TÜRK TARİHİNDE EĞİTİMİN YERİ VE ÖNEMİ

Doğumla birlikte alınacak eğitimin niteliği, niceliği ve uygunluğu yeni neslin düzeyini ortaya koyacaktır. Eğitimin ıslah edici bir özelliği vardır. Bilenin bilmeyene bilmediklerini öğretmesi aşamasında rehberlik söz konusudur. Bilenin bilmeyene, olgunlaşmış kişinin olgunlaşma aşamasında olan kişiye rehberliğinde asıl unsur, planlı olmaktır. Bu amaçla eğitim, uzmanlar tarafından bir plan çerçevesinde yürütülmektedir. Eğitim politikamız ne yazık ki Türk milletinin hak ettiği düzeye henüz ulaşmamıştır. Her yönüyle millî bir yapıya bürünmüş eğitim sistemimiz yoktur. Küresellik adı altında millî olma özelliğini kaybeden eğitim sistemimiz Türk milletinin ruh ve beden yapısına hizmet etmemektedir. .Bu durumu düzeltecek tabii ki öncelikle siyaset kurumudur. Gelecekten ümitli olmayan gençler ve her geçen gün aşağılanan, idealini yitiren öğretmenlerin bu günkü çabası, bu kurumun bozulmuş yapısını ve bütün bu olumsuzluklara rağmen öğretmenlerin bireysel ve toplumsal başarısını göstermektedir. Bu çalışmadan amacım siyaset kurumunu değerlendirmek olmadığı için asıl konuya geçiyor; eğitimin amacı üzerinde durmak istiyorum.

Geçmişe baktığımızda eğitim, genç nesilleri emek işlerine katmak, düşmana saldıracak ve kendisini koruyacak şekilde dinç tutmak, onlara inanç esaslarını öğretmek amacıyla önemli bir işlevi yerine getirmiştir. Tarih boyunca Türklerde çocuk sahibi olma ve çocuk yetiştirme çok arzu edinilen bir durumdur. Kız ya da erkek hiçbir fark gözetilmeden büyütülen çocuklar, ayrım yapılmaksızın eğitimden geçirilmiştir. Kız, annenin; erkek, babanın kültürel mirasını taşır. Dede(m) Korkut Kitabı’ndaki hikâyelere baktığımızda bu gerçeği görürüz. İyi yetişmiş erkek çocuk “ataç”; kız çocuğu ise “anaç” adıyla anılmıştır. Türklerde “Babasız oğul; anasız kız” bakımsız sayılırdı. Orhun Abideleri’nde Bilge Kağan, Türk milletine seslenir. Her satırı ibret olan bu eserler, yeni nesil tarafından iyi bilinmeli ve iyi yorumlanmalıdır.

“Hunlarda ve eski Türklerde çocuk sahibi olmak çok arzulanırdı. Erkek ve kızlar arasında genellikle fark gözetilmez, hatta bazı kızlara daha fazla değer verilirdi. Çocuksuz ailenin itibarı düşüktü. Eski Türklere göre oğul babasına; kız anasına çekmeliydi. İyi oğlana ataç; iyi kıza da anaç denirdi. İnanışa göre “ata oğlu ataç doğar” yani oğul babasına benzerdi. Oğlanı yetiştirmek babanın; kızı yetiştirmek de ananın görevi idi. Eski Türker’in eğitim sisteminde törenin çok önemli bir yeri vardır. Bu töre gereğince, çocukların güçlü ve iyi bir asker olarak yetişmelerine çok önem verilirdi.

