ŞEHİRE BAKMAK

Gümüşhane binlerce yıllık tarihi ile Karadeniz’i Doğu Anadolu’ya bağlayan ipek yolunda bir kent olarak yaşamını sürdürmüştür. Bulunduğu coğrafya’yı anlamak isteyen herkes için kilit rol üstlenen Gümüşhane için sarf edilecek söz kifayetsiz kalacaktır.

Vadisinde süzülen Harşit, elbette Karadeniz’e giden yolların başlangıcıdır. Vavuk dağından çıkıp 144 kilometre sonra Karadeniz’e ulaşan nehirdir. Dağların arasındaki kenti, Harşit’in bereketli suları yeşertir. Ticaret yollarının kavşağı, baharat taşıyan kervanların uğrağı, Çin’den gelip Karadeniz’e giden yolların geçidi, yüksek dağlarında kartalların yuva yaptığı kent Gümüşhane…Ünlü gezgin Evliya Çelebinin 1647 yılında Revan Hanına mektup götürürken uğradığı Gümüşhane’den söz ederken, şehre o zaman Gümüşhane denilmiş ise de “ Defterhane-i a-li Osman’da  Catha “ yazılmıştır diye derken bir yandan da durube fi Canca 1141 yazılı bir sikke gördüğünden söz eder. Gümüşhane ipek yolu geçidinin derin vadileri arasında uzayan bir cazibedir ve hep öyle kalacaktır. Karadeniz’den Kafkasya’ya gidenler ve gelenler hep bu vadiyle karşılaştılar. Harşit’in binlerce yıldır akarak iz bıraktığı bu derin vadide kervanların zorlukla ilerlediği yollardan geçerek uzaklara gittiler ve gittikleri yerlere bu şehrin ruhunu taşıdılar.

İskender’in abad ettiği bu şehrin gümüş renkli dağında bulunan Canca kalesi, azameti ile bu derin vadiye gözcülük ederken, Canca kalesi komutanı şehre bakarak, uzaktan görünen ve her an düşecekmiş gibi duran Karaysar Taşına seyredip, şehir tehlikede mi diye düşündü. Büyük kütleler halinde ki, silindir biçimli taşlar kudretten bir zincir ile birbirine bağlı diye için için sevindi. Çünkü biliyordu ki taşlar bir iyiliği müjdelemekteydi. Zaman iyice geçmişti, güneş Karaysar Taşı’nın üstünden aşmaya başlamıştı, yazın yakıcı sıcağından yanarak bozkır hale gelen tepelerden atlarını koşturan süvariler geliyordu, süvarilerin nefesi, atların toynak sesleri boz vadinin derinliklerinde yankılanıyordu. Artık şehre girmeliyim diye düşündü…

Şehre gece gelenler, şehre girmek için hep sabahı beklerdi. Sadece gecenin zifir karanlığında bekleyenler değil, vadiler şehrine erken varanlarda gün ışıyınca girerlerdi şehirler şehrine. Şehrin kapıları kuzeyde Canca, güneyde Keçikaleydi. Kapıların kaleleri, yüksek surları ile anılıyordu. Sur bir bedendir diye düşündü kalenin komutanı, kalbi bilen çözendir, kime ne zaman açılıp kapanacağını bilir diye söylendi…

Bin yıllardır şehri seyreden burçların üzerinde yürümeye devam eden komutan , bu kale kurulurken harcına karışan hayaller bu gün hala burcunda dolaşan aşıkların yüreğini yaktığı yerdi diye içinden geçirdi. Bu kale şehrin ruhuydu. Kalede bugün bile hala konuşulan merak edilen hep gizli bir geçit olduğu söyleniyordu şehirden uzaklaşmak için. Canca kalesinden, Musalla deresine inen yer altı geçitlerinin hayali kışkırtan gizemi Gümüşhane’de gümüş kızın kaçtığı geçit olarak biliniyordu. Gümüş dağda, kayıp gümüş saray… rüzgarların boş pencereleri ve surlarını dövdüğü kale, ışıkların yıldızlara aktığı kubbe, İpek yolu geçidinin durağı, şehrin her gölgesinde başka bir alem…

Dolunay, Zincirli Taştan selamladığında şehri, hiç olmadığı kadar aydınlıktı Harşit’in suları. Gümüş renkli bir gece de Musalla Vadisinin yamaçlarına yaslanmış soluğu kesilmiş şehir Gümüşhane. Canca’yı gören tepelerden bakıldığında, şehir başka bir yerdedir. Gökyüzünün içindedir şehir. Gökyüzünün kalbinde gezinir. Kale Komutanı, dolunay Harşit’in üzerinde yükseldiğinde son kez baktı şehre. Bu bir vedadır şehrin kapılarına diye düşündü. Sonra kendi kendine söylendi, son kez bak. Son kez dur ve inan. Ulu cami, tek şerefeli minare hala orada Sultan Süleyman Han Caminde koy başını secdeye ve iste. Kaybedilmiş değildir hiçbir şey, ziyan edilmiş olamaz. diye düşündü.

Şehrin büyük ve iki gözlü köprüsü, dileklerin kırk kez fısıldanıp Harşit’e düşürüldüğü yer. Karanlık gecelerde şehre büyük gözünden sevdaları akıtan geçit olarak bilinen nazlı köprüdür o. Harşit uğuldayarak akıyor, suların bildiği insanın unuttuğundan çok. Suların bildiği insanın unuttuğundan derin, hep uzağa giden dilekler ihtimalin peşinden sürüklenecek. Harşit’e Kuşakkaya’ya Karataş’a bakan gözler. Eski ve yeni şehrin İki yakasında iki dünya, iki yakasında Allah’a götürecek dualar ve şimdi bir köprüden akıp gitmekte olan sular, bize bir şeyler anlatacak; geçmişi ve tarihi özlem içinde bekleyen yorgun gözler öylece akıp giden suyun hayata benzemesi… yas içinde bekleyen yorgun dağ…
YORUM EKLE