Yardım - Arama - Üyeler - Takvim
Tam Forum Görünümü: EDEBÎ NİTELİKTE DENEMELER...
www.gumushane.gen.tr - Forum > Serbest Kürsü > Günlük Konuşmalar
DELİKIZ
wink.gif Buraya kendi yazdığınız veya beğendiğiniz edebî nitelikte ki yazıları ekleyebilirsiniz... smile.gif
Kim demiş Edebiyat köşemiz yok diye....
tongue.gif
DELİKIZ
DOSTMUSUN, ARKADAŞMISIN...

Öyleyse canım canındır.Aynan Olmalıyım.Yüzüne söyleyebilmeliyim her
şeyi.
Hem de sakınmadan,yiğitçe,mertçe.Hani bilesin,esirgemem lafımı.Ne
şekilde gelirse öylece.
Hazırım tüm içtenliğimle konuşmaya.Ama,senide Dupduru isterim
karşımda...

Arkadaşsan,gözlerimin içine baka baka yaka silk benden, arkamdan
şikayetlenme!
Laf değil icraat beklerim senden. Öyle bak ki,hislerini görebileyim.
Öyle hisset ki,güvenle bakabilmeliyim.Sevmem ölenin ardından ağıt
yakmayı.

Dil dönerken söylenmeli her şey.Kulak duyarken anlatılmalı.
Göz bakarken bakmalıyım sana.Can sağ iken sarılmalı.
Keşkelere meydan vermemeli..Hayatım,pişmanlıklarla yoğrulmamalı.
Hayır! dirime selam vermeyen, ölüme de fazla yaklaşmasın!

Arkadaşsan,ölmemi bekleme.Haklıysam,yaşarken savun beni,yaşarken
yanımda ol.
İnanmışsan bana,kimse çevirmesin seni yolundan!
Ve inanmamışsan, sakın rol yapma!
Her söylediğimi onaylaman şart değil,her yaptığımı da beğenmen
gerekmez.

Arkadaşsan,rahatça eleştir,fikrini rahatça söyle,sıkılma!
Yadırgayabilirsin beni,ve ben de seni tuhaf bulursam şaşırma!
Kandırmanı asla kabul edemem.Her dediğini,her yaptığını hoş görürüm
ama,
Beni,bana sormadan yargılama.

Her yediğimiz aynı olmaz belki,her dakikamız birlikte geçmez.
Her güldüğünde gülmeyi garanti edemesem de,ağladığında seninle
birlikte oturup ağlarım.
Belki her çağırdığında gelemem fakat,derdine ortak ararsan koşarım.
Bende her kes gibi insanım elbet,ne göklere çıkar beni,ne de yerin
dibine sok!
Senin işin bu değil.Benim zaten bir yerim var,her kes gibi yer ile
gök arasında.

Dostsan,küçümsemeden,küfretmeden,sevgiyle,sayg- - - ıyla ve huzurla
Gel sokağıma.
Dinlenmek istediğinde,hiç düşünme,sana özel bir limanım.Ama,
Yorulduğum zamanlarda,dilediğimce sığınabilmeliyim koylarına..

Seni bir çocuk kadar saf sevebilirim ve bir deli kadar art niyetsiz.
Uğruna seve seve hesabı şaşırırım.Görmezden gelebilirim
yanlışlarını.
Başkaları enayilik sayabilir,başkaları akılsızlığıma
yorabilir.Bunları dert bile etmem.Ama,
Sen,aslında aptal olmadığımı,her an tekrar tekrar hatırla.Ve sakın
beni aptal yerine koymaya kalkma!
Seviyorsan cimrilik etme, söyle!

Muhabbeti varken,yokmuş gibi yapanla,hiç sevmediği halde yılışıp
durana sinir olurum.
Neyse, o olmalı insan.Kendisi olmaktan korkmamalı,kendisi olmaktan
kaçmamalı.
Bil ki sensin diye seni bırakmam ama,ben olduğum için bırakırsan
beni,
Yas da tutmam arkandan!
Bedel mi? ödeyemeyeceksen çıkma yola.İçten pazarlık edersen,ancak
kendine edersin.
Kendince küser barışır,kendi kendini yersin.

