TÜRKLÜK NASIL KURTULUR?

İlkokul yıllarında, duymaya başlamıştık Türk Milleti adını. O zamanki öğretilere göre Türk, Kurtuluş Savaşı'nı veren, düşmanı yurttan kovan ve yeni bir devlet kuran Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün vatandaşlarıydı. İleri sınıflara doğru yükseldikçe Osmanlı'nın da Bir Türk devleti olduğunu öğrendik. Yavuz'un Şah İsmail'i yenmesine sevindik, Timur'un Yıldırım Beyazıt'ı yenmesine üzüldük. Macarları kafir, Osmanlı’yı Türk gördük. Sonra Selçukluları öğrendik. Bu arada okulun duvarlarında Türk büyüklerinin resimlerini görmüştük. Bunların içinde Cengiz Han, Timur, Mete Han gibi isimler de vardı. Çocuk aklımızla, bu duruma fazla bir izah getiremedik, kimse de üstünde durmazdı zaten.
*
Sonra ortaokul, ardından lise yılları başladı. Orada Göktürkleri, Uygurları öğrendik. Kafamızdaki çelişkili bilgilerin kaynağını anlamaya başlamıştık. Sadece ülkemizde değil Asya'nın çok genişçe bir coğrafyasında, bizim dışımızda Türklerin yaşadığını, bunların adlarının kendi boylarına göre değiştiğini öğrendik. Şah İsmail’in, Timur’un Türk olduğunu öğrendik. Ziya Gökalpleri, Ömer Seyfettinleri, Yusuf Akçuraları, Nihal Atsızları öğrendik. Artık kafamızdaki Türk kavramı değişmeye başladı. Buna göre, yeryüzünde 45 kadar ayrı isim taşıyan ve hepsinin kökünün Hunlara dayandığını öğrendiğimiz, çok geniş bir Türk nüfusu olduğunu gördük. Bunlardan en çok duyulanlar, Kazaklar, Uygurlar, Tatarlar, Kırgızlar, Türkmenler, Çuvaşlar, Sahalar, Özbekler, Azerbaycanlılar, Macarlar … vs.
*
Bizler bu bilinçle öğrenime devam ederken, kendimizi ideolojik siyasi tartışmaların içinde bulduk. Tartışanların bir kısmı, dünya coğrafyasına dayalı bir Türklük bilinciyle hareket ederken, bir kısmı da beynelmilel hümanizmi savunarak bu düşünceyi reddettiler. Öyle ki bu ikinci hareket, evrildiği bugünkü Atatürkçü Türk ulusalcılığını, o zaman şiddetle reddediyor, Atatürk’ün Türk kimliğini görmüyorlardı. Türlük düşüncesiyle hareket eden insanların içinde, Türk etniğinden olmayan, hatırı sayılır sayıda insan da mevcuttu. Bunlar daha çok İslami kaygılarla milliyetçi düşüncenin içinde yer almışlar ya da Türk kelimesini, Türkiye’de yaşayanlar biçiminde benimsemiş insanlardı. Bu yapay bir durumdu.
*
Dünyada iletişim hızlanıp bilgi alma kanalları çoğalınca, insanlar kendi etnik köklerine doğru gitmeye başladılar. İşte tam da çözülmenin başladığı nokta burasıydı ve doğaldı. İnsanlar bu durumda iki türlü davranış göstermeye başladılar. Birinci durum Türkiye’de yaşayan herkes Türk, dışarıdakiler bizi ilgilendirmez düşüncesiydi. İkincisi ise, hepimiz Müslümanız, insanız milliyete gerek yok düşüncesiydi. Her iki durumda da Türklük, başımızdan atılması gereken bir kavram olarak ortaya çıktı. Çünkü dünyadaki Türklerden bahsetmek, Türkiye içinde, Türklerin dışında başka kavimlerin de olduğunu kabullenmekti. Bu kabul ayrılık getiriyordu. Her iki durumda da Türklükten vazgeçmek Türküm dememek gerekiyordu. “Sen Türk’üm dersen ben de falanım.” derler diye, bugün, susmaya başladık ve Türk olduğumuzu söyleyemez duruma geldik. Oysaki bu, yanlış bir tutumdur ve Türklerin kendi kendini asimile etmesidir.
*
Bugün, gönül ferahlığı ile Türk’üm demenin, Dünya Türklüğüne sahip çıkabilmenin, Türklüğü kurtarmanın tek yolu var, o da Türk olmayanların kimliğini kabul etmek ve ona göre davranmaktır. Onların varlığını, kendilerinin arzuladığı hale bırakmak ve kendi kimliğimizin kaybolmasına engel olmak gerekir. Bugün doğudaki aşiretlerin en az yarısı, kimliğini kaybetmiş Türklerdir. Türk olmayanlar, ne iseler, onu rahatça ifade etsinler ki, Biz Türkler de Türk olduğumuzu, sıkıntısız ifade edelim ve nesiller arasında kopukluğa meydan vermeyelim. Türkler bundan asla rahatsız olmamalılar. Türklüğü kurtarmanın yolu, Türk olmayanları, Türk olmaktan kurtarmaktan geçer.
*
Ben bunları bugün yazıyorum, itiraz edenler yıllar sonra aynısını söyleyecekler. Aramızda, yalnızca zaman farkı var, o kadar.
*
Selamlarımla

YORUM EKLE