SAHİP OLUP KORUYAMADIĞIMIZ KÜLTÜREL DEĞERLERİMİZ

Büyük millet olabilmenin yollarından biri de kültürel değerlerini korumak ve bu değerleri gelecek nesillere aktarabilmektir. Her alanda olduğu gibi kültürel alanda da bir şey üretemediğimiz gibi var olan kültürel mirasımızı da muhafaza edemez duruma geldik

Sahip okunan kültürel mirası koruyamadığımız vakit, insanî değerler birer ikişer beşer her gün erozyona uğrar, sınırsız bir dünyevileşme ve maddileşme benliğimizi kaplar, bireysellik, bencillik, çıkarcılık, çekememezlik ve tahammülsüzlük gibi olumsuz değerler ilişkilerimizde öne çıkar, bütün bu beşeri zaaflar toplumumuzda mutsuz, umutsuz, olumlu düşünemeyen ve paylaşamayan kişilerin sayısını artırır.

Halkın faydalanması için sosyal müesseseler kuran, bunların devamını ve finansmanını vakıflarla sağlayan ecdadımız, ihtiyaç sahibi olup da bunu gün yüzüne çıkarmayanlar, alenileştiremeyenler için de çözüm üretmişti.

Kültürümüzün en önemli özelliklerinden ve güzel uygulamalarından biri olan sosyal yardımlaşma ve dayanışma örnekleri ecdadımız tarafından icra edilmiştir.
Medeniyet tarihimizin her köşesinde, İslâmiyet’in hayata nasıl en güzel bir şekilde tatbik edildiğinin numuneleriyle karşılaşıyoruz. Bunun en bariz misallerinden birisi de “Sadaka Taşları”dır.

Sadaka taşlarının kültürümüzdeki yeri, önemi, işlevi maalesef günümüzde yeterince bilinmemektedir.

Sadaka taşları, cami veya mescit avlularında, bulaşıcı hastalığa yakalanmış hastaların bulundukları yerlerin çevresinde, dergâh, tekke, türbe ve mezarlıkların etrafında, mahallelerin birleştiği köşe başlarında ya da fakir ve kimsesiz insanların kaldıkları yerlerin çevresinde bulunuyordu.

Sadaka taşlarının en mühim vazifesi sağ elin verdiğini sol elin görmemesi düsturunun yerine getirilmesiydi. Sadaka taşları zenginle fakirin birbirlerini görmeden buluştuğu noktalardı.

Sadaka taşları, zenginin vakarını, fakirin onurunu düşünerek geliştirilmiş Türk-İslâm kültürünün en güzel örneklerindendi. Sadaka taşı, Osmanlı’da insanların birbirlerine karşı saygı ve sevgisinin derecesini ifade eden çok yüksek ve ulvi bir anlam taşımaktadır.

Sadaka taşı, iki metreye yakın bir mermer sütun üzerine açılan çukurdan oluşuyor. Özellikle yatsı namazına giden Müslümanlar, gece karanlığında o gün vermek istedikleri sadakayı o taşın oyuğuna bırakırlardı. Etraf karanlık olduğu için para bırakan kimse bilinmezdi.

Aynı şekilde o gün paraya ihtiyacı olan, derdini kimseye açamayan ve kimseden alma imkânı olmayan ihtiyaç içindeki bir başkası da o taşın yanından geçerken elini taşın oyuğuna sokar ve sadece ihtiyacı olduğu kadarını oradan alırdı.

İhtiyacı oranında alır kalanını, kendisi gibi ihtiyacı olanları düşünme terbiyesi icabı sadaka taşına koyar ve meçhul yardımsevere içinin memnunluğunu kalbinden ulaştırır ve dönerdi.

Zira dönemin anlayışına göre kişi, ancak kendi ihtiyacı kadarını alma terbiyesi ile yetişmişti. Böylece ne oraya para bırakan ne de oradan para alan bilinirdi.

 İstanbul’u anlatan bir Fransız gezgin üzerinde para bulunan bir sadaka taşına tam bir hafta boyunca kimsenin gelmediğini yazmış.

Sadaka taşı, ecdadın sadaka verirken bile nasıl bir gizliliğe riayet ettiğinin göstergesidir.

Gösterişten uzak yapısı ve kullanım şekli ile fazla detaya sahip olmayan bu mermer sütunlar, ecdadımızın yardım konusunda ihtiyaç sahibini rencide etmemek adına ne derece hassas olduğunun bir delilidir.

Ayrıca ihtiyaç sahiplerinin eziklik hissetmeden yardımı kabul etmesi, yardım edenin gizli tutulması, riyaya girip hayrının boşa gitmemesi gibi hususlar göz önüne alındığında, sadaka taşları uygulamasının ulviyeti anlaşılır.

İçimizdeki iyilik duygusunun bir semeresi olan yardımlaşma, insanların birbiri ile kaynaşmasında harç görevi görmektedir. Bununla birlikte yardımlaşma, kişiye dinî bir emri ifa etmenin huzurunu yaşatır. Yardımlaşma vesilesiyle zenginle fakir arasında sağlam köprüler kurulur, muhabbetin artması sağlanır; kişiler arasında maddî unsurlar sebebiyle oluşmuş uçurumlar azalır.

Sadaka taşları öyle bir medeniyetin eseri ki alan da veren de kanaatkârmış.

Sadaka taşları, örneklerini kendi tarihinden çıkarmayı bilen bir millete, bizi biz yapan değerleri gün yüzüne çıkaracak gücü yine kendi içimizde bulacağımızı hatırlatmaktadır.

Sadaka Taşları Türk Milletinin kültür ve medeniyet piramidindeki zirve ve kilit taşıdır. Müslüman Türkün asaleti, fazileti, ahlakı, tefekkürü ve hassasiyeti bu taşlarda gizlidir. Bu bakımdan sadaka taşları kültür ve medeniyetimizin birer küçük anıtıdır.

Cömertlik abidesi olan bu taşlardan ne olurdu da bu günde memleketimizin her köşesinde olsaydı. Reklam ve gösteriş düşkünü zenginlerimiz hiç riya karıştırmadan sadakalarını bu taşlara koysaydı. Ve bu taşlardan da sadece ihtiyacı olan insanlar yararlansaydı.

Böyle bir hissi, anlayışı, böyle bir vakarı, asaleti, hassasiyeti olan insanları yetiştirmeye başladığımız vakit işler yoluna girmeye başlıyor demektir. Ne olursa olsun ümidimizi kaybetmeden kararlılıkla, azimle tek de kaldığımızı düşünsek de kültürel değerlerimizi kişisel olarak yaşamaya çalışmalı, kültürel mirasa sahip çıkan ve yaşayanları örnek almalıyız.

Ümidimizi kaybetmemeyi ne güzel ifade ediyor şu mısralar.
Bir insan, parasını kaybetmişse; hiçbir şeyi kaybetmemiş değildir.
Bir insan, sıhhatini kaybetmişse; hayatının yarısını kaybetmiş demektir.
Bir insan ümidini kaybetmişse her şeyini kaybetmiş demektir.
YORUM EKLE