Dostsan,mevsimince yağ.Kışsan kar ol.Güzsen yağmur.
Soğuğuna,sıcağına,esip savurmana itiraz etmem.
Senden ille de bahar olmanı beklemem ama,Dayanmalısın en şiddetli
fırtınalarıma.
Belki de çok geldi bunca talep.Bana karşı hiç bir mecburiyetin yok,
korkma.
Sana fazla geldiğim ilk anda,arkana hiç bakmadan dönüp gidebilirsin.
Geçip gidebilirsin,borçluluk hissetmeden.Mutlaka bir açıklamada
beklemem senden.
Arkadaşmısın, Dostmusun, öyleyse Canın Canımdır.Yoluna yüreğimi
koymaya hazırım.
Yüreğini de yollarımda isterim.Unutma
DELİKIZ
Son başlangıcım Sen Olsan...

Her tercih bir kaybediştir

Ve her kaybediş, bir başlangıç...

Seni seçmiş olduğum şu günlerin anlatılmaz huzurunu yaşıyorum içimde. Eşsin yüreğime!

Gün be gün çoğalıyorum. Çiçek çiçek açıp, mis oluyorum. Gönderdiğim rüzgarla seni çağırıyor kokum. Sevdan başlangıcım olsun istiyorum, sonra ardından üç nokta (...) koymak. Bir kez daha görüyorum aynalarda parladığını gözlerimin ve yansımamı tüm gülen gözlerde, sen bilmesen de. Öyle doymuştum ki hüzne, uzun zaman oldu, değişti mevsimler, özlemişim...

Geceleri dört gözle bekleyip, yalnızlığımı kovuyorum odamdan, seninle kalıyorum. Anlayacağın, korkmuyorum karanlıktan. Ya da oturup ayın üzerine, izliyorum seni, senden habersiz. Asırlar geçse doymazmışım gibi geliyor. Gündüzler hiç gelmesin istiyorum. Döküyorum yapraklarımı, insanları kovamıyorum. Sensizim!

Zaman, eski zaman değil. Saklamaya lüzum yok ellerimin titrediğini, tutmadığını dizlerimin. Yüreğimi saklamaya lüzum yok. Gün gibi aşikar her şey. Gönlümde bir bayram havası, uçurduğum rengarenk balonları tutamıyor kimse. Herkes anlıyor, senden başka. Neyim var ki utanılacak? Hiç! Ne mutlu bana.

Bildiğim ve bilmediğim kayıplarımın ardından üzülmediğime şaşmamak lazım. Hem öyle tokum ki acıya, acıyan yerlerimi çoktan kesip attım. Seninle yeniden yer bulmayacak nasılsa. Her şeyin başı inanmak değil mi? İnanıyorum buna.

Başlangıç mı? Çok güzeldir hep. En güzel üç noktası (...) hayatın. Son başlangıcım olsan sen, keşke!

Alıntıdır...
Cici_Kiz
wink.gif cok güzeller eline emegine saglik edebiyatci ciceeeeeem benim biggrin.gif
DELİKIZ
AHH BE YAR wacko.gif

