İNANÇ, İBADET, AHLAK ve KAPİTAL

50’li yıllardı, kapitalin, piyasaya hâkim olmak için ilk adımını attığı yıllar, ülkemizde. Yani “hakkın” güçlünün eline geçmeye başladığı yıllar. Siyaset tüccarlığının yeni yeni filizlenmeye başladığı yıllar. Öncesinde de vardı elbet adam kayırmak, sizden bizden diye ayırmak, ama ayrımcılığın kapitale büründüğü yıllar bu yıllardı. Kim partinin bir köşesine tutunmuşsa, onun önünde bütün kapıların açılmaya başladığı yıllar. Borç paranın, yardımların, hibelerin ülkeye istikbali ve istiklali bedelince akmaya başladığı yılar. Ve işte talan bu akışla başlıyordu. Yollar, köprüler, barajlar, nerede iş yapılırsa, soygun orada kolay olurdu çünkü. Şehirlerde, kasabalarda, köylerde, kim hâkim gücün arabasına binmişse, boruyu onlar öttürüyordu. Milletin Anasını belleyenler, almış yürümüş, aynı millet de arkalarına düşmüştü. Çünkü ezan Türkçe değil de artık Arapça okunuyordu. Çok çok önemliydi. Derken durum öyle bir hal aldı ki gücü elinde bulunduranlarla güce boyun eğenlerin kaçınılmaz çarpışması başladı ve nitekim durumdan vazife çıkaran koruma ve kollamacılar, kendilerini de kollamak üzere bu düzeni devirdiler.

*

60’ta düzeni devirdiler de yerine ne koyacaklarını bekliyorduk ki? Kapital zehrini akıtmıştı toplumun kılcallarına kadar bir kere. Kim gelse kendi hâkimiyetinde aynı düzeni kuracaktı elbet. Öyle de oldu 60’lı yıllar. Patronların adları değişti, fakat icraatları değişmedi. Yine aynı tipler, yine gayrı milli beynelmilel kapital sahipleri, köşe başlarını tutular. Milletten toplanan harçlar, haraçlar, vergiler, dışarıdan alınan borç paralar ihaleler kanalıyla aynı banka hesaplarına akmaya devam etti. Bir zümre her şeyi elinde tutuyor ve milletin anasını bellemeye devam ederken millet de onlardan gerekli desteği esirgemiyordu. Çünkü baştaki zat, Cuma namazı kılıyordu. Çok çok önemliydi. Kardeşler, yandaşlar, bütün zenginliklerin üstüne çökmüştü.

*

70’li yıllarda, güce boyun eğenlerde bir kıpırdama vardı, ama hareket ateist bir kanala yöneldiğinden, bizim gibi toplumlarda başarı şansı yoktu ve olmadı da. Koruma ve kollamacılar, tekrar tekrar dereye girerek 70 li yılları, kan ve revan içinde bıraktılar. Bu sırada toplumun içinde yer yer mevzi güçler çıkmaya başladı ve mafyatik yapılanmalar ile güç paylaşımında biz de varız dediler. Bunların ağzına sürülen bir parmak bal ile kapital yine işini kör topalda olsa yürüttü.

*

80’li yıllara girerken, koruma ve kollamacılar, 80’de bir defa daha sertçe olaya müdahil olduklarında, kendilerini kollamanın da zirvesine çıktılar. Apartmanların, 60 öncesindeki bodrum katlarından, önce üst katlara sonra da özel korumalı, çitlerle çevrilmiş, kapılarına Anadolu’nun fakir evlatlarını diktikleri, lüks lojmanlarına terfi ettiler. 80’li yıllarda kapitalin hâkimiyetinde en ileri aşamaya gelinmişti. Devletin bütün kanun ve mevzuatları değiştirilerek bazan da daha değişiklikler çıkmadan milletin malı olan arsa ve araziler yağmalanmaya başlanmıştı. Ülkenin 60 yılda dışarıdan aldığı borcun tam iki katı daha borç alınmış ve yandaşlar har vurup harman savuruyorlardı. 80’li yıllar yeni tanınan vergilerle milletin üstüne tam çökmüştü ve hâkim güç, milletin anasını bellemeye devam ediyordu. Millet de onlara var gücüyle destek veriyordu. Çünkü baştaki zat hacca bile gitmiş, tarikat ehli bir adamdı. Çok çok önemliydi. Evlatlar, yandaşlar bütün paranın, rantların üstüne çökmüştü.

*

90’li yıllar da 80’li yıllardan farklı geçmedi. İdareciler, isim olarak farklı, zihniyet olarak aynıydı.  Yalnızca ilave olarak, etnik bir anarşi, ekonomiyi sarsmaya başlamış, ama yine de vurgunda ve soygunda zirveye çıkılmıştı.

*

2000’li yıllar ülkenin borçlanmada dünyada şampiyon olduğu yıllar oldu. Ülke, 70 yılda aldığı borcun tam beş katı borca bu yıllarda girdi. Alınan borç ülke içinde büyük bir para trafiği yarattı. Hâkim gücün eteğinden tutanlar, bu paralardan, inanılmaz servetler yığdılar. Ülkedeki bütün medyayı, yargıyı, orduyu, emniyeti tamamen kendi yandaşlarıyla doldurup her yeri ele geçirdiler. Artık ülkede yepyeni bir devir başlamıştı. Bütün namazlılar her yerde köşeleri tuttular, haram helal demeden ne geldiyse yuttular. Hükumet üyelerinden tut, sokaktaki en sade yandaşa kadar, açıktan her türlü yolsuzluk, hırsızlık bu dönem herkesin en popüler özelliği oldu. Camilerde hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk kelimelerinin geçtiği tek bir hutbe okutulmadı, yasaklanmış gibi, bütün din adamları, ağızlarına kilit vurdu. Ülkeyi idare eden zat, dünyanın en zengin devlet adamı oldu ve yandaşları, açıktan, bu milletin anasını belleyeceğiz, diyordu ve millet de bunlara çok büyük destek veriyordu. Çünkü baştaki zat her yıl hacca gidiyor, beş vakit namaz kılıyor, her Cuma, merasimle camilerde görüntü veriyor, hatta Kur’an okuyor, imam olup namaz kıldırıyordu. Çok çok önemliydi. Evlatları, damatları, arkadaşları, yandaşları, trafikte dolaşan, borç alınmış paranın ve ülke rantının üzerine çökmüştü.

*

Peki, ülkede son durum nasıldı?

*

Kapitalin teslim aldığı toplum, ahlaki olarak çökmüş, sıfır noktasında devraldıkları terör, verdikleri inanılmaz yardım sayesinde, ülkeyi kan gölüne çevirmiş, 46 milyon insan, yoksulluk sınırının altında, bunların 30,5 milyonu yardıma muhtaç yaşıyordu. Yandaş suçlular hakkında soruşturma açılamıyor, duydukları her muhalif sesi, bir bahaneyle içeri tıkıp susturuyorlardı. Bunlara rağmen, ülke, öyle algı operasyonlarına maruzdu ki, gücün medyasının dışında, bir ses duyamıyor ve bu gücü desteklemeye devam ediyordu.

*

Şimdi hal böyle olunca, iktidarın eteğinden tutamamış, sahipsiz milyonların, yapması gereken ne? Bu durum, daha ne kadar böyle devam edecek?

*

Bizim iman ettiğimiz din, adam kayırmayı, rüşveti, yolsuzluğu, hırsızlığı, haramı mubah görmez. Bizler Müslüman olduğumuza göre, bunlar hangi dinden?
YORUM EKLE