KUŞAKKAYA’YA ELVEDA!

Zamanın arka bahçesinde, 1988 yılının güz aylarıydı; harman yerinden üzerime sinen buğdayların kokusuyla döndüğüm evimizde tanışmıştım amcamın elinde tuttuğu Kuşakkaya’yla.

O yaz oldukça bereketli geçmiş, dedemin tabiriyle hasadı tamam etmiştik. Göçmen kuşların peşinden avare koştuğumuz günlerdi, şiirin her çeşidine kanat çırpıyorduk.

Üniversitede öğrenciydim. Nurettin Özdemir’den aldığım ilhamla ve feyizle ölümsüz aşklar üzerinde demliyordum düşüncelerimi. O deli çağların coşkunluğuyla aşka, zamana ve memleket üzerine şiirler yazan, ayaklarında çarıkla Kaf dağlarında dolaşan bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlıydım. Şiir yarışmalarında dereceye giren ismimi bulmak için ellerimle parlattığım iki gazeteden birisiydi Kuşakkaya. 
Diğer gazete, rahmet olsun, İsmail Topuz’un çıkardığı Kelkit Çayı gazetesiydi. 

O zamanlar Kuşakkaya haftalık, Kelkit Çayı aylık çıkıyordu. Haftadan haftaya Kuşakkaya gazetesini bekler, büyük bir heyecanla her satırını okur, tarardık. Sanki Kuşakkaya bizden aldığını bize kelimelerle ambalajlayarak veren bir aşk tohumunu içimize atıyordu; o tomurcuğun günbegün filiz sürmesini dört gözle bekliyorduk. 

O güz, amcam (rahmet diliyorum, Yaşar Hirik) gençliğimin şiir dolu kahramanı olarak dünyama girmişti.

Sonbahar rüzgârlarının yaprakları dökülmüş dalları hafif hafif titrettiği bahçemize kurulu soframızda, yemeğin sonuna doğru amcam bana döndü, elindeki Kuşakkaya gazetesini açarak: “Artık vakit geldi, sen de Kuşakkaya’ya yazmalısın!” dedi. 

Hazırlıksızdım, ne diyeceğimi bilemeden, şaşkınlığımla kalakaldım. O günden bir iki hafta sonra (Ekim, 1988) Kuşakkaya’da yayınlanan ilk yazımı yatağımın baş ucuna koyup saman sarısı sayfanın ortasındaki o yazıma saatlerce baktığımı hatırlıyorum.

Çok büyük bir üzüntüyle ifade etmek isterim ki Ekim 1998’de başladığım Kuşakkaya yolculuğum bu yazımla nihayete eriyor. 

Bu aradan geçen 29 yıl boyunca içime sığdırdığım düşüncelerim bu yazımla zamanın bir yerine derkenar bir not olarak düşecektir.

Ben Kuşakkaya’yı ilk çocuğum olarak besledim, büyüttüm. Çok zaman diğer iki çocuğumdan kıstım, Kuşakkaya’ya verdim. Küçük kızım Bengisu’nun bundan birkaç yıl evvel, bir pazar günü “Baba, parka gidelim mi?” yalvaran bakışlarına karşılık, “Olmaz kızım, Kuşakkaya’ya yazı yazacağım!” cevabıyla nasıl yıkıldığı gözlerimin önünden hiç gitmiyor. Yine geçen yaz ailece çıktığımız Karadeniz turunda kullandığım otomobilinin bozulması üzerine sığındığımız yol üzerindeki bir tamirhanede otomobili yapan motor ustasının bilgisayarından bin bir güçlükle Kuşakkaya’ya yazı yazdığımı hiç unutamıyorum. Her şey ertelenebilirdi, ama Kuşakkaya’ya yazı yazmak ertelenemezdi! Çünkü Kuşakkaya’ya yazı yazmak, bende bir tutkunun ötesinde, beni asla terk etmeyen asil düşüncelerin bir terkibiydi.

Kuşakkaya’nın günlük yayın hayatına dönmesiyle yazı yazmakta zorlandığımı itiraf etmeliyim. Ama her şeye rağmen Kuşakkaya’da yazmak benim için vazgeçilmez bir yürek direnci, her daim zihnimi diri tutan bir beyin eylemiydi.

Bu geçen 29 yılda neler, başıma geldi neler…

İnsan başına gelmeden bir takım şeyleri bilemiyor. Ben yaşadım, gördüm; yazılarımla  insanların, zamanın, olayların ve düşüncelerin içinden geçerek, elhümdülillah bu günlere ulaştım.

Kuşakkaya’yla Kelkit’in ve Gümüşhane’nin yakın tarihine tanıklık etmenin sevincini ve üzüntüsünü yaşadım. 

Tek başıma kalemim yetmedi, Gümüşhane Barosu Başkanı merhum Ali Günday’ı yobazlara karşı koruyamamanın üzüntüsünü mesela içimde hep taşıdım.

Oltan Bey’in bakanlık yaptığı yılları keyifle izledim, yazdım.