Avuçlarımda cam kesikleri, yüreğimde can kırıkları... Kanıyorum.
Günler ne de çabuk geçmiş değil mi.Zaman hayatımızda hükmedemediğimiz tek mefhum anlaşılan ve ne yaparsak yapalım asla durdurulamıyor. Bugün gidişinin kaçıncı günü bilmiyorum.Hatırlayabildiğim tek şey ise bana yazdığın, her kelimesi sahra topu misali düştüğü yeri,dokunduğu herşeyi yok eden mesajların oldu.Özlemin dayanılmaz bir işkence olduğunda, acımı dindirmek için çıkarıp okuduğum ve tek solukta içtiğim bir tutam zehir... Sahi neydi bizi ayıran?Mutlu musun gerçekten?Kim benim kadar sevebildi?Şifasız bir ağrı...Sol yanım acıyor...Bu bir ölüm ağrısı biliyorum.İflah etmeyecek beni.Gidersem...Sonsuza göç edersem...Kim anacak seni her satırında...Kim üşümesin diye örtecek yalnızlığını...Kim bekleyecek seni sabahlara kadar?Şimdi sen oralarda kendi yalnızlığın içinde ürperiyorsundur da.Kim ben gibi, canından can çıkarcasına sarılarak, bağrından koparcasına gelen bir sesle CANNN diyor?Canımsın, aşkımsın diye bitmez tükenmez bir çağlayan gibi sana akıyor?Nereye yürüsem tüm yollar sana çıkıyor.Anılar sürgün yaşarken gönül gurbetimde, çığ düşüyor bakışlarımdan. Hadi söyle bana canözüm, söyle...sen unutabildin mi beni gerçekten.Bu deli kızın aşkını söküp atabildin mi yüreğinden?Yok yoookkkk... hiç sanmıyorum unuttuğunu.Unutulsaydım, unutsaydın, ben hala sürgün yaşar mıydım?Hala gurbet türküleri söyler miydi içimdeki mısralarım?Bir gün kara haberimi aldığında, beni buralarda arama.İçimdeki gurbet bitmiş, sana kavuşmuş olacağım...Seni gurbete salarak.Mirasın çok ağır be gülüm, taşıyamıyor bedenim.İflas ettim... Yine sarıyor musun bir yaprağa gözyaşlarını, tütün sarar gibi.Yola karışan sele bırakıyor musun, denize kavuşur diye.Peki hani o meşum gün geldiğinde bir soluk olacak mısın başucumda.Toprağımı sulayacak mısın gözyaşlarınla? Şimdi gidiyorum birtanem.Belki de bu sana yazdığım son mektup.Tıpkı senin bana yazdığın ilk ve son mektup gibi, ama benimki biraz farklı sanırım.Dedim ya canım, yaklaştı sanırım, vakit tamam diyeceğim an.Birazcık kendime gelirsem yine yazacağım.Çünkü anlatacağım o kadar çok şey var ki, bunları söylemeden hoşçakal demek istemiyorum.
İçimse sessiz volkanlar...
Çağıl çağıl yanıyor hücrelerim...
Atomlarıma ayrılıyorum sanırım.
wub.gif
DELİKIZ
VAZİYETTEN VASİYETE

Tanıyasın Yaradan’ı her daim
Üzerine farzdır, “boşlama” oğul!
Halk içinde hizmetkâr ol canlara
Tek kişilik hayat “düşleme” oğul!

Kanmayasın, şu dünyanın süsüne
Cazip görüntüsü, gümbürtüsüne
Mevlâm güç versin de haktan sesine
Dik duruşu asla “esleme” oğul !

Dilin sivri olsa, sakın batmasın
Gönlün hüzün dolsa, sakın yatmasın
Haramı helale asla katmasın
Vücutta habis ur “besleme” oğul!

Arı oğul verir, kendi cinsinden
İnsan tüter, haberi yok isinden
Sen örnek ol, iz sürülsün peşinden
Sağlam dala koruk “aşlama” oğul!

Kimi pulda yüzer, kimisi çulsuz
Azgın yoldan çıkmış, garibim yolsuz
Erenler deryayı geçiyor salsız
Hakiri, sakın ha, “fişleme” oğul!

Cemiyet insanı, hizmette önde
Toptan tamirat var, boş durma sen de
Yiğit belli olur, en kara günde
Sür atını coşsun, “çüşleme” oğul!

Uyurken bir gözün açıkta olsun
Dikkatin, akıldan kaçıkta olsun
Merhametin, sevgin, kucakta olsun
Şefkat sarayını, “paslama” oğul!

Aldatanlar, aldanmıştır bilesin
Kurtuluş bekleyen, hayır dilesin
Yüce hakikate, sen silsilesin
Kirli duvarlara, “toslama” oğul!

Bu topraklar, takas edildi canla
Yüzbinler yürüdü, Ukba’ya şanla
İnsanlık nişanlı, nefsi aşanla
Fikrini yabana “yaslama” oğul!

Vefa denen duygu, olmalı diri
Unutmayan kalpler, saklamaz kiri
Ruh yoksa birlikte, besbelli sürü
Faydasız binayı “süsleme” oğul!

İnsaf elden uçtu, dipsiz kuyuda
Olsun rağbet, yıkıp-döken ayıda
Güller açmış bize, karşı kıyıda
Kömürü elmasla “eşleme” oğul!

Her sâlâ duydukça, benim sanırım
Sesteki mânâyı, iyi tanırım
Kötü mirasımla, çok utanırım
Üç olan hatamı, “beşleme” oğul!”