Doğum ve ad verme günleri, törenlerle kutlanırdı. Çocuklar daha küçükken at niyetiyle koyunlara binerler, kus ve fareleri okla vurmaya çalışırlar, ava götürülürlerdi. Onların biraz büyüyünce ata binmeleri de yine törenlerle kutlanır, o gün çocuğa ad teslim edilir, at yarışları yapılırdı. Erkek çocuğun yetişmesinde ve savaş sanatını öğrenmesinde babasının çok önemli öğretici ve eğitici görevi vardı. Kızlardan da erkeklerle boy ölçüşen, düşmanları, vahşi hayvanları alt edenler çıkardı. Hunlar’da ve genellikle öteki Türklerde Müslüman oldukları zamanlara kadar, çocuğa ad koymanın bile bir mücadele, kahramanlık ve güç gösterisi ile ilgisi vardı. Doğduğunda çocuğa verilen ad onun gerçek ve sürekli adı değildi. O, ilk gençlik yıllarında dikkati çeken bir başarısı, bir yeteneği ile adını kendi kazanırdı. Bu, Dede Korkut Kitabı’nda çok güzel bir örnek ile anlatılır” (Sıdık ÜNALAN, Hakan ÖZTÜRK, 2008)

“Meğer Han’ım, Bayındır Han’ın bir boğası vardı. Bir gün dört çocuk meydanda âşık oynuyorlardı. Azgın bir boğa ahırdan dışarı salınmıştı. O boğa katı taşa boynuz vursa un gibi öğütürdü. Oğlancıklara “kaç” dediler. Üçü kaçtı. Dirse Han’ın on beş yaşındaki oğlancığı kaçmadı. Ak meydanın ortasında baktı durdu. Boğa, oğlana sürdü geldi. Diledi ki onu helak ede. Oğlan, boğanın alnına yumruğuyla katı çaldı. Boğa götün götün gitti. Boğa oğlana sürdü geri geldi. Oğlan gene boğanın alnına katı vurdu, alnına yumruğunu dayadı, sürdü meydanın basına çıkardı. Boğayla oğlan bir hamle çekiştiler. Boğa iki arka bacağının üstünde durdu. Ne oğlan yener, ne boğa yener… Oğlan yumruğunu çekti. Boğa düşüp tepesinin üzerine dikildi. Oğlan bıçağa el vurdu, boğanın basını kesti. Oğuz beyleri oğlanın üstüne toplandılar, övdüler, ona güzel bir ad verdiler ve “Bogaç” dediler.” Bkz. H. Achmed Schmiede, Kitab-ı Dedem Korkut Destanlarının Dresden Nüshası, Ankara, 2000, s. 24

Divan-ı Lügat-i Türk’te çocukların yetişmesi ile ilgili bir atasözünde bu konu şöyle ifade edilmiştir. “Tay yetişirse at dinlenir; oğul yetişirse baba dinlenir” (Kaşgarlı Mahmut). Buradaki oğul kelimesi çocuk anlamındadır. Dede(m) Korkut Kitabı’nda bu “oğul” kelimesiyle ilgili örnekler çokça bulunmaktadır. Erkekler için “Urı oglan” kızlar için ise; “oglan kız” söz grupları kullanılmıştır (S. Koca, 2002). Büyük Türk Kağanı Sultan Alparslan ve Melik Şah’ın veziri Nizam-ül Mülk, bu gerçeği çok iyi kavramış ve yurdun her bir tarafını medreselerle, mekteplerle donatmıştır. O, devleti silah gücüyle değil; ilmin gücüyle idare etmeye büyük önem vermiştir (A. Yıldız). Cihan Hâkimiyeti ülküsü, İslam öncesi gün doğusundan gün batısına; kuzeyden güneye kadar giden ve aç olanlara aş veren; açıkta kalanlara bez giydiren bir dünya görüşünü ifade ediyordu. Bu, Türk töresinin her zaman ve zeminde önde gelen kuralıdır. Temelde İslam öncesi eğitim ve öğretimin dayandığı temel bu idi. Bu çerçevede çocuk denecek yaştan başlamak üzere kız ya da erkek; hiçbir ayrım yapılmadan bütün yeni kuşaklara:

1.    Savaş eğitimi
2.    Hayvan yetiştiriciliği
3.    Bağımsız yaşama ülküsü
4.    Meslekî eğitim
5.    Ziraat ve tarım bilgisi
6.    Dini inanışlar eğitimi
7.    Çocuk eğitimi… Özellikle ve anlamına uygun verilmelidir.

Kaynak: Muzaffer ARSLAN, Öğretmenlik Mesleği ve İyi Bir Öğretmenin Nitelikleri, S: 13-16, Ankara-2010
YORUM EKLE