NURETTİN ÖZDEMİR’İN ARDINDAN

-Ruhuna bir Fatiha niyazıyla-

Ustamı kaybettim.

Hisar’da bir burç yıkıldı.

Bu dünyada bir babama benzemek istemiştim, bir de O’na. Sonrasında birazcık Cahit Sıtkı’ya, bir de Aragon’a. O, artık yok. içimin bir yarısı göçtü. Hayatımın 35 yılı O’nu izlemekle geçti. Daha dün taşralı mahcubiyetimle dizlerinin dibine çökmüş bir şair adayı idim. Dalın köke bir tebessümü gibiydi benim O’na tebessümüm. Sükûnetin nezaketini, muhabbetin müebbetini, hicretin kudretini, esaretin cesaretini, mihnetin zarafetini velhasıl emanetin verasetini ben O’ndan öğrendim. İçimin ışığı, Kelkit aşığı, ustam Nurettin ÖZDEMİR’i kaybettim. Hisar’da bir burç yıkıldı. Bir Fatiha niyazıyla Rabbimden rahmet diliyorum. Türk şiirinin ve sevenlerinin başı sağ olsun.  

Öğrencilik yıllarda sık sık ziyaret ettiğim bir diğer abide isim Nurettin Özdemir’di.

Her yeni yazdığım şiiri kendisine pır pır eden bir yürekle götürür, beğenilmek arzusuyla, takdim ederdim. Şiirlerime, gözlüklerini takıp baktığı anda soluksuz duruşlarda duran bir şair adayı idim. Çok kalabalık ortamlarda zaman ayırır, şiirlerim üzerine düşüncelerini söyleme inceliğini gösterirdi. Şiirlerime bakarak, yüzünü buruşturup “olamamış” deyip şiirlerimi yırtıp çöpe atmasına asla tahammül edemezdim.

İçten içe kızar, küser ve incinirdim. Nurettin Ağabey, böyle yaptıkça, ona yazdıklarımı beğendirmek arzusu daha bir içimi yakar ve adeta kamçılanırdım. “Bu sefer beğenecek” diyerek huzurlarından hüsranla döndüğüm anlar çok olmuştur.
 
Yine üniversiteden arkadaşlarımın yanında şiirlerimi yırtıp çöpe attığı bir anda ellerine sarıldım. “Aman, ne yapıyorsunuz hocam, o şiirin bir başka  nüshası yok”.

Yüzeme derin bir bakışla baktı.

 “Bir kez gelen yine gelir, merak etme!”

Nurettin Özdemir’den kalpten geçenlerin asıl olduğunu öğrendim.

Bana çok şey verdi; verdiklerini içimde hep muhafaza edeceğim.

Vatan artık Kelkit’te bir şair mezarıdır.

Sonsuz üzüntülüyüm.

O tam bir aksiyon adamıydı.

Bir gün ziyaretine gittiğimde Nurettin Amca’yı (Özdemir) evinin önündeki çöpleri titizlikle toplarken buldum.

Bu özel anımı “Hisar’da Bir Burç- Nurettin Özdemir” isimli çalışmama almadım.

Aman ne yapıyorsunuz hocam, dedim; ellerine sarıldım, bırakın ben belediye işçilerine temizletirim dedimse de engel olamadım.

Ben aksiyon adamıyım, bulunduğum yeri güzelleştiririm şair, dedi.

O zamanki belediye başkanına Nurettin Amca’nın evinin önünü temizlettirememiş bir bahtsız Kelkitliyim ben.

“Sayın Başkan, Nurettin Amca’nın evinin önüne bir iki temizlik görevlisi gönderir misiniz, evin önü bakımsız olduğu için  çöp yuvasına dönmüş!” naif ricama karşılık adam yoz bir tavırla bana çemkirmişti.

O gün evinin önüne biriken çöpleri birlikte temizlemiştik.