Ali Rıza Malkoç
DELİKIZ
Babamin Yarim Kalmis Sevdasinin Yerine


Sineme yüzlerce ok saplanirdi
Kirpigin kasina degidigi zaman.
Bir sizi içimde keleplenirdi,
Kulagim adini duydugu zaman

Kâh zülfünün karasinda yatardim,
Kâh gözünün deryasinda yiterdim.
Seni hayal eder dilek tutardim,
Gögümde bir yildiz kaydigi zaman.

Bahar baslayinca elvan toyuna,
Sevdam çiçek açar idi boyuna...
Koyakdaki gür derenin suyuna,
Sögüt dallarini egdigi zaman.

Meltem vursa yüzündeki güllere,
Dokunurdu gönlümdeki tellere.
Bakarak aglardim cilga yollara,
Bir türkü bagrimi oydugu zaman.

Bu ask can evimde kaldi da yarim,
Halâ o iklimden sesler duyarim.
Kim bilir belki de sana doyarim,
Topraklar yagmura doydugu zaman

Dilaver Cebeci




YORGUN YOLCU
bacım sağol varol inşallh ilerleyen dönemde yazdıklarımı paylaşacam
DELİKIZ
SÖZ NAMUSTUR!!

Akif için kelimelerin mefhumu tek, bu mefhumların rengi tekti. Renkler kalın çizgilerle ayrılmıştı. Birinin nerede başlayıp ötekinin nerede bittiği belli olmayan ve bir mefhuma girmiş iki renk onun dünyasında yoktu. Bir işin takribenligi onun gözünde yalan kadar çirkindi. Kırmızıya pembe diyorsanız cürümdü, ona dörtte gidecek de dördü on geçe gitmişseniz, geç kaldığınız bu on dakika kabahatti. Bundan, o, kocaman bir namus mefhumu çıkarıyordu. Ben de bu iri yarı namusa bazan kızıyor, bazan gülüyordum. Treni kaçıramazdınız: Namusa mugayirdi.
Meşrutiyetin ilk seneleri, bir cuma, adam boyu kar yağdı. O gün Akif in hazzetmediği şeyler işlemedi. Araba, tramvay, şimendifer ve vapur... Çapa'daki bizim eve o gün sütçü, ekmekçi gibi adamlar bile gelmediler. Öğle yemeğinden sonra biz hâlâ ekmekçiyi beklerken nihayet kapı çalındı; fakat... Akif Bey gelmişti! Bıyığının yarısı donmuştu. Şaşırdım. Nasıl geldiğine hayret ettim:

Beylerbeyi'nden nasılsa Beşiktaş'a bir vapur işlemişti. 'Bu kadar mı? dedim. Tabi ki bu kadardı. Ve tabi ki Beşiktaş'tan Çapa'ya işleyen bir şey yoktu; ancak bunu sormaya lüzum yoktu; çünkü Beşiktaş'tan Çapa'ya bu havada insanlar yürüyerek de gelirdi. Bu karda, tipide yaya yürünülen mesafeye ben şaştıkça Akif de benim hayretime şaşıyordu:
Gelmemem için kar, tipi kâfi değil, vefat etmem lâzımdı. Çünkü geleceğim diye söz vermiştim.
İnsanların birbirlerine verdikleri sözün bu kadar korkunç bir şey olması, o gün beni ürküttü.
- Akif, dedim; sen eğer verilen sözün manasını bu türlü anlıyorsan bana izin ver de ben bu türlü anlamayım. Benim verdiğim sözün şiddetli bir lodosa bile tahammülü yoktur!
- Ben böyleyim! dedi.
- Ben de böyleyim! dedim.
Bu vak'adan sonra ona söz vermekten korktum. Dediğini gibi onun gözünde ne karayel fırtınası, ne diz boyu kar mazeret-i meşrua değildi.

M. C. KUNTAY
DELİKIZ
DERVİŞ KAŞIKLARI
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine; 'Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?' 'Bakın göstereyim' demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.

Ermiş; 'Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz' diye bir de şart koymuş. 'Peki' demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine, 'Şimdi...' demiş ermiş, 'Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.' Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen, ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. 'Buyrun' deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

'İşte' demiş ermiş, 'Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz şunu da unutmayın.
Hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman...'

