APARTMANDA YAŞAMA SANATI

Gümüşhane’ye adım attığım 2004 yılında ilk kaleme aldığım yazımın başlığı “Apartmandaki Yabancılar” idi. Bu yazı sonrasında Gümüşhane’de yediden yetmişe güzel tepkiler almıştım. Zamanın Başsavcısının eşi ve birçok hemşerim beni arayarak tebrik etmişti. Şimdi o yazının üzerinden tam 10 yıl geçti. Ve geçenlerde yaşadığımız nahoş bir durum sonrasında bu sefer “Apartmanda Yaşama Sanatı” konusunda yeni bir yazı yazmamız elzem derecede ihtiyaç oldu.

Gerçi bu şehirde öncelikle “birlikte yaşama sanatını” öğrenmemiz gerekiyor öyle değil mi? Dün köylerde insanların ekonomik, sosyal ve kültürel seviyeleri aşağı yukarı birdi. Köyümüzde mahallemizde bir cenaze olunca cenaze yakınını anlamak güçtü. Çünkü herkes aynı derecede ölüye sahip çıkıyor ve ağlıyordu. Düğünde de aynı manzara hâkimdi ve herkes düğünde bir işin ucundan tutuyordu. Lakin yıllar sonra Gümüşhane’nin ortak kaderi göç ile ekonomi ve ona bağlı olarak sosyal ve kültürel yapımız korkunç derecede değişime başladı. Şimdi kimsenin ölüden haberi kalmadı. Diriye de saygı yok maalesef.

Birlikte aynı acıya ağladığımız ve aynı sevince ortak olduğumuz o insanlarla bugün Gümüşhane’de ikamet ediyoruz. Dar bir coğrafya olan Gümüşhane’de müstakil evlerin yerini 12 katlı ve 48 daireli tahmini 150 kişinin aynı çatı altında yaşadığı apartman ve siteler aldı. Birçoğu ilimize okumaya gelen öğrenci ve memur olan bu farklı kültürlerle birlikte yaşamayı öğrendik. Diyeceğim de maalesef bu işi beceremediğimizi itiraf etmeliyim.

Kendimizi bulunduğumuz ortama göre değiştiremiyorsak sorunlar da üst üste gelmeye başlıyor. Karşımızdaki komşudan bihaber yaşıyoruz. Aynı asansöre bindiğimiz karşı komşumuza bırakın selam vermeyi göz göze dahi gelmemeye gayret ediyoruz. Hâlbuki güzel dinimiz muhabbeti, tebessümü ve selamlaşmayı bize emrediyor öyle değil mi?

On yıl önceki o yazımda ifade ettiğim gibi aynı çatı altında yaşadığımız hasta bir teyzemizden ve çıkan cenazeden dahi haberimiz bile olmuyor. Bu nasıl bir komşuluk, bu nasıl bir Müslümanlık, bu nasıl bir insanlık?

Rabbim’in bana verdiklerine şükretmeyi benden aşağıda olanları gördüğümde öğrenmiştim. İbret almayı ise benden yukarıda olanların makam, mevki ve hırs açlığındaki nahoş hareketlerinden öğrendim. Bir küçücük makam için el etek öpenlerin akıttıkları salyalardan iğrendim.

Evet, gelelim apartmanlara. Köylerden gelirken taşıdığımız bazı olumsuzlukları maalesef devam ettiriyoruz. Köy evindeki pencerenden sofra bezini silkeleyebilirsin, bulaşık suyunu yola doğru dökebilirsin, istediğin gibi bağırıp çağırabilirsin. Ancak aramızda yaklaşık 50 cm zemin ve yaklaşık 30 cm duvar farkı olan dairelerimizde bunları elbette yapamayız. Neden altımızda ve üstümüzde yaşayan insanların haklarını da gözetmek zorundayız.

Gecenin bir vakti yüksek sesle müzik, eğlence yapamazsın. Evinde odun kıramazsın, tamirat yapamazsın. Çünkü komşuluk hakkı diye bir şey var. Yan dairede cenaze varken sen nasıl eğlenebilirsin ki? Ayrıca yedinci kattan çöp konteynerine çöp poşetlerini basket yapma hakkını kendinde bulamazsın. Asansör insan taşımak içindir. Ev taşırken buzdolabını, koltuğu, dolabı asansöre tıkıştırmak ne menem bir davranıştır onu da sizlerin el insaf ölçütlerine bırakıyorum.

Apartman ve site bizim için artık geniş bir aile olmuştur. Aynı çatı altındaki büyükler büyüğümüz, çocuklar bizim çocuklarımız, hasta bizim hastamız olmuştur. Birlikte bir olma ve yaşama diye mecburiyetimiz hâsıl olmuştur.
YORUM EKLE