Bu saygısız insanların içinde biz Nurettin Özdemir’i büyüttük.

Ama ne oldu?

Bakın Nurettin Amca bembeyaz bulutlarla sonsuzluğa aktı, ama kirlilik o zamanki belediye başkanının ruhuna yapıştı.

O günden bu yana hep “Aksiyon adamı nasıl olunur” u düşünüyorum.

Nurettin Amca tek bir mısraıyla ruhlarımızı temizlemiştir.

Şiirleriyle ruhlarımızı temizleyen Nurettin Amca’nın yorgun adımlarıyla Kelkit sokaklarında çöp toplamaya çıkışı sizce neyin izahıdır?

Aynı benzer tanımlamayı rahmetli Ali Metin Tokdemir’in ideal sahibi bir ruhla titreyen dudaklarından da duymuştum. Özel bir sohbetimizde hiç unutmuyorum, “İmanın sihri aksiyondur!” demişti.

Tam kırk yılın yalnızlığı ve ağırlığı yüreğinde, her sabah Kelkit Çayının nazlı akışında zaman ötesi düşlerinde ebedi filizler büyüten birinin hayat kalitesi ile sevdiği tarafından “görüşürüz aşkım” denerek pozcu tavırlarla dolmuşuna bindirilen veya bir haşlama suyu karşılığında birilerini dolduruşa getirerek yazılar yazdıran  birinin hayat kalitesi aynı olabilir mi?
Velhasıl o. bir sevda adamıydı.

Gidişiyle eski Gümüşhane bahçeleri yetim kaldı.

Ormanlar içindeki bir sarı gül yetim kaldı.

Ben onu hep“uzak geçmişlerden” gelip, günümüzde mola vererek “uzak geleceklere” giden bir yolcuya benzettim. Daha birkaç gün öncesine kadar bizler o yolcunun tanıklarıydık.

Onunla aynı çağda buluşuyor olmamız onunla tanışmamız açısından bir şanstı. Pek tabiki onunla tanışma durumunda olmayanlar içinse bir şanssızlık.

Ben onunla tanışamayan, onun engin dünyasına giremeyen gençlerimiz adına çok üzülüyorum.

2009 yılında eski valimiz Sayın Enver Salihoğlu’nun başlattığı “Gümüşhane Değerleriyle Buluşuyor” etkinliklerinin ilk ayağı olarak Nurettin Amca’yla Gümüşhane’ye gelmiştik. Onu izleyenlere aktarmaya, tanıtmaya çalışmıştım.

Hatta o güzel akşamdan arta kalan ve birlikte yer aldığımız bir resmin altına şu mısraları yazmıştım:

işte   sözün   büyüsü,  tam      tekmil ve   aşka  dair

işte şiirin en güzelini zamanla yarıştıran hız

O, gönül ülkesinin sultanı ; O, çok  büyük bir şair

bense  yanı  başında ah'larla   zırhlı bir  muhafız

...


Şimdi…

Şimdi, düşüncelerinizi bir gencin hayata karşı attığı ilk adımlara yönlendirmenizi istiyorum. Bir genç, daha anne kucağından başlayarak eğitim süreci içinde etrafını dikkatlice gözlemleyeme başlar. Bulunduğu ortamda “dış” tan gelen bütün uyarıcılara açıktır. Genç, yerelden evrensele uzanırken, hep dikkatle baktığı bu dış çevreden beslene beslene kendine bir yol arar. Yarına aday bir kültürel taşıyıcı olması için, kendine bir yol bulmak zorundadır. Yerel çevreye bakar ve ilk denemelerini “taklit” yoluyla yapar. Bu düşüncelerini sizlerle içtenlikle paylaşan benim ilk şiir yolculuğum, ortaokul yıllarında tesadüfen girdiğin bir kitapçı dükkanının vitrininde duran “Vakit Geçti Yorgunum” isimli şiir kitabıyla başlamıştır. Kitabın arkasını gayriistiyari çevirdiğimde “Nurettin Özdemir Kelkit’te doğdu” ibaresi ruhuma bir ömürlük gıda gibi düştü.  

