SİSTEM

Neredeyse okuma yazmayı öğrendiğimden beri sürüyor kelimelerle münasebetim. Bazen kimsesizlikten sığındığım yer, bazen attığım sevinç çığlığı oldu cümleler. İçimden kale-mimi ayağımın altına alıp ezmek gelse de, kelimelerin kifayetsiz olduğu yerde çok sürmez dilimden dökülmesi satırların.

Yazmak bir varoluş felsefesi olmuş benim için, bir yaşam biçimi ve aklıma mukayyet olmanın en kestirme yolu. Öyle çok şey var ki yazacak, tercüman olunacak, o kadar çok insan var ki.

Yeter ki bir yerlerde okuyacak birileri olsun. Zira yazanın belagati okuyan olduğu sürece kıymetlidir ve ilham, kaynağı oldukça gelir.

Öyle umuyorum ki, gazetemiz okurları bizlere her daim  ilham kaynağı olacak. Yorumlarıyla, eleştirileriyle, sevgileriyle bizlere yol gösterecek ve cümlelerin bereketli tarlalarında birlikte koşacağız 'adım adım'.

Bu ilk adımda, üniversiteden yeni mezun olmuş biri olarak eğitim sistemimize değinmek istiyorum. Vardığımız yahut varmaya çalıştığımız tüm yerlere çıkan yol olan eğitim sistemimizden.

İlk ve ortaokul yıllarımda şiirler, hikayeler yazıyor monologlarda, skeçlerde, tiyatrolarda oynuyordum. Tiyatroya, müziğe ve edebiyata olan merakım tüm öğretmenlerim tarafından fark ediliyordu  ve sürekli aileme yeteneklerimi geliştirmem için yol göstermelerini bende farklı bir ışık gördüklerini söylüyordular.

Liseye başladım. Tiyatroya, müziğe ve edebiyata olan ilgim oldukça artmıştı. Müzik aleti çalmak istiyordum, ailem derslerimi önemsemem gerektiğini söylüyordu sürekli. Onlar da haklıydı ÖSS  müzik enstrümanı çalarak kazanılmazdı! Fakat annem benim ısrarlarıma dayanamayarak ve öğretmenlerimin de tavsiyesi üzerine bana bir enstrüman aldı. Kursa yazıldım ve kısa sürede çalmayı öğrendim. Okulun ti-yatro kulübünde hem oynuyor hem tiyatroların müziklerini çalıyordum. Şiir, kompozisyon yarışmalarına  katılıyor ödüller alıyordum. Bir de editörlüğünü benim üstlendiğim bir gazete çıkartmıştık. Yazıyordum, ders çalışmam gereken zamanların neredeyse tümünü okuyarak, yazarak ve çalarak tüketiyordum.

Hülasa velkelam  bu kadar şeyi yaparken ders çalışacak vakit bulamıyordum. Ya da aramıyordum (öyle ya insan sevmediği şeyi yapmak için vakit yaratmaya çalışmaz.)
Eşit Ağırlıktı bölümüm. Buna ben karar vermemiştim. Sistemin kararıydı bu. Hem benim için fark etmiyordu, yeteneğe bakılmaksızın ezberlenecek formüllerle alınan yüksek notlar beni cezbetmiyordu. "Çocuğunuz zeki ama çalışmıyor." Cümlesin öznesiydim ben. Eğitim sistemi ise özneyi yükleme bağlayamayan bir  bağlaç… Evet, derslerim  mükemmel değildi. Çünkü eğitim sistemimiz bana zekamı yontma şansı vermedi.

Bin bir çeşit meyveyi ekip, tek bir meyve yetişmesini bekleyen eğitim sistemimiz. Ben elmaydım, armut yetiştiren sisteme boyun eğemezdim. Ne olmak istediğimi sorardılar, ÖSYM'nin kılavuzundaki eşit ağırlıklı bölümlere bakıp içlerinden en bana göresini söylemem gerekirdi. Çünkü sistem böyleydi.

ÖSS sınavından pek mükemmel olmayan, hocalarımın deyimiyle 'bana yakışmayan' bir puan almıştım.

Ne kadar saçma geliyordu  sosyal zekaya bakılmaksızın seçilmesi bölümlere öğrencilerin.

Ne kadar saçma heyecandan elimiz ayağımız titreye titreye geçirdiğimiz bilmem kaç dakikanın sonunda hayatımızın yönünü belirleme(n)miz.

Velhasıl 2008 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme bölümünü kazandım. Diğer tüm yeteneklerim hobi olarak benimle kaldı. Şimdi mezunum. Okumayı aklımın ucundan bile geçirmediğim bir bölümden mezunum (Sistemin gerektirdiği üzere.)

Yıllardır benim de pençesinde çırpındığım bu sistem yüzünden öğrenciler yanlış bölümlerde okuyor. Yanlış meslekleri ediniyor ve Türkiye'de işsizlik sorunun en büyük sebebinin başında eğitim sistemi geliyor. Herkes doktor, öğretmen yahut mühendis olmak zorunda değildir. Bu ülkenin kuyumcuya da ihtiyacı var, otomobil tamircisine de  terziye de. Sanki öğrencileri üniversite mezunu yapıp (ki iki yıldır barajı geçen herkes üniversiteli olabiliyor) sonra da işsiz bırakmak takdire şayan bir şeymiş gibi üniversiteye giriş  kontenjanların artmasından böbürlenmek yerine sorunu temelden çözmelidir ÖSYM baba.

Burada temelden kasıt ilkokul, lise yılları. Benim özgeçmişimle ilgili anlattıklarım ve sonrasında geldiğim nokta, bir temel eksikliğinin sonucudur.

Okullarda ilkokuldan başlayarak yetenekle ilgili dersler bulunmalı ve öğrenciler rehber öğretmenler tarafından yetenekleri doğrultusunda yönlendirilmelidir. Lisede de sözel, sayısal gibi bölümlere ek olarak üniversitelerdeki bölümleri öğrencilere tanıtmaya ve öğrencilerin bu alanda başarılı ve yetenekli olup olmadıklarını anlamalarına yarayacak dersler olmalı. Ayrıca yine yeteneğe göre öğrenci yetiştiren meslek edindirme okulları  (kurs değil) olmalı ki, hem ara eleman açığımız kapanmış olsun hem de işsizlik oranı en aza indirgensin.

En önemlisi üniversitelere nasıl öğrenci alınacağı. Bu konuda fikirler çoğaltılabilir, şekillendirilebilir fakat seçimin temelinde olması gereken şudur. Liseyi bitiren öğrenci gider istediği üniversitenin istediği bölümünün büyük miktarı yetenek ölçen sınavına girer, sınavdan yeterli puanı alması dahilinde mülakata çağrılır ve mülakatta öğrencideki **ışık görülürse okula kabul edilir.

**ilkokuldan liseye kadar tüm öğretmenlerimin bende gördüğü fakat ÖSYM'nin 180 dakikada söndürdüğü büyük adam olma ışığı.

Başka sözüm yok sayın yargıç.
YORUM EKLE