ZULMÜ NE YAP NE DE ZULME RAZI OL

Toplumsal hayat gittikçe daha fazla iç içe geçiyor. Birkaç kilometre kareye artık daha fazla insan düşüyor. Aynı yolları, aynı dükkânları, aynı binaları daha fazla insan kullanıyor. Hemen herkes gün boyunca pek çok insanla muhatap oluyor, temas kuruyor.

Aslında topyekûn dünya, kitle iletişim ve hızlı ulaşımla küçülüyor. Binlerce kilometre ötedeki bir olaydan anında haberdar oluyor, etkileniyoruz. Dolayısıyla yaşadığımız çağda, insanlar arası hukuk daha yoğun ve karmaşık hale gelmiş durumda. Artık her adımımızda, her hareketimizde bilerek bilmeyerek bir başkasının hukukunu çiğneme, rahatsız etme, zarar verme ihtimalimiz artıyor. Çünkü daha yakınız. Çünkü kişisel alanlarımız başka pek çok kişinin alanıyla iç içe geçmiş durumda.

Hal böyle olunca, zulüm konusu üzerinde düşünmek, anlam çerçevesini incelikleriyle bilmek ve buna göre duyarlılık sahibi olmak gerekiyor.

Zulüm, bugün sadece eziyet etmek yahut can acıtmak anlamında zihnimizde yer alıyor. Oysa kavramın gerçekte ifade ettiği anlam ve buna bağlı olarak önemi çok daha farklı ve kuşatıcı.

Bir şeyi asıl yerinin dışına koymak, asıl yerinden ayırmaktır zulüm. Zulüm bir şeyi asıl yerinin dışına koymaktır. Hak yoldan ayrılıp bâtıl olana geçmektir. Bir başkasının malını izinsiz kullanmak, dinin emir ve yasak sınırlarını aşmak da zulüm.

Demek ki zulüm çok yönlü bir kelime. Eziyet etmek, işkence ve baskı kullanmak zulüm olduğu gibi, birinin hakkını çiğneyip adaletten sapmak, bir şeyi eksik veya fazla yaparak işin hakkını vermemek de zulümdür. İman kelime olarak zulümle zıddından alakalıdır. Çünkü iman güven manasınadır. Müslüman kimse ilk başta güvenilir olan, kimseye zarar vermeyendir.

Müslüman, elinden ve dilinden diğer insanların güvende olduğu kimsedir.

Müslüman ne kendine ne başkasına, ne insana ne hayvana zulmetmeme hassasiyeti taşır. Hal ve hareketinde zulüm ihtimalini daima akılda tutar. Zulme ve zalime karşı da susmaz, zulmü reddeder ve elinden geldiğince engeller.

Müslüman’ın davranışlarını belirleyen sınır adalet çerçevesinde belirlenmiştir. Adalet de ilk akla geldiği üzere suçluların yakalanmasından, hak ettiği cezayı bulmasından ibaret değildir.

Zulüm nasıl sınırları aşmaksa, adalet de tek başına ve toplum içinde bu sınırlar içinde bulunmaktır. Yani sakınılması gerekenden sakınmak. Mesela kimsenin hakkını yememek, hiçbir şeyi israf etmemek, vs…

Emir ve yasaklar çerçevesinde hareket etmek, zannedildiği gibi hayatı daraltan, kısıtlayan bir durum değildir. Helal sınırı dâhilinde son derece geniş bir hareket alanı vardır. Yasaklar ise hem bu dünya hem ahiret için can simidi gibidir. Her şeyden önce kısıtlamaları olmayan bir hayatın nasıl tatminsizliğe ve ruhî boşluğa sebep olduğunu hekimler dile getiriyor. Yani haram tarafına geçmek kişinin hem kendine hem de başkalarına zulmetmesidir.

Helal sınırlar dahilinde de insafı zorlamamak gerekir. İnsaf, manevi terazi gibi bir duygudur. Kişi kendine, ailesine, komşularına hep insaf terazisinde tartarak davranmalıdır.

Mesela meşru baba otoritesini sertlikten yana kullanmak, eşler arasındaki hakları sadece kendini merkeze alarak kullanmak insaf ölçüsüyle bağdaşmaz. Aynı şekilde, mesela ticarette insanlarının alım gücünün üstünde fiyatlar koymak, sadece kâr oranını düşünmek insaf sınırlarını aşmaktır ve dolayısıyla zulümdür. Bir malı değerinin altında elde etmeye çalışmak da böyledir.

İhsan insanın dünya üzerinde zulme karşı en güçlü silahıdır. Yani daima iyilik üzere olmak, daima iyiliği hedeflemek.

İnsan her durumda kişinin iyiliği hedeflemesi, iyiliğe yönelmesi gerekir.

Adalet, insaf ve ihsan hasletleri insana emanet, yani güvenilirlik kazandırır. Söz konusu bu özellikleri barındıran insanın davranışları ve yaşadığı ortam doğrudan güvenilir hale gelir. Adabına uygun selamlaşma bile doğrudan karşılıklı güveni teyit etmek için bir çeşit parola hükmündedir.

Günümüzde zulmün son derece yaygın bir çeşidi de insanları zan ve töhmet altında bırakmak, şüphelenilen bir kişi haline getirmektir.

Oysa şuurlu bir insan emin olmadan, gözüyle görmeden, kulağıyla duymadan asla konuşmaz, kimseyi töhmet altında bırakmaz.

Günümüzde, zan ve töhmet altında bırakma zulmüne en yaygın örnek, herhalde medya yoluyla yapılandır. Ne yazık ki medya bir çeşit güç unsuru olarak kullanıldığı için kasıtlı veya sorumsuzca yapılan karalamalar, hiç suçu olmayan insanların bazen, ailelerinin dağılmasına hatta daha ileri giderek canlarına kastedilmesine sebep olabiliyor. İşte bu apaçık zulümden başka bir şey değildir.

İyi bir insan başkasına zulmetmeyeceği gibi, zulme engel olmayı da kendi onuru sayar, zulme uğrayana sahip çıkar. İnsanların zulme uğradığı bir ortamda imkanı varken zulme karşı çıkmayan kimse zulme ortak olmuş sayılır. İyi bir insan doğruyu söylemekten geri durmaz, hak olanı savunmaktan çekinmez. İyi bir insan, zulme engel olur. Komşusunu gözetir, sahip çıkar, onu korur. İnsanları ayıplamaz, onları şüphe içinde bırakmaz. İnsaf sahibidir, her şeyi insaf terazisinde tartıp değerlendirir. Kişilerin haklarını yerine getirmekte acele eder. “İnsan iyiliğin kölesidir” sözü gereğince iyiliğe meyleder. İyilik üzere olur. İnsanlara eziyet etmez, zulmü terk eder, Kendine yapılan eziyete ise tahammül eder.

Mesnevî’den bir hikâye ile yazımızı sonlandıralım.

Padişahın biri cuma günü camiye gidiyordu. Muhafızları caddeye üşüşen halka bir taraftan çekilin diye haykırıyor, diğer taraftan da tekmeyle, sopalarla padişaha yol açmaya çalışıyorlardı.

Bu esnada tesadüfen orada bulunan zavallı bir fakir de muhafızlardan sopa yemiş, kan revan içinde kalmıştı. Dayanamadı, padişahın arkasından şöyle bağırdı:

– Şu yaptığın zulme bak! Halkın önünde böyle yaparsan, Allah senin gizli zulümlerinden cümleyi korusun! Güya camiye gidiyor, hayır işlediğini sanıyorsun! Senin hayrın buysa, şerrin kim bilir nedir?
YORUM EKLE