Genç yetiştiği çevrede ilk olarak kendisini yakınından birileriyle özdeşleştirmek istemektedir. Gencin önüne yerel çevresinde onlar gibi olmaya özen göstereceği “fenomen” isimlerin koyulması gerekmektedir. Yakın çevresinde bu isimleri bulamayan bir genç ne yapar? Bu durumun fecaatini varın siz düşünün! Genç  böyle birilerini yakın çevresinde bulamadığı zaman, hayatının beklide en kritik zamanlarına kötü alışkanlıkları yerleştirip onların peşinden gidecektir.

Ben hep onun peşinden gittim.

AMA BENCE ONA GÜMÜŞHANE YETERİNCE SAHİP ÇIKAMADI.

Nurettin Özdemir’le birlikte ara ara katıldığımız  Pestil ve Kuşburnu Festivallerinde bunu çok net gözlemlemişimdir.

Festivaller boyunca Nurettin Özdemir’e gösterilen  ilginin hep eski milletvekili ve eski bir siyaset adamı olmasının dışına taşmamıştır.

Nurettin Özdemir’i bu topraklarda şair kimliğiyle tanıyanlar çok ama çok azınlıktadır. Bu duyarsızlıktan Nurettin Özdemir nasibini alırken, diğer yetiştirdiğimiz yazar ve şairler  almıyor mu?  Şu anda günümüz halk edebiyatında ürünleri  içinde ünü Türkiye sınırlarını da aşan Aşık Timurhan Zevraki’yi Gümüşhanemizde kaç kişi biliyor, tanıyor diye çok merak ediyorum.

O gittiği her yere Gümüşhaneliliğini ve Kelkitliliğini de beraberinde götürdü.

Ama Gümüşhane ve Kelkit ona yeterince sahip çıkmadı.Burada eski vali Enver Salihoğlu’nu şükranla anlam isterim.

Bir ilin ayrıcalıklı özelliği yetiştirdiği insan unsuruna sahip çıkmasıyla olasıdır. Kendi kültürel özelliklerini yetiştirdikleri sanatçılarıyla parlatıp seçici ve göz alıcı bir konuma getiren iller, yerelden evrensele ulaşan yolda daha başarılı mesafeler almaktadırlar. Şu ana kadar Gümüşhane olarak ne yazık ki doğal güzelliklerimiz ve mağaralarımızla övündüğümüz kadar, yetiştirdiğimiz yazar ve şairlerle övünememişizdir. Doğal güzelliklerden aldığımız bir görsel lezzet, neden bir Gümüşhaneli şair ve yazarın iki cümlesine sıkışmış bir içsel lezzete dönüşmesin ki? İlhamını bu topraklardan alan Gümüşhaneli şair ve yazarların bu topraklara vefa borcu kadar, bu topraklarda yaşayan herkesin kendi duygu ve düşüncelerini terennüm eden şair yazarlarını okumak, onları bilmek ve onları tanımak boyun borcu vardır.

Şair ve yazarların öldüklerinden sonra tanınmak gibi bir kötü talihsizlikleri galiba kaderlerinde var!

Pek tabiki güzellik ürünü olan edebi eserler ölümsüzdürler. Bütün zamanlara hitap ederler. Ama, ölmeden o güzel düş ve düşüncelerini mısraları arasında bir kuyumcu hassasiyetiyle işlemiş yazarlarımız, şairlerimiz hayattayken eserleriyle birlikte değer bulsalar daha iyi değil mi?

Artık Nurettin Özdemir de yok!

O şiirin hasını yakalamış bir şairdi. Her zaman şu cümlesi kulaklarımda duracaktır: “Şiir yüksek frekanslı bir sanattır!”

