NEFRET YÜKLENİYOR

Tuğçe Kazaz’dan rol çalmak niyetinde değilim lakin din ve nefret konusunda birkaç kelam da ben etmek isterim. İnanılmaz nefret söylemlerine şahit oluyoruz artık en basit olaylarda bile. Kimi zaman seyirci kaldığımız, kimi zaman da dahil olduğumuz bu söylem, günden güne büyüyüşünü dehşetle izlediğimiz kartopu gibi hızla üzerimize geliyor. Ve emsallerinden bildiğimiz üzere kimimiz altında ezilecek, kimimizi de bir şekilde teğet geçecek.

Yine yoğun bir gündemle başladık haftaya. Aylardır arkası kesilmeyen şehit haberleri artık gündelik bir aksiyona dönüştürüldüğü için bu günlerin öne çıkan haberleri bayramsal gelişmeler ve Tarık Akan’ın vefatı oldu. Tabii her şeyi bilen kesimin bu konuda da verecek fetvası var. Dinsiz, vatan haini geberdi diyen mi istersin, ağlayan mı, gülen mi… Şunu hala anlayamadık; inanç, bizlerin ölçütleriyle izah edilebilecek bir değer değildir. Çünkü Hz. Muhammed (S.a.v.) benzer bir durum için ‘Kalbini yarıp baktın mı ki?’ demiştir. İnanç da kalp de bir yana herkesin düşünce özgürlüğü vardır, bu konuda kimseyi eleştirmeyeceğim. Lakin herkesin ‘belli etik sınırları olmakla birlikte’ ifade özgürlüğü de vardır. Ve ben, A kişisini sevmenin B kişisini sevmeye engel olmasını sığdıramıyorum o her iki özgürlüğün de içine. Merhumun siyasi görüşüne karışmayacağım ancak dini inancı için ağza alınmayacak laflar edildiğini görüyorum günlerdir. Ezelinden beridir bizden olmayanı sevmeyiz. Bu kaidenin değişmeyeceğini adımı bellediğim gibi belledim artık. Hazır rol çalmak demişken, insanların Allah’tan rol çalmalarına, gâh din âlimi, gâh peygamber gibi davranmalarına akıl sır erdiremiyorum. Madem hepimiz İslam geçiniyoruz, ilk emri ne namaz kıl, ne oruç tut, ne de hacca git olmayan Kuran’ın en azından mealini inançtan değilse de meraktan olsun neden hiç açıp okumuyoruz? Evet, ilk emir okudur. Çünkü karanlıktan kurtaran aydınlığın yolunu açan okumaktır fikrimce. Daha ilkokulda dinlediğim bir hikâyenin tesirini bugün bile hissederim üstümde. Kâinatın en İslam, en aydın, en mukaddes insanıyla, Hz. Vahşi’nin hikâyesidir. Vahşi, peygamberimizin amcasını öldürmekle kalmamış, üstüne bir de ciğerini sökmüştür savaşta. Çünkü bilir ki bu, ona verebileceği en büyük acılardan biridir. Zaman geçer, devran döner, Hz. Vahşi İslam’ı seçer ve Hz. Muhammed (S.a.v.) onu affeder. Şort giydi ya da yan baktı diye dayak yiyen, öldürülen insanlar olduğu düşünüldüğünde günümüz için şaşılacak, ibretlik bir hikâyedir. Din âlimliğinin, fikir fukaralığının ve nefretin ayyuka çıktığı şu günlerde affetmenin, yargıyı Allah’a bırakmanın hatırlatıcısı olduğu için de bence ayrı kıymetlidir.

Hep unutuyor belki de bilmiyoruz ama unutulmasın ki kalpler Allah’ın elindedir. Hükmü de yine o verecektir. Gelin biz hüküm vermeyi, nefret etmeyi bırakalım da ecdadımızın, Fatih Sultan Mehmet Hanın sözlerine kulak verelim;

‘İnsanlara Allah’ın soracağı soruları sormayın. Kulun kula soracağı soruları sorun:

Aç mısın?

Susuz musun?

Geçinebiliyor musun?

Evin var mı?

Hasta mısın sıhhatli mi?

Evinde hastan var mı?’
YORUM EKLE