(ALINTIDIR)
DELİKIZ
NAZLI GÜL



Ve her şeye rağmen bahar gelmişti. Leylâklar baharın gururuyla nazlı gelin
gibi salınıyor, rüzgâr çiçek kokularıyla öpüşüyor; aslanağzı, menekşeler, laleler sarı, pembe ve beyaz renklerle bir tablodaki çizimleri anımsatıyordu.
"Her şey düzeldi" diye düşünüyordu genç kadın. Geçmişin izleri artık acı vermiyordu bedenine. Gerçekleşmesini istediği şeylerin birçoğunu ertelemişti ama nasıl olsa önünde kum saatine dolan günler onu bekliyordu. Yine de daldı gitti gözleri uzaklara.
O ilk kötü haberi aldığı kara gün... Günlerin tükettiği kâbus dolu dört yıl boyunca yüreği eleklerde elenmişti sanki. Gerçi bir göğsü yoktu ama "olsun" du. On sekiz yıllık evliliği ve fidan gibi iki oğlu vardı. Kolay değildi; acılarla boğuşurken onlara sevgi meyveleri sunmak, dehlizlerde gezerken güneşin ışınlarını üzerlerine yansıtmak, fırtınalı yüreğini dizginleyip kâbuslardan dingin, sevecen uyanmak...
Yenilmek yoktu felsefesinde; işte bu yüzden hem ailesini, hem işini, hem de
sağlıklı günlere kavuşacağının hayalini kurmayı başarmıştı. Tedavisi aralıksız sürerken, günbegün enerjisi artmış, gülen yüzü hiç solmamış, moralini hep güçlü tutmuştu.
İmkânsızlık denizinde savaşı sürerken, yeni bir haberle irkildi genç kadın. Gökyüzü daha bir mavi oldu gözlerinde. Umutları daha bir umutlandı yüreğinde. Has bahçesi aydınlandı. Bu karanlık günlerinde kollarına yeni bir yıldız doğacaktı; anne olacaktı... "Nasıl olur?" diye düşündü aralıksız. Doktorlar hayretler içinde üç aylık bu mucize bebek için ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Fakat acele etmeden, her bir sonucu düşünerek temkinli hareket etmeliydiler. Hem anne, hem de bebek risk altındaydı. Kemoterapisi sürmek zorundaydı. Ya o küçücük varlık? Bunca zehre karşın nasıl direniyordu? Doğmaya değer miydi? Özürlü olmak pahasına!
Genç kadın bedeninde büyüyen o sıcacık güneşle birlikte annelik duygularının
gelişmesine engel olamıyordu. Bunca olumsuzluğa rağmen bebeğini inanılmaz bir özlemle istiyor ama acı gerçeklerle yüz yüze gelince de umutsuzluk denizinde yüzüyordu. Karmakarışık duygularla kilitlenmiş gibiydi...
Günler birbirini acımasızca katlederken, bebek de beş aylık olmuştu. Hem de bir kız çocuğuydu! Yılardır istediği fakat bir türlü sahip olamadığı bir kız... Genç kadın doğmamış bebeğine isim bile koymuştu; "Nazlıgül". "Annesinin gülü" diye seviyordu gözleri dolu dolu. Fakat karar verilmişti bir kere ferman doktorundu; Nazlıgül'ün doğması olanaksızdı. O kahrolası ışınlar, iyileşme umuduyla içilen zehir zemberekler, literatür bilgileri bu riski göze alamayacak kadar ciddîydi.

Ve Nazlıgül'ü kopardılar dalından. Çok direnmişti yaşamak için, çok direnmişti ama ne yazık ki yenilmişti sonunda. Genç kadının dudaklarından ninni yerine ağıtlar döküldü.
Annesinin gülü üzülme aman,
Doğmadan yazılmış bulunmaz derman,
Kıyamaz yaradan hekimde ferman,
Gurbetim, hasretim, dünüm Nazlıgül.

Bahar gelmişti gelmesine de bu bahar kara kış gibi gelmişti yüreğine. Zindan
karası gecelerde gözleri uyku simsarı olmuştu. Böyle geçen gecelerden birinde uykuya yenik düşen gözleri bir düşle aydınlandı. Güzeller güzeli Nazlıgül gelin olmuş; bembeyaz ellerini uzatmıştı anneciğine,
- Üzülme anneciğim, diyordu.
- Seni çok seviyorum.