O, tam bir gönül insanıydı.

Gönül denen o muhteşem coğrafyada esmeyi çok iyi bildi.

Gönül denen aşk yaldızlı köşke bir giren, öyle kolay kolay çıkmaz, çıkamaz!

Gönlün hayır dediğine ısınmak mümkün olmaz.

Gönlümüzdür hükümdar; kime ne paye vereceğini o belirler. Kimine "dost", "yar", kimine "tanıdık", "arkadaş" deyip, çıkar işin içinden...

Sonuçta, gönle girmek  büyük bir sorumluluktur; emek vermek gerekir, ilgilenmek...

Gerçek dostlar da gönle giren insanlardır. Gönülde  baki kalacak olan gerçek dostlarımız yavaş yavaş memlekete “dökülmeye” başladılar. Malum, Türkiye aşırı sıcaklardan bunalıyor. Gümüşhane’nin ve Kelkit’in yayla havasından çiçek kokuları getiren serin serin rüzgarlarında kim vuslat duygularının kıvamında demlenmek istemez?

KELKİT’E GÖMDÜĞÜM UZUN UZUN YILLARIMIN BENDEKİ EN ÖNEMLİ KAZANIMI NURETTİN ÖZDEMİR OLMUŞTUR.

Hayıflanmam şu ki o güzelim yıllarımı Kelkit’te belediye denen o illet örgüt çaldı.

O EN GÜZEL YILLARIMDA HER YAZ YOLUNU BEKLEDİĞİM BİR ŞİİR SUVARİSİYDİ NURETTİN ÖZDEMİR.

Onun için şimdilerde hep yeni yeni filizler atan hayat ırmağının kenarında bir cılız “baldıran” kokusu olmanın ne demek olduğunu çok iyi bilirim ben!

Ne zaman Harşit Çayı’nın ve Kelkit Çayı’nın kenarlarında  albenili düşlere pusu kursam, aklıma hep sonsuzluk girdabına düşmüş yetim şiirler gelir.

Yetim şiirler diyorum çünkü artık Nurettin Özdemir yok.

Dal uçlarında asılı kalan arzular artık yok!

O şimdi ruhlarımızda filizlenen gerçek bir bahara ulaştı.

Nurettin Özdemir’in ilk aşk tanımlaması altında gizemli bir düş olarak saklanan bahar, elma bahçeleri arasında terli alınlara dokunan rüzgârın sesiyle şimdi hepimizi alıp götürüyor uzaklara!

Çok acık konuşuyorum: Bence bu sesle uzaklara gitmemek Gümüşhaneliliğe halel getirir!

O, benim deniz yürekli bir ustamdı.

Ben üniversite yıllarına kadar denizi hiç görmedim. Üniversite ikinci sınıfta şair adayı bir genç olarak kendimi Nurettin Özdemir’in karşısında buldum. Bir şiirini uzun uzun süzdükten sonra bana denizi görüp görmediğimi sordu. Hayır görmedim yanıtını verince hiç unutmuyorum, şu karşılığı  vermişti: “Denizi görmeyen, bilmeyen bir insandan şair olmaz!”
Daha sonra denizi görünce Nurettin Ağabey’in ne demek istediğini anladım.

o üslubu olan müeddep bir yazardı.

Nedir bir yazarı diğer yazardan ayıran fark derseniz kesinlikle üsluptur derim.

Kelimeleri bir kuyumcu hassasiyetiyle kullandı.

Nev-i şahsına münhasıran oluşturulan kurgu bir dil ustalığının sonucudur.

Cemal Süreyya “her ölüm erkendir” der.

Ah keşke daha fazla tanıyabilseydik Nurettin Özdemir’i.

Kelkit, beyefendi kişiliği ve dost sıcaklığında çok değerli bir insanını kaybetti.

Şimdilerde güz rüzgârlarının esmeye başladığı bahçesinde kendisiyle sayısız paylaştığımız güzel anılarımız yetim kaldı. Ben artık o bahçeye bakamam.

