İNSANLIĞIN YANSIMALARI

İNSAN; Yüce Mevla'nın bu alemde yarattığı en şerefli mahlukattır. Alemlerin tüm nimet ve faidelerinin emrine sunulduğu, akli melekeleri ile düşünme ve konuşma kabiliyeti olan insan; yeryüzün mihenk taşı olmuştur. İlim ve irfanı rehber edinmiş olmakla doğrudan Yaradan'ın emirlerinin kainata ve yeryüzüne hakim kılınmış inancı (dini) ve akli melekeleri ışığında ilmi (bilimi) temel alarak yaptığı doğru işler ve çabalar soncunda dünyevi hayatına yön vererek tarih boyunca engin medeniyetler ihya etmiştir. Allah indinde tek din olan İslam aynı zamanda kültür, coğrafya, ırk, aile yapısı, insani değerler, gelenek-görenek, ilim, fen ve sanatla birleştirilerek İslam Medeniyetleri ihya edilmiştir. Gelinen süreçte dini emirler ile medeniyet değerlerimiz et ile kemik gibi kaynaşarak bütünleşmiştir. Tarih boyunca; Mevla'nın emirleri ile akli melekelerini birleştirerek Mevla'ya kul olanlar Habibine ümmet olanlar olduğu gibi yalnızca dünya nimetlerine tamah edip Mevla'yı unutarak (yok sayarak) sapkınlık ve azgınlığın pençesine düşen; insanlığın yararı yerine zararı ve felaketine sebep olanlar da vardır.

İslam dini cemaat dinidir. Hatta İslam; cemaat (birlik) olmaktan da öte Müslümanların kardeş olduklarını ilan etmiştir. Müslüman feraset sahibi ve uyanık olmak zorundadır. Modern dünyada çağımızın temel sorunu; kardeşlik hukukunun gereği birbirimizi Allah için sevmek, birlik olmak ve beraber hareket etmek yerine enaniyet/bencillik ve şahsi menfaat/çıkar düşünceleri çerçevesinde birbirimize düşmektir. Şöyle ki menfaat, gelecek endişesi, hırs, gurur, kibir, heva veya makam/koltuk sahibi olma düşüncesiyle; Burada olursam gelecekte şu olur; Şu'nunla dostluk kurarsam bana faydası olur; gibi  enaniyet veya şahsi menfaatlerle bir guruba yada topluluğa aidiyet duyma eğilimi olmaksızın kurulan yandaşlık ilişkileri medeniyet davamızı ve değerlerimizi tehdit eder boyutlara ulaşmıştır.

İslami değerler ışığında eğitim ve bilimin ön plana çıkarılarak; bilinçli, bilgili ve çağın gerekleri ile donanımlı bir medeniyeti yeniden ihya ederek inşa etmemiz, bireyin değil de genelin hayrına olacak ben değil de biz olan toplumun menfaatlerinin üstün kılındığı bir davanın temellerini atmamız gerekmektedir. Modern toplumlarda eğitim ve bilimin zirve noktası Üniversitelerdir. Üniversiteler "Filmin" değil "İlmin" imanla yoğrulmuş hamurunu işlemesi gereken gerçek manada gelişmişliğin ve kalkınmanın sağlanmasının temellerinin atıldığı,  bilgiye erişimin, kişisel gelişimin büyük ölçüde hayat bulduğu ortamlar olmalıdır. Çok sesliliğin kavga ile değil ancak ve ancak düşünce ile fikri münazaraların yapıldığı herkese eşit fırsatların sağlandığı yerler olması gerektiği kanaatindeyim. Ülkenin ve şehirlerin kalkınmışlığı yobaz ve bağnaz sabit fikirler ile tek düze insan modeli yaratmaya çalışmakla değil çok sesliliğin farklı düşüncelere saygı duymanın sonucunda gerçekleşeceğinin ortaya konmasıyla mümkündür.

