Çözüm sürecinin çıkmazı: “tehdit algısı”

Hofstede kültürün boyutlarını 4 ayrı şekilde ele almıştır. Bunlardan biri de belirsizlikten kaçınmadır. Kültürün belirsizlikten kaçınma boyutu, algılanan tehdit ile ilgilidir. Yani, tehdit algısı arttıkça belirsizlikten kaçınma ihtiyacı yükselmekte ve bunu başarabilmek için de daha fazla kural, kısıtlama ve zıtlıklar üretilmektedir.  Böylece tehdit algısı arttıkça diyalog düşmekte, radikalleşme ve kutuplaşma artmaktadır. Böyle bir ortamda gerçekleşen iletişim duygusal, aktif ve saldırgan bir nitelik taşımaktadır. Bu tür bir tehdit algısı ekonomiden siyasete, toplumsal ilişkilerden kurumsal yapılaşmalara kadar geniş bir alanda iletişimi, dolayısıyla bütün zamanın ve olayların akışını etkilemektedir.

Çözüm süreci ile ilgili olarak geçtiğimiz günlerde müthiş bir trafik yaşadık. Önümüzdeki süreçte de konuyla ilgili yeni polemiklere gebe olduğumuz anlaşılıyor.  Hükümet tarafından gelen farklı açıklamalar, hatta iktidar partisinde çatlaklara neden olan gelişmeler; ana muhalefet partisinin nevruz bayramı günü gerçekleşen yoğun trafiğe rağmen sessiz kalışı; Milliyetçi Hareket Partisinin olağan kongresini gerçekleştirerek çözüm sürecine karşı duruşunu yeniden pekiştirmesi, HDP’nin barışın tek tarafıymış gibi gösterilen yeni yüzü vs. yaşanan olaylar, bize Hofstede’nin belirsizlikten kaçınma kültürel boyutunda üzerinde durulan tehdit algısının toplumumuzda ne kadar yükseldiğini bir kez daha gösterdi.

Son yüzyılda yaşadığımız uluslaşma projesi, darbeler, ekonomik krizler gibi birçok gelişme nedeniyle zaten çok yüksek olan belirsizlikten kaçınma düzeyimiz, 2000’li yıllarla birlikte biraz azalmıştı. Ancak son birkaç yıldır yeniden ciddi bir tırmanış yaşıyor.  Özellikle çözüm süreci bağlamında gerçekleşen olaylar, bütün taraflar açısından belirsizliği tetikleyen durumlara neden oluyor.

Hükümet açısından baktığımızda çözüm sürecinde sık sık yaşanan kırılmalar; olaylar karşısında nasıl bir yol izleyeceği çok da belli olmayan bir örgüt; her türlü açıklamaya rağmen örgütün üzerindeki gücü tartışma konusu olan İmralı; son zamanlarda daha çok pozitif anlamda gündeme gelen ya da getirilen ve özünde terörle bağını kesin olarak koparamamış, hatta çoğu zaman terörün gölgesinde olmaktan çekinmeyen bir HDP ve gelişmeler karşısında giderek uzaklaşma sinyalleri veren milliyetçi seçmen kitlesi iktidar partisinin belirsizlikten kaçınma derecesini artırıyor. Bu gelişmeler oluşan tehdit algısından uzaklaşabilmek için doğal olarak yeni kuralların üretilmesine ve iletişimin duygusal, saldırgan bir boyuta ulaşmasına neden oluyor. Bunlara milletvekilliği ve siyasi gelecek açısından değerlendirilebilecek belirsizlik algısı da eklenince, durum daha vahim boyutlara ulaşabiliyor. Sonuçta iktidar açısından kontrolü çok mümkün olmayacak gelişmeler gündeme gelebiliyor. Çünkü geçmişten farklı olarak iktidarın içinde bazı çatlaklar gün yüzüne çıkmaya başladı.

Muhalefet partilerine baktığımızda ise, aslında baştan beri bu tehdit algısı onlarda çok daha yüksek. Dolayısıyla ürettikleri politika daha baskıcı ve sınırlayıcı… Özellikle MHP açısından bu tehdit algısı, en üst düzeyde yaşanmakta ve çözüm süreci vatana ihanet ile eşdeğer tutulmaktadır. CHP’nin de bu konuda açık ve net bir tutum sergileyememesi, daha çok reaktif bir yaklaşımla olaylara göre pozisyon belirlemesi, süreci içinden çıkılmaz bir noktaya doğru itiyor.  Muhalefetin bu tutumu hem kendi seçmenleri hem de süreç uzadıkça belirginleşen umutsuzluklar nedeniyle AK Parti seçmenleri üzerinde önemli bir baskı yaratıyor. Dolayısıyla kutuplar giderek gerginleşiyor.

Sürecin diğer tarafı olan Kandil, HDP ve İmralı ise hiçbir zaman bırakmadıkları tehdit algısını sürekli gündemde tutarak, kitlelerin bu yönde gelişen dinamizmi üzerinden HDP adına oy hesapları yapmaya devam ediyor. Tarafın siyasi kanadı aracığıyla yaptıkları açıklamalarda her ne kadar kırmızı çizgilerinin olmadığını ifade etseler de, 2015 Milletvekili Genel Seçimleri için barajı geçmek adına yürüttükleri kampanyada farklı bir görüntü çizmeye çalışsalar da, yapılan açıklamalar (özellikle nevruz açıklaması) PKK terör örgütünün yaptığı silahlı mücadeleyi bir kazanım olarak ifade etmekten kaçınmıyorlar. Bunu İmralı ağzından gerçekleştirseler de, oluşturulmak istenen bu algı genel bir kanaatin ürünü. HDP’yi bu görüşten soyutlamak mümkün değil. Dolayısıyla bu söylemler karşı taraftaki tehdit algısını yükseltirken, genel olarak gerçekleştirdikleri siyasi demeçlerinde ve eylemlerinde kendi tabanları üzerindeki tehdit algısını artıracak açıklamadan da geri kalmıyorlar. Hatta bununla ilgili olarak taraftarlarını ölüm pahasına da olsa sokağa dökmekten kaçınmıyorlar.

Görünen o ki; çözüm sürecinin başarılı bir şekilde sona erebilmesi için Türkiye genelinde bir normalleşmeye, tehdit algısının azaltılmasına ve dolayısıyla belirsizlikten kaçınma düzeyi düşük bir kültürün oluşmasına ihtiyaç var. Bunun için bu sürecin seçimlerdeki oy kaygılarına konu edinilmeden devam ettirilmesi gerekiyor. Bu, siyasi hayatımızda bulunan bütün siyasal aktörlerimizce benimsenmelidir. Artık kendimize tehdit algısı oluşturmak ve bu tehditlerden kaçınmak için radikal yollar aramaktan vazgeçmeliyiz. Özellikle bu konuda İmralı ve PKK’nın meşru bir zeminde olmaması nedeniyle bütün inisiyatifi alan bir HDP’ye ihtiyaç var. “Bu işin asıl tarafı İmralı’dır” şeklindeki açıklamalar yerine siyasi temsilciler olarak asıl tarafın kendileri olduğunu vurgulamalı ve göstermelidirler.     
YORUM EKLE