Ben artık Kelkit’e bakamam.

İnsanlara öldükten sonra kıymet verilmek istenmesi isyan ediyorum. Yaşadığı zamanlarda birilerine onları çok sevdiğimizi söylememiz neden bu kadar zor oluyor anlayabilmiş değilim!

Söylenilmeyen bir bastırılmış duygunun ürünü olarak sevgi neye yarar ki. Bakın üç günlük hayatımıza, sığdırabildiğimiz soylu ve anlamlı duygular o kadar sınırlı ki!

Yaşarken kıymet verdiğimiz insanlara, öldükten sonra kıymet vermeye kalkışmak, çok da samimi bir yaklaşım olarak gelmiyor bana. Yaşadığımız yeri küçük bir mahalleye benzetecek olursak, bu mahallede bütün içtenliğimizle birbirimize sarılmamız, birbirimizi sevmemiz, soluk alıp verdiğimiz müddetçe güzellikleri paylaşmamız, bizleri mutlu yuvalarımızda ne kadar da huzurlu kılar.

Zamanın terk ettiği mahallemize  ölüm muhtar olmuşsa kalpler suskun bir yalnızlık hissiyle darmadağın olmuş demektir. Zamanı avuçlarımız arasında bir güvercin gibi salıverdiğimizde anlarız ancak avuçlarımızda atan bir yürek sıcaklığını ve titrekliğini.

Bizler yaşarken birbirimizi sevmeyen bir toplumun fertleri olarak bahtsızlığa hüküm giymiş insanlarız.

Nurettin Amca yıllarca bir garip adam olarak Güven Eczanesi’nin önünde bir tahta iskemlede oturdu, gelip geçen insanlar hep “Bu adam da kim” bakışlarıyla ona baktılar.

Bizler yetiştirdiğimiz değerlere sağlıklarında sahip çıkma becerisini gösteremeyen tuhaf bir toplumsal örgü içinde yaşıyoruz.

Eğer ki sevgi ve saygıyı ve bu merkezde büyüyen liyakatli duygularımızı hak eden insanlara, hakkını vererek göstermiyorsak, ben korkarım ki nankörlük bizim üzerimizde kir ve pas içinde çirkin bir elbise olarak kalacaktır.

Bugünün Aydın Doğan’ını, Nurettin Özdemir’ini, Mustafa Karaman’ını,Dilaver Cebeci’sini, Aşık Timurhan Zevraki’sini, Hüsrev Doğan’ınını, bu satırların yazarını  ve daha nicelerini sallar, sallamıştır hayat  beşiğinde.

inanın geride kalan hep bir hoş seda olacaktır.

Sağlığında kendisini çok sevdiğimi söyleyebilmenin mutluluğu içinde ustam Nurettin Özdemir’i dualarımla ebediyete  uğurluyorum!

Bu dünyada bir babama benzemek istemiştim, bir de O’na. Sonrasında birazcık Cahit Sıtkı’ya, bir de Aragon’a. O, artık yok. içimin bir yarısı göçtü. Hayatımın 35 yılı O’nu izlemekle geçti. Daha dün taşralı mahcubiyetimle dizlerinin dibine çökmüş bir şair adayı idim. Dalın köke bir tebessümü gibiydi benim O’na tebessümüm. Sükûnetin nezaketini, muhabbetin müebbetini, hicretin kudretini, esaretin cesaretini, mihnetin zarafetini velhasıl emanetin verasetini ben O’ndan öğrendim. İçimin ışığı, Kelkit aşığı, ustam Nurettin ÖZDEMİR’i kaybettim. Hisar’da bir burç yıkıldı. Bir
Fatiha niyazıyla Rabbimden rahmet diliyorum. Türk şiirinin ve sevenlerinin başı sağ olsun. 
YORUM EKLE