Akvaryumdaki  Dünya!

Düşünün; bir süs balığını küçük bir fanusa koyduğunuzda onun dünyası ancak gördüğü ve yüzdüğü fanus kadardır. İnsanlar eğitimle/etkileşimle beyin fırtınası yapıp kendilerini geliştirecek ve yakın, uzak dünya ile etkileşime girdiği andan itibaren ufku ve dağarcığı da gelişecektir. Bu sebepledir ki Batı Uygarlığı, İslam Medeniyeti'nin değerleri (bilimsel verileri) üzerinden kurulmuş ve kurgulanmıştır. Dün, Müslümanlar medeniyetin, doğru bilginin ve gelişmenin üstadı idiler. Fakat bir zaman geldi ki, ilmi aramayı bıraktılar. Seleflerince aranmış ve ulaşılmış bilgileri de bilgi arayan Batı'ya cömertçe ihsan ettiler. Batı'nın Müslümanlardan bilgi almasında bir yanlışlık yoktu. Fakat Müslümanların bilgiye uzak düşmeleri, hiç olmazsa seleflerini takip etmemeleri büyük hata idi. İslâm âlemi bu durgunluğunu hâlâ üzerinden atabilmiş değil. Gelişmişliğin göstergesi olan eğitim kurumları, Üniversiteler bu vizyona ulaşabilmenin aracı olmalıdırlar. Milletin ve devletin emaneti bu kurumlar makamlar ve mevkiler için değil hakkın, hakikatin, doğrunun ve mazlumun yanında olan liyakat sahibi kişilerce, şeffaflık anlayışı doğrultusunda hesap verilebilir kaideler çerçevesinde yönetilmelidir.

İnsanımız, yaşadığı toplumun/çağın değerlerini anlamaya çalışmak yerine "Bana ne, benim dünyam bu." dediği sürece sadece kısmi gelişimin ve dar kalıpta düşünmenin önüne geçemeyiz. Üniversiteler toplumun refah seviyesine doğrudan etki edebilecek gelişimin ve bilimin yuvası olmalı, toplumda kişinin kendisini yetiştirmesi ve geliştirmesi adına birey olmasının önemini anlatmalı ve aynı zamanda bireysellikten öte toplumsal ve hatta evrensel düzeyde birlikte daha iyiyi nasıl yaparız düşüncesini aşılamalıdır. Bireyselliğin minimize edilmesinin yolu ise danışma, dayanışma, beyin fırtınası, başkasının fikrine saygı duyma, ortak bir neticeye varma, makul olanda buluşma gibi kavramları şamil olan istişare mekanizmasının önemini benimseyerek/benimseterek geçmişten gelen tecrübe ve birikimlerin aktarılarak sürekli gelişimin sağlanmasıdır. Dinin rehberi Peygamberimiz de bunu işaret etmektedir; "İlim Çin'de de olsa gidip alınız." Yani ilim insanlığın ortak malıdır. Yükseköğretim kurumlarımızın vizyonu da evrenselliğin gereği olarak uluslararası düzeyde bilim üretebilecek zihniyet ve alt yapıların oluşturularak bu kurumlarımızın yeniden temel misyonlarına dönmesi/döndürülmesine bağlıdır. Her Müslüman’a ilgi alanına giren ve istidadının kaldırdığı doğru bilgiyi öğrenmek farzdır. Öğrendiklerini insanlığa hizmet olarak sunmak da sünnettir. Allah, insanoğlunu doğru bilgiyi öğrenme yetkisi ve donanımı ile yaratmıştır. Yeryüzüne halife oluşunun bir alâmeti budur. Müslüman olup olmaması ayrı bir meseledir. Şüphesiz Müslüman doğru bilgiye daha çok koşmalıdır. Fakat günümüzde maddeye ait doğru bilgiler Müslüman olmayanların ellerindedir. Bunu teslim edelim. Çünkü onlar istiyorlar, onlar arıyorlar. İstidat lisanıyla onlar duâ ediyorlar. Allah da onlara veriyor. Bu bağlamda fanus içinde yaşamaktan vazgeçmeli bu çağda dünya insanı olduğumuz gerçeğini hiçbir zaman göz ardı etmemeliyiz. Evet kavanozda yaşayan balık ne bilir gölü, denizi, okyanusu ve insana bilmediği yabancıdır.  Bilmediğinden korkar insan. Temel sorun üniversitelerin insanlık için toplum için ne ürettikleri ve insana ne kazandırdıklarının tekrar ele alınıp başta da belirttiğim gibi filim insanı değil imanla yoğrulmuş ilmin ışığında; akılcı, gelişime açık, fikirlere saygı duyulan aktif mekanizmaların kurulmasıyla yetiştirilen ilim adamlarıyla mümkün olacaktır.

