GÜNDEM DIŞI BİR AŞK HİKÂYESİ

Türkiye bir seçimi, bir dönemi daha geride bıraktı. Herkes kendi manşetini atabilir zira manşet atılacak çok konu var fakat ana manşet şu ki her şey geride kaldı… Artık yeni bir dönem başlıyor. Hayırlar getirmesi dileğiyle…
Efendim, gündem malumumuz. Gündem değerlendirmelerini önümüzdeki haftalara bırakıp Gündem dışı bir aşk hikayesini sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Gündem içinde öyle haberlerle karşılaşıyoruz ki insanın içine daraltı geliyor. Herkes aynı noktadan girince sinirler geriliyor. Şimdi bunlardan şöyle bir sıyrılıp ama mesaj vermeyi de ihmal etmeden, üniversiteden ağabeyimiz, değerli hocamız Doç. Dr. Ali ÖZEN’in yıllar önce göndermiş olduğu mail ekindeki hikâyeyi gün ışığına çıkaralım istedik.

Mailde aşk konusu kadın ve erkeğin gözünden hikâyemsi olarak anlatılıyordu. Aslında sadece aşk değil çoğu konuya hem kadın erkek hem de farklı düşüncelere sahip insanlar olarak   farklı yanaşırız ya…  Esasen bakış farkını anlatan güzel bir hikâye. Bu hikâyeyi sizlerle paylaşmak istedik. (Bizim gazetenin magazin bölümü yok bu yazıyı da ona sayı verelim.)

AŞK NASIL BİR ŞEYMİŞ BİR KADININ AĞZINDAN DİNLEYELİM:

''Kocam bir mühendisti. Onunla sakin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sakin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı… Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sakinlik beni yormaya başlamıştı. Eşimin bir zamanlar çok sevdiğim bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu. İş ilişkiye gelince oldukça içli hatta aşırı hassas bir kadınım. Romantik anlara küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum. Oysa kocamın sakinliği başka bir deyişle vurdumduymazlığı evliliğimize romantizm katmaması beni aşktan almış uzaklaştırmıştı. Sonunda kararımı ona da açıkladım: boşanmak istiyordum.

Şaşkınlıktan gözleri açılarak 'niye?' diye sordu. 'Gerçekten belli bir sebebi yok' dedim 'sadece yoruldum. 'Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki! Sonunda sordu: 'seni caydırmak için ne yapabilirim?'

Demek ki söyledikleri doğruydu: insanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu. 'İşte mesele tam da bu' dedim. 'Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim. ''Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına hatta ölümüne mal olacak. Bunu benim için yapar mısın? 'Yüzümü dikkatle inceledi ve 'Sana bunun cevabını yarın vereceğim' dedi. Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu. Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş altına da bir not bırakmıştı. 'Sevgilim' diye başlıyordu 'O çiçeği senin için koparmazdım' Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim. 'Çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var. ''Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden senden önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var. '!'Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var. ''Sadık arkadaşının her ayki ziyaretinde sebep olduğu karnındaki krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var. ''Evde oturmayı sevdiğinden içe kapanıklığını dağıtmak can sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var.

'!'Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem saçlarında görülmesini istemediğin beyaz telleri ayıklayabilmem merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem çiçeklerin renginin gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var.'

'Ama seni benden daha fazla seven biri varsa evet o uçuruma gidip o çiçeği senin için koparırım bir tanem. 'Baktım mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu.
Gözyaşlarım mektuba düşüyordu. 'Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lütfen kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.'

Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi. Artık çok iyi biliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim. Bu gerçek aşktı. İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz. Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız belki artık romantik değil... Belki sıkıcı tekdüze hatta belki yüzsüz... Ama hep oralarda bir yerdedir. Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır. Hayat tam da böyle bir şeydir...
 

HAYRA YORMAK…
 

Şimdi hikâyenin sonunda görüyoruz ki aslında her yorumunda başka bir yorumu olabiliyor. Bizim yorumumuzu sizlerin yorumladığı gibi. (En güzeli hayra yormak) Bakış açımız ne kadar geniş olsa da arada mutlaka atladıklarımız oluyor. Her halde bu hikâyeden sonra artık kadınlar kocalarını uçurum kenarlarına göndermezler. Beyler, sizde eşlerinizin sizi uçurum kenarına çiçeğe göndermesini beklemeyin yukarıda anlatılan mühendis bey kadar kısmetli olmayabilirsiniz yorum bu ya…

Sevgi ve Saygılar.

YORUM EKLE