Rahmetli Sabri Özcan San’ı yazılarımla kalbimin aşk kokan toprağına göndüm; günde beş vakit her namazda arkasından dualar uçuruyorum.

Kendini taşıyamayan siyasetçileri asla pohpohlamadım, Gümüşhane’nin uygar dünyaya sunduğu bir çok değeri iftiharla yazılarıma taşıdım.

Kimseyi olduğundan fazla övmedim; kimseyi eleştiri sınırlarını geçerek yermedim.

Çokça yediğimiz küfürlere karşılık, her biri yaşamamızda can suyu olan dua tadındaki yürek alkışlamalarına mazhar oldum. Çok lüzumsuz insanların yanında, gönlümüzün biteviye gürlediği insanları tanıdım, sevdim. Zamana yenilmeyen aşkların, sadakatin ve dostluğun içimde kalan tortusuyla anılarını ebediyyen muhafaza edeceğim güzel insanlara çok şey borçluyum.

Bu geçen 29 yıl boyunca ihanetin, kaypaklığın ve zilletin her türlüsünü gördüm, yaşadım;  bu dünya maceramda hep Kuşakkaya gibi dik durmaya çalıştım. Yerel siyasetin kraldan çok kralcı kesilen sahte kabadayılarının “Bir daha Kuşakkaya’da yazmayacaksın!!” tehdidine pabuç bırakmadım, düşünceye karşı alenen ortaya konan bu zorba tavırların sahiplerine gereken dersi ahlak ve edeple verdim. 

Ama ne yaparsınız ki: 

“Dost bivefa, felek birahm, devran bisükun, 
Dert cok, hemdert yok, düşman kavi, talih zebun!


Artık ben de vuruşarak çekilen bir kalem erbabıyım!

Kazanmak için her türlü silahın mubah olduğu bu savaşta kimin kazanıp, kimin kaybettiğini toprağın altına girdiğimizde hep birlikte göreceğiz!

Yazılarımdan dolayı hakkımda açılan bütün davalardan uzunca süren bir çileli hukuki süreç sonucunda beraat ettim. 

Siyasetin gölgesinde kendini bir şey zanneden küçük insanlardan yediğim küfürler ve bu uğurda çektiğim sıkıntılar günahlarımın kefareti olur inşallah. 

29 yıl sürdürdüğüm Kuşakkaya yazarlığımı üzerime atılı bütün iftiralardan arınarak alnımın akıyla noktalıyorum.

Zaten bir süredir iktidar nimetlerinden fütursuzca yararlanan bir kısım çevrelerden örtülü mesajlar almaktaydım. 

Muhalif bir ses olmamı hazmedemeyerek yazılarım bahane edip bilinçlice ortaya çıkarılan suizan illetinden Kuşakkaya’yı korumak zorundaydım.

Nitekim gazete el değiştirdikten sonra gazeteden ayrılmak istediğimi, üzerimde çok büyük hakkı bulunan Turan Tuğlu’ya iletmiştim. Kendilerinin “Biraz daha devam et!” yaklaşımı üzerine bugünlere kadar geldim.

Artık her anlamda etkili olan yorgunluğum ve toplumsal hayatımızı içten içe çürüten güçlü olanın her daim haklı olduğu algısının yazarak değiştirilemeyeceğine dönük inancım iyice artmıştır. 

Evvela, bu gazetenin sayfalarını bana açan, babam kadar sevdiğim, saydığım; ismi Kuşakkaya’yla özdeşleşen değerli büyüğüm Turan Tuğlu’ya gönül dolusu teşekkürlerini sunmak isterim.

Kuşakkaya’da yazdığım yazılara ruhunu  ve imanını siper eden, “Ağabey, bugün falanca milletvekili gazetemizi arayıp, senin yazılarından dolayı bizi tehdit etti! Cürmü kadar yer yakar, biz seninleyiz!” diyerek bana bu dirençli desteği hissettiren, gazeteciliğin aslında onurlu bir duruş olduğunu mert tavrıyla ortaya koyan gazetenin eski yazı işleri müdürü Serhat Kaya’ya duyduğum kalbi minnet ve yakınlık asla zamanın eritebileceği bir minnet ve yakınlık olmayacaktır. 

Ömrümün 29 yılını severek verdiğim Kuşakkaya okulundan sizlerin icazetiyle ayrılıyorum. 

Yazılarım toprağın altındaki ikinci hayatıma şahitlik edecek kadar açık, net; mücadelemin ve hissiyatımın bir röntgen filmi gibidir. 


29 yıl boyunca yazılarımı okuyarak bana çok büyük bir yürek gücü olan bütün okuyucularıma teşekkür ederim.

Bilmeyerek, kırdığım incittiğim herkesten helallik isterim. Düşüncenin namusunu kirleten güç sarhoşları hariç, benden yana hakkım helal olsun!

Rabbime emanetsiniz.

Hoşça kalın!

YORUM EKLE