Bir sıçramayla uyandı. Gözleri yaş doluydu. Dudaklarından dökülen mısralara
engel olamıyordu.

Rüyamda göründün şöyle bir anlık,
Ak gelinlik giyindin yazık ki günlük,
Ben sensiz çaresiz sen bende benlik,
Meleğim, emeğim, günüm Nazlıgül.

Sonra gülümsedi. Bir mutluluk sardı tüm hücrelerini, bedeninde bir rehavet... Genç kadın artık bir de kız annesiydi. Coşkulu yüreğini susturmak mümkün değildi. Bendini aşan sular gibi çağladıkça çağlıyordu sanki. Bir kez daha mırıldandı,
Cennette hurisin yüzün bilinmez,
İşledim gönlüme adın bilinmez,
Bilirim gittiğin yerden gelinmez,
Kaderim, kederim, sonum Nazlıgül.
Boşa dememişti ya atalar.
Bir bir gelir.
Bir bir gider.
Bir kalır...






Sergül Vural
DELİKIZ
KALBİMİN COĞRAFYASI


Bulutların üstündeyim
Ortadadoğu kan tarlası

Dicle kanlı akıyor

Bağdat Basra arası

Her yer dehşet kokuyor



Ey rüzgârlar kasırgalar

Ağlamanın Arapçası Farsçası

Bağrımda güller açar

Kalbimin coğrafyası

Bu savaş kime yarar



Azamiye Kâzimiye Kerbelâ

Her büyük kapıda ağlıyorum

Kır diyorum aynaları kır

Benlik başlara belâ

Yürekler sağır



Babil’den Bağdat’a bir el

Uzar da uzanır da durur

Kimselere anlatamam derdimi

Acılarım büyür de büyür

Açamam yüreğimi



Buhtunnasır burada bugün

El aldı Nemrut’tan Firavun’dan

Her yerde köleler saltanatı

Fırat ağlıyor kahrından

Dicle’nin dinmiyor kanı


Mustafa MİYASOĞLU
istanbul
GENÇLİK BÖYLEDİR İŞTE



İçimi titreten bir sestir her gün,

Saat her çalışında tekrar eder;

‘Ne yaptın tarlanı, nerde hasadın?

Elin boş mu gireceksin geceye?

Bir düşünsene! Yarıyı buldu ömrün.

Gençlik böyledir işte, gelir gider;

Ve kırılır sonra kolun kanadın;

Koşarsın pencereden pencereye.’

Ah o kadrini bilemediğim günler,

Koklamadan attığım gül demeti,

Suyunu sebil ettiğim o çeşme,

Eserken yelken açmadığım o rüzgar!

Gel gör ki sular batıya meyleder,

Ağaçta bülbülün sesi değişti,

Gölgeler yerleşiyor pencereme;

Çağınız başlıyor ey hatıralar!


CAHİT SITKI TARANCI
istanbul
BU ÇAĞRI SANADIR


Bir damla SU gönder bana

Eğer gönderebilirsen

Ana sütü gibi tertemiz olsun

Bir damlası Karadeniz

Bir damlası Akdeniz olsun

Bir avuç TOPRAK gönder bana

Edirne koksun, Ağrı koksun

Her zerresi burcu burcu

Türkiye koksun

Anadolu’dan çağrı koksun

Bir dilim EKMEK gönder bana

Yiyince lezzetini hissedeyim

Bereketini hissedeyim

Köy köy, tarla tarla

Memleketimi hissedeyim

Bir demet ÇİÇEK gönder bana

Renkleri;

Sarı, kırmızı, beyaz ve mavi olsun

Râyihâsı, estetiği

semâvi olsun

Bir tutam SEVDA gönder bana

Veysel Garani’nin, Yunus Emre’nin

Sevdasından olsun

Mevlâna’nın Mevlâ’sından olsun

Sevdâların hasından olsun

Bir RÜYA gönder bana

Yürürken, otururken

Güneşi, Ayı seyredeyim

Aradan kalksın tüm duvarlar

Mâverâyı seyredeyim

Bir damla ALIN TERİ gönder bana

Yazdığın ŞİİRLERİ gönder bana

Okumaya ihtiyacım var...