Son yıllarda toplumda yozlaşma ve bir bencillik hakim olamaya başladı. Bunun en önemli belirtisi de unvanlar ve makam takıntılarıdır. Ben şuyum, ben buyum, gibi insanın fıtratına ve  adeta yaradılışa aykırı makamlar ve ihtiraslar sarmış benlikleri. Nerde bizim şiarımız, nerede sevgi ve dostluk. "Yaratılanı Sev Yaradan'dan Ötürü" düsturu?  Merkezi insan olmayan bir dünya yok ama bunun farkında olan insanlar da nefis taşıyor. Elbette bir arada yaşamanın ve yaşamı devam ettirmenin de bazı zorlukları ve kuralları olmalı. Topluluklar, dernekler, vakıflar, sendikalar ve hatta devletler boşuna kurulmamıştır. Gümüşhane'miz de birlikte yaşanılan ve birliktelik adına konulan kuralların bulunduğu bir toplumdur. Şehirlerin öznesi ise insandır. İnsanın doğumundan itibaren başlayan müstakil bireylik/ergenlik bağlamındaki kişilik hakkı ve toplum içindeki yeri, aldığı eğitim ve bilgi düzeyi ile birlikte oluşan yaşam tarzını belirler. İşte bu bireyi topluma kazandıran ve konumunu belirleyen eğitim, çeşitli aşamalardan oluşmakta ve en sonunda Yükseköğretim dediğimiz sistem bulunmaktadır. Yükseköğretim sistemi, meslek ve kariyer sahibi insanların üretilerek; bilgi, beceri ve kabiliyetlerine göre paketlendiği; geleceğin teminatı olmak üzere toplum hayatına yön verecek rol model insanların diploma verilmek suretiyle adeta ambalajlanarak toplumumuza sunulduğu adeta birer fabrikalardır.

Uzun zaman il dışında yaşayan ve bir vesileyle Gümüşhane'ye gelen bir arkadaşla yaptığımız bir sohbette şöyle demişti "Ya burada herkes BAŞKAN!’ Bunu yadırgamadım, unvanlara, makamlara, koltuklara sığınarak aslında bilgisinin ve kişiliğinin önemini unutup sadece ben şuyum demekle yetinen, küçük düşünce ve basit olgular peşinde gezen insanların oluşturduğu algının ne kadar yanlış ve vehim olduğunu fark ettim o gün. Öznesi insan olan toplum insanlığın gereğini her daim şartlar ne olursa olsun yerine getirmeli ve asla başka düşüneni, faklı olanı ötekileştirmeden önce kendisini düzelterek topluma ve bireye faydalı olmanın yollarını aramalıdır.

Kalbinde kibir varken konuşma!
Kurduğun cümle değil, yıktığın gönüldür!

Son olarak "Yükseköğretim kaç katlı?" diye hep merak edenler de vardır illaki. Hani bir söz vardır; "Okumak cehli alsa da eşeklik baki kalır." diye. İşte bırakalım bu sorunun cevabını da okurlarımız versinler.
YORUM EKLE