BOZUK EĞİTİM ALGIMIZ VE KARNE !

Öğrenmek insan hayatındaki en keyifli eylemlerden biridir. Ancak öğrenecek olan birey bu öğrenme eyleminin hayattaki karşılığını kavramadan, sadece  öğrenmesi gerektiği için öğrenmeye zorlanmışsa bu keyifli eylem bir eziyete dönüşür. 

Üç dört yaşlarında bir çocuk düşünün. Yaramazlık yaptığında sağ elinizin işaret parmağını üç kere sertçe sallayıp “hımm, yaramazlık haa, seni okula götüreyim de gör” derseniz ve onu okula götürdüğünüzde öğretmenine hitaben  “eti senin, kemiği benim” derseniz, yine ilk karne gününde “hadi bakalım gözün aydın, 15 gün özgürsün” diye söylenirseniz, bu çocuktan sağlıklı bir okul algısı geliştirmesini beklemeyiniz.

Zira, sağlıklı bir okul algısı olmadan sağlıklı bir eğitimden söz edilemez. Bu yaşlarda böylesine çarpık bir okul algısı geliştiren çocuk, okulun içiyle tanıştığında bu algısını adeta teyit eder. Sıralar, masalar, sınıf tahtası, asık suratlı öğretmenler, tek tip kıyafet ve her 40 dakikada bir çalan zille başlayan dersler ona zulüm gelir.

Eğitim ortamlarında bir öğrenen, birde öğreten vardır. Öğreten öğrenene öğreteceği şeyin faydalarını, yaşantısı yoluyla kavratıp ona öğrenmeyi öğretirse, gerçek bir öğrenme sağlanmış olur. Ama öğrenecek olan öğretecek olana, ebeveyni tarafından getirilir  “eti senin, kemiği benim” diyerek emanet edilirse, öğretecek olanda  öğrenecek olana “sana öğreteceğim, göreceksin” derse, öğrenecek olanda çok doğal olarak “boşuna uğraşmayın, ben öğrenmeyeceğim” der. 

İşte böylesine değer verilmeyen, kişisel farklılıklarına saygı gösterilmeyen çocuk  böylesine bir sahtelikle yıllarını geçirmek zorunda kalır. Sonuçta ne işine yaradığını  bilmediği bir yığın anlamsız bilgiyi, birilerini mutlu etmek üzere öğrenmesi istenen çocuk öğretmenlerine ve ebeveynlerine adeta meydan okur ve “hadi öğretebiliyorsanız öğretin bakalım” der. 

İşte ‘karne’ dediğimiz şey aslında bu bozuk eğitim algısının ve bu gerçek yaşamla ilgisi olmayan mantıksal örgünün son halkasıdır. Bol 5’li olursa herkesin mutlu olacağı, 2’lerin, 1’lerin sayısı arttıkça olayın bütün aktörleri arasında gerilimin yaşanacağı belge. Bir eğitim döneminin daha tamamlandığını da  hatırlatalım. Zira, 18 Ocak Cuma günü karneler verilecek. 

Peki karne neyi ölçer. Karne, kişiliği, mutluluğu ya da başarıyı ölçme yeterliliğine sahip olmadığı gibi, asıl ölçtüğü şey bireyin ne kadar itaatkar olduğu, ne kadar tek tip olmaya yatkın olduğu, ne kadar bireysel farklılıklarını gizlemekte olduğu, ne kadar başkalarının kendisi için aldığı kararları fonksiyonelliğini sorgulamaksızın alıp hayatına tatbik etmekte olduğunu ölçer.

Öyleyse anne babalar çocuklarının karneleri karşısında, öncelikle meselenin duygusal boyutunu, sonra da fonksiyonelliğini düşünmesi daha doğru olacaktır.  Yoksa sokaklar ebeveynleri tarafından kendileri için “bizim oğlan ilkokuldan liseye kadar sürekli takdir alıyordu, ama üniversite sınavında barajı bile geçemedi” denen işsizler, daha da önemlisi mutsuzlar ordusuyla dolup taşmaya devam edecek. Selam ve Sevgiler…

YORUM EKLE