılmaya çalışılan balıklar.. Kısacası yapabileceği onca harika şey varken yapamayacağı şeyler istenen ve yetersiz, yeteneksiz olduğuna inandırılan sayısız  çocuk,genç,yetişkin balık var bu “topraklarda.”
Farklı hayaller, farklı karakterler, farklı düşünceler, farklı istekler ve tüm bu farklılıkları yok sayan sürekli değişen ama aslında hiç değişmeyen eğitim ve sınav sistemleri..  Eğitimle ilgili tartışmalar sınav sistemleri, müfredat içerikleri ve notlandırma yöntemleriyle  sınırlı kaldıkça bu farklılıkları görmek pek mümkün değil. Çünkü, eğitim-öğretimin sorunlarına dair esas meseleleri tartışmıyoruz. Peki nedir bu temel meseleler?

Verili şıklar arasında doğru cevap ararken şüphe etmeyi unutmamız,  yaşamaya, sevmeye dair meselelere hiç dokunmadan bize sunulan bilgileri ha gayret ezberlemeye çalışmamız, hevesimizi, merakımızı, sorgulama yeteneğimizi, olaylara farklı yöntemlerle bakma becerimizi yitirmemiz. Yahut memleketin dağlarının ovalarının isimlerini belletirken öğrencileri doğadan, topraktan, mevsimlerden koparmamız. Sahi kaçımız yılın hangi vakti buğday ekilir hangi vakti hasat edilir biliyor ? Ya da yıldızlara ve yosunlara bakarak yön bulmayı, güneşi seven çiçekleri,  ekmek fırınlarının sabah kaçta açıldığını ..

Listelerin, sıralamaların, yüzdelik dilimlerin içinde yer almakla o kadar meşgulüz ki hayatın kendisini kaçırdığımızı ondan ayrılana kadar farkedemiyoruz bile. Çok zaman harcıyoruz çünkü. Bize önemli olduğu “düşündürülen” şeylere o kadar çok zaman harcıyoruz ki gerçekte bizim için neyin önemli olduğunu kendimize sormuyoruz. Sürüden birisi  olma çabamızı kendimizi tanımak için göstermiyoruz çünkü.

E bunca meseleye bir de çözüm gerek dediğinizi duyar gibiyim. Çözümü Finlandiya yıllardır kendi eğitim sisteminde uygulamalı olarak gösteriyor ve çok başarılı sonuçlar elde ediyor (Çok mu uzağa gittim?)  . Formülleri ise şöyle: Öğretmen kalitesi, politik tutarlılık ve okulöncesi eğitime yatırım.  Biraz detaylandırırsak; “Zorunlu okula başlama yaşı 7. Eğitim müfredatı basit ve genel bir çerçeve tanımlamaktan ibaret.Öğrenciler, kendi ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda kendi eğitim-öğretim programlarını şekillendirme haklarına sahipler. Öğretmenler de öyle. Öğrencilere eğitim hayatlarının ilk altı yılında hiçbir şekilde not verilmiyor. Öğrenciler standardize edilmiş bir sınav sistemine tabi değiller. Sadece 16 yaşlarındayken ülke genelinde bir sınava giriyorlar. Öğretmenler gün boyu sınıfta ortalama dört saat ders veriyor. Haftada iki saati ise mesleki gelişimleri için eğitimlere katılmak için ayırıyorlar.Tüm öğretmenlerin en az master derecesi var ve üniversite başarısı en yüksek %10’luk dilim arasından seçiliyorlar. Öğretmenlik toplum gözünde statüsü en yüksek mesleklerden biri. Öğretmenler başarılı-başarısız olarak yargılanmıyor.  Eksikleri bulunan öğretmenlerin, yeni eğitim-öğretim programlarıyla kendilerini geliştirmesinin önü açılıyor. Hiçbir öğretmenin performans nedeniyle işten atılma korkusu yok.
Okullarda spora bol bol yer var ama spor karşılaşmaları yapacak takımlar yok. Çünkü, rekabet, üstünlük kazanmak değer verilen bir şey değil.Özel okul yok ve eğitim harcamalarının tümü devlet tarafından destekleniyor.  Okullar birbirleriyle rekabet etmiyor, aksine dayanışıyor. Okulların hemen hemen tümünün başarı düzeyi aynı. Bu yüzden okulun bir diğerine göre ayrıcalığı yok.( Bizim için uygulanması en zor kısım burası sanırım)”

Görüldüğü gibi öyle ütopik bir çözüm uygulamıyorlar. Peki biz neden korkunç bir potansiyele sahipken PİSA’da ( Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) sürekli 40’lı sıralarda yer alıyoruz? Çünkü, biz bilgiyi ezberliyoruz ancak konu bilginin kullanılması olunca tökezliyoruz. Sanırım okul sıralarında "Hocam bu bilgiler gerçek hayatta ne işimize yarayacak?" diye sorduğumuzda haklıymışız. Öyle ya nasıl ve nerede kullanıcağımızı bilmediğimiz bilgiyi  belleğimizde taşımanın ne anlamı var? Özellikle de artık bilenlerin değil “yapabilenlerin” hakim olduğu bir dünyaya doğru ilerlerken.

Balıkların ağaçlara tırmanmak zorunda olmadığı bir dünya dileği ile..
YORUM EKLE