Ölümün Saati Yok

İki üç gün önce çarşıda yürürken bir muhabir geliyor yanıma, yanında kameraman arkadaşı. Vaktiniz varsa bir soru sorabilir miyiz diyor. Tabii diyorum ama referandum gibi güncel bir konu ya da bir genel kültür sorusu beklerken bambaşka bir soruyla karşılaşıyorum; “Bir gün ömrünüz kaldığını bilseniz ne yapardınız?”


Soğuktan üşümüş bir şekilde hızlı hızlı evime giderken bu soru da nereden çıkmıştı. İki yıldır ölümü sevdikleriyle aynı cümle içerisinde kurmanın hüznü sesine çökmüş, tevekkülün türlü boyutlarına aşina biri için zor bir soruydu. Daha on gün önce çok sevdiğim, günde beş kere yanına gidip iyiyse şükrettiğim, değilse öleceği korkusuna kapıldığım amcamı kaybetmiştim ve ölüm hiç olmadığı kadar gerçekti şu sıralar benim için. Kapısının önünden boş sandalyesine bakmadan geçmeye çalıştığım, sevgi, minnet dolu ve medet uman son bakışını hatırlamamaya çalıştığım şu sıralar…Ölümü unutmaya çalıştığım şu sıralar…


Birkaç saniye düşündükten sonra aklıma ilk gelen şeyi söylüyorum muhabire; “En sevdiklerimle vedalaşırdım.” Onlara birer mektup bırakırdım muhtemelen. Bu sırada arkamızda birkaç genç toplaşıyor. Gümüşhane küçük şehir, öyle pek sık yolda muhabire, kameramana rastlayamazsınız. Muhtemelen ilk kez bir sokak röportajına denk gelen gençlerden biri diğerine merakla soruyor  “Ne sordu, ne sordu?” Diğeri de cevap veriyor; “Bir gün ömrünüz kaldığını bilseniz ne yapardınız?” Genç, benim gibi birkaç saniye düşünmeye ihtiyaç duymaksızın “Ben namaz kılardım oğlum.” Diyor. Gülüşüyorlar. İbadetin ölüm korkusuyla yapılanı ne kadar samimi olurdu diye düşünüyorum. Muhabir caddede başka birine uzatıyor mikrofonu, bizler ne kadar vaktimiz kaldığından habersiz hayatlarımıza geri dönüyoruz.


Evime doğru yürürken ne kadar ömrüm kaldığını merak ediyorum ve ölümün saatini bilsem onu nasıl karşılayacağımı düşünüyorum.


Birkaç saat evvel de çok sevdiğim gazeteci Tayfun Talipoğlu’nun ölüm haberini alıyorum ve bam telime dokunan bu haberle birlikte artık ölümle ilgili bir şeyler yazmak farz oluyor.  Hayattayken kıymetini çok iyi bildiklerimiz bile kayıp giderken bir gün ellerimizden, ansızın. Kıymet bilmezlikten daha beşer bir hata daha büyük bir pişmanlık sebebi olamayacağını birilerine hatırlatma sorumluluğu hissederek bu yazıyı yazıyorum.


Çünkü "Ölümün saati yok. Yanınızdaki kişiye değer verin, kırmayın onu. Durup durup sevdiğinizi söyleyin, özel hissettirin. En ufak bir şeyde bitti demeyin, ağlatmayın, üzmeyin. Neden mi? Çünkü ölümün saati yok. Belki son görüşünüzdür, belki de son sarılmanızdır. Belki de saatler sonra ona değil de, artık toprağına dokunacaksınız, onu değil de toprağını öpeceksiniz. Sevdiklerinizin değerini kaybettikten sonra değil, şu an bilin. Toprak aldığında geri vermez. Çünkü ölümün saati yok."


Çünkü; “Ertelenen sevdaların bedelini ödemiyor yaşam” (T. Talipoğlu)

YORUM EKLE