Neden kutuplaşıyoruz...

Siyasette, ekonomide, günlük ilişkilerimizde, toplumsal değerlerimizde ve hayatımızın hemen hemen her alanında bir gerginlik içindeyiz. Akademisyeni, işçisi, esnafı, memuru, emeklisi, yaşlısı, genci vs. bütün toplumsal kesimlerde bir memnuniyetsizliktir gidiyor. Kime sorsak dert yanar oldu. Kimse hayatından memnun değil.  Oysa 15-20 yıl öncesiyle kıyasladığımızda insanlar çok daha kıt imkanlara sahipken daha mutlu olabiliyorlardı. Örneğin kimse bu günkü kadar iletişim imkanına sahip değildi. Hatta biraz daha gerilere gidersek kimsede cep telefonu bile yoktu. İstediğimiz saatte, istediğimiz yerde bir yakınımızla bu kadar çabuk iletişim kuramıyorduk. Çocuğumuz şu anda okulda ne yapıyordur, ne yiyor ne içiyordur diye kontrol edemiyorduk. Ama bugünkü anlamda, merak da etmiyorduk. Hayat bugüne göre daha rutin seyrinde devam ediyordu. Bunun gibi örnekleri çoğaltabiliriz.

Küreselleşme, şehirleşme, rekabet, fiziki gücün yerini beyin gücünün alması, çılgınca tüketime sevk eden çevresel etkenler, imaj kaygıları vs. insanları bu hale getirdi. Daha açıkçası modern dünyanın yaratmış olduğu tahribatlar mutsuzluğumuzu her geçen gün daha da artıyor.

Bu durumun ortaya çıkmasında elbette birçok neden sayabiliriz. Genel olarak somut gerekçelerle bu durumu açıklamaya çalışıyoruz. Olaylar üzerinden sorumluları aramaya yöneliyoruz. Bu durumu anlayabilmenin önemli yollarından birinin de, her yönüyle hayatı tanımlamak ve anlamak için kullandığımız kodlar üzerinde durmak olduğunu söyleyebilirim. Çok büyük değerlerin kodlandığı kavramları ne kadar da çabuk bir şekilde günlük sıradan durumları açıklamak üzere kullanıveriyoruz. Gerçekte rutin bir olay, zihnimizde çok büyük algılar yaratacak dil kodlarıyla açıklanıyor. Günlük iletişimimiz için harika, müthiş, olağanüstü, yüce, muhteşem,  eşsiz, mükemmel, aşk gibi kavramları dilimizden düşürmüyoruz. Moda haline gelen kişisel gelişim kitaplarında, seminerlerinde vurgulanan karşıdakini övme öğretisi ve beraberinde gelen iletişim kültürü üst değer ifade eden kavramlarımızı çabucak tüketiyor. Gerçekte yaşanan bir olguyu, kullandığımız dil kodları aracılığıyla ona atfedilebilecek duyguyu gerçekte olması gerektiğinden çok daha üst bir yoğunlukta yaşamak istiyoruz. Sonra olgu ve kullandığımız dil kodunun ürettiği değer arasındaki bu uçurum bizi doyumsuzluğa sevk ediyor. Bir taraftan mutsuzluğumuz artarken diğer taraftan çatışmalar, karşıtlıklar da çoğalıyor. Çünkü rutinleri açıkladığımız üst kavramlar, aynı zamanda eleştirilecek, karşı durulacak birçok noktayı da beraberinde getiriyor.
Kutuplaşma nedenlerimizi sorguladığımızda bu noktanın önemli olduğunu düşünüyorum. Liderler ya da diğer siyasilerimiz çok üst perdeden konuşma alışkanlığını bırakmıyorlar. Çok keskin bir dil ile günlük olaylara yorumlar yapıyorlar. Bu durum aslında toplumun farklı görüş uçlarındaki sinirlere dokunuyor. Rasyonel bir şekilde tanımlanabilecek bir olay kutsanan bir algıya dönüştürülebiliyor. Bu durum sürekli kırmızı çizgilerin üretildiği bir atmosferi doğuruyor. Hem daha radikalleşiyoruz hem de buna bağlı olarak birbirimize yönelteceğimiz eleştiri okları daha da keskinleşiyor. Çünkü kutsal bir tanımlamaya değer olmayan bir olayın kutsanması gerçekte var olan hataların üstünün örtülmesine neden oluyor. Ancak iletişim dünyasının bu kadar geliştiği bir zamanda, bilginin bu kadar çok çabuk yayıldığı bir ortamda ve dengelerin dur durak bilmeyen bir devinim içinde olduğu günümüzde bu örtüleri çok geçmeden kaldırmak zorunda kalıyoruz. Bir taraf ısrarla örtmeye çalışırken diğer taraf bu örtüyü kaldırmaya çalışıyor. Ama bu süreçte de kutsanan bir dil kodu kullanıldığı için hata üstüne hata yapılıyor ve işin içinden çıkılamaz bir hal alıyor.

Son olarak gerçekleşen Şah Fırat Operasyonuyla ilgili olarak muhalefetin geliştirdiği söylem, daha kısa bir süre önce IŞID’in Musul Konsolosluğundaki görevlileri rehin aldığı baskındaki söylemle çelişti. Aynı şekilde rasyonel gerekçelerle anlatılabilecek Şah Fırat Operasyonu ile ilgili iktidar tarafından üst perdeden bir tanımlama yapıldı. Daha önceki kırmızı çizgilerle çelişen bir durum ortaya çıktı. Bunun gibi ekonomide, siyasette, toplumsal yaşamda, ahlaki değerlerde, günlük söylemlerimizde ortaya çıkan birçok örnekte dil kodlarımız çok keskinleşti. Hem iktidarın hem de muhalefetin kullandığı dilin biraz rasyonelleşmesi ve rutin haline dönmesi gerekiyor. Siyasilerimizin artık duygu yoğunluğu yaşatmak adına kullandıkları kodlardan uzaklaşmaları daha doğru bir üslup olacak. Bu değişim Türkiye’ye yaradığı gibi siyasilerimizin ve kurumlarının geleceği için de çok önemli olacak. Çünkü şu gerçek hiç unutulmamalı: seçmenlerin oyladıkları en önemli konu ekonomi… Dolayısıyla sahaya çıkıp bir araştırma yaptığınızda açıkça görülmese de ekonomide meydana gelecek bir altüst oluş, bütün dengeleri değiştirebilir. 2001 krizini unutmamalıyız. Bunun için bu dili en çok da iktidar terk etmeli.
YORUM EKLE