HAK, ADALET, ÇÖZÜM

Hangi devlet, millet, toplum, rejim ve düzen içinde yaşarsa yaşasın, haksızlığa uğrayan bir insan, ilave bir zarara uğramadan, hakkını alma hakkına sahiptir. Hakkı, elinden, her ne şekilde alınırsa alınsın, bu, o insana zulümdür.
*
Kendi arzusu dışında hayat bulmuş bütün canlıların, en önemli beklentisi, bu hayatı huzur içinde tamamlamak değil midir? Zulmün hâkim olduğu toplumlarda yalnız mazlumlar değil, zalimler de huzur bulamaz. Bu yüzden, akıl yürütme yeteneği olan insan, hemcinsleriyle ittifak edip bu huzuru sağlayacak kurum ve kuralları oluşturmuşlardır.
*
İnsanlara hakkını teslim edecek olan kurum ve kurallar, hak almanın önünde set oluşturmuşsa, bu da zulümlerin en büyüğüdür. “Oranın görevi, buranın görevi, onu yapamazsın, bunu yapamazsın, tebligat usulleri, cevap süresi, erteleme, zaman kazandırma ve nihayet zaman aşımı…” Bunlar ve benzerleri, bir insanın, bir kurumun hakkını elinden alabilmektedir.
*
Hakkını taktik ve teknik usullerle kaybeden insan, kurum ve ya kuruluş, haklı olduğu halde, haksız duruma düşüyor. Böyle olması, doğal mıdır, normal midir, adil midir? Bu, adalet eliyle, adaletsizlik yaratmak değil midir? Hukukun kuralları, adaleti yıkıyorsa, o zaman, o kurallara ne gerek var? Alexander Pope, “Doğru olan, haklı olandır.” diyor. Pekiyi, haksızlıkla biten bir sürecin ulaştığı bu sonuç, kurallara ve tekniğe uygun diye doğru mudur? Bir kişinin ya da bir kurumun, teknik usullerden dolayı hakkını kaybettiği görüldüğü halde, bunun telafisi neden yoktur? Bu kadar kurum ve kuralları oluşturan yetkin merciler, “Haklıdır, ama formalitelere kurban gitmiştir, ben bunu telafi ediyor ve hak sahibinin hakkını teslim ediyorum.” diyen yeni kurum ve kuralları oluşturamaz mı? Her şey insan eliyle değil mi? Maksat adaleti sağlamak, haklı olanın hakkını vermekse, neden olmuyor?  Olmuyor işte.
*
Size güncel ve ilginç bir örnek: MHP tabanı ve onu temsil eden  delege çoğunluğu, yasal olan, kongre toplama, çoğunluğa dayalı  kararlar alma talebinde, haklı olduğu halde, adaletin kurum ve  kurallarını aşıp bir sonuca ulaşamıyor.  Adaletin, adaletsiz kılıcı olan bu kurallara kurban giden ve gasp edilen, milyonlarca partilinin hakkı var. Bu formaliteler, en gayri ahlaki biçimde evire çevire kullanılıyor. Montaigne’in dediği gibi, adaletin olmadığı yerde ahlak da olmuyor.
*
Göz göre göre hakkı elinden alınan insan, öfke ile yüklenir ve köşeye sıkıştırılmış hayvan gibi hareket eder. Öfkeli toplumlarda, huzur olmaz. Huzursuzluk, ülkeleri, toplumları, kurumları dağıtır, yıkar. Bunun için, adalet mülkün, memleketin temelidir.
*
Öfkenin olduğu yerde, akıl olmaz. Aklını yitirmiş insan, her şey yapar. Her yerde gördüğümüz, haksızlığa uğradığını düşünen, öfke ve nefretle yüklenmiş Gavriloların, çözümü, kendisinin sağlamaya kalkmasına hiç şaşırmıyoruz veşaşmamalıyız.
*
Çünkü adaletsizliğin olduğu yerde, insanlar, başına buyruk hareket ederler ve kendi adaletlerini kendileri tesis etmeye kalkarlar.
YORUM EKLE