Abdurrahim KARAKOÇ
DELİKIZ
HASRET



Çağlar var

Eşk-i gülgûnumuz durmadan çağlar

Elif Elif uzayan ayrılıklarda hayır yok

Bildik…



Şimdi bütün çocukların ağlama vakti

Belâ meclisinin hüznü

Hicretin öbür adı gözyaşı



İki eli yakamızda hasretin

Oysa çoktan sindirdi sesim dağa korkuyu

Hangi külünge el atsam dağlar parçalanıyor

Niye gelmez göze bir damlacık su



Şimdi bütün türküler ayrılık renkli,

Yalnızlığın en koyusu,

Mehtapsız gecede bir yıldızın uykusu.

Uzaklık işte

Ne dersen de



Ey bulutun gölgelediği gül

Asırlardır güle meftun oluşumun

Sebebi varmış



Bütün ağaçlarda gölge telaşı

Ay doğsa diyorduk

Vedâ Tepelerinden


VEDAT ALİ TOK
DELİKIZ
GÖNÜL GÖZÜ

Gönül köşkü içinde perdeler mi kapanmış?

Sızmıyor aydınlıklar yâr gözlerin üstüne.

Neden böyle karanlık üzerime abanmış?

Sızlıyor gönül köşküm yâr sözlerin üstüne.



Karanlığın üstüne süzülseydi hüzmeler

Güneş ay ve yıldızlar semaları güfteler

Bu nasıl bir nağmedir şu evreni besteler

Mest oluyor yüreğim yâr sazların üstüne.



Bilirim arıyorsun beni bende durmadan

Bulunur mu güzellik akıl fikir yormadan?

Hakla batıl ayrılıp birbirini vurmadan

Geçilmiyor sevdadan yâr özlerin üstüne.



Gözüm açık uyurken ayağım bastı kora

Yandıkça rüyalarda ateşler döndü mora

Mevsimlerde uyandım yapraklar ala bora

Kara kışlar oturmuş yâr güzlerin üstüne.



Çözülecek bilmece bir gün mezarımızda

Düğümler açılacak elbet yazarımızda

Gönül gözü hak gözü bizim nazarımızda

Saklanıyor sevdalar yâr gizlerin üstüne.


Sergül Vural
DELİKIZ
AYNALARDAN YANSIYANLAR

Aynalarda öyle bir ben var ki kimi zaman bir çocuk kadar saf ve temiz, kimi zaman delikanlı çağım kadar genç ve dinamik, kimi zaman yüzünde derin izler taşıyan bir ihtiyar. Keşfedemediğim bir kilit gibidir gözlerim aynaların gözlerinde. Hayat denen bu saklambaç oyununda sobelenmek istemeyen bir ebe gibiyim. Gözlerimi kapatsam da kapatmasam da anahtarını arayan bir kilitle aynı kefedeyim …


Küçükken uçan balon alırdı babam her bayram. Rengarenk olurdu üzerlerindeki boyalar. Bazen bilerek ipini bırakırdım uçtuğunu görmek için sonra da ağlardım ardından… İşte aynalardaki damlalar o küçük benin gözyaşlarının aksidir …

Maviliklere âşık kuşlara tutunmayı isteyen, yılların yorgunluğundaki çizgilerin gizlediği anıların ahenkli resmi geçidini, yazmak isteyip de yazamadığım mektuplarda ahı kalan parmaklarımın titrediğini, gökkuşağına sarınmış ümitlerimin kırgınlığını, filize kalkmış tohumlarımın küskünlüğünü, zirvelere uzanan bedenimin, yorgun geri dönüşlerindeki mahzunluğun yanaklarıma çöküşünü görürüm yansımalarında…

Gönlüme bakınca gördüğüm karanlıktan sıyrılıp gelen aydınlıkların geri dönüşleri, kalp atışlarında duyduğum nefesin aynada puslanışının hikayesi ne güzeldir. Sükutun vuslatıdır aynalarda kilitler. Kocaman bir ömrü sığdırırlar bir anda aynadaki sırlara … Her dönemde ayrı bir derinlik gizlenir dünyasına. Çırpındırır gördüğüm hiç yalansız yansıma…Kalbimin derinliklerini göremese de ruhumun aynasına uzanır elleri. Konuşsa kandıramaz sözleri. Sönen yıldızlar kadar sönük durur gözleri. Ölümün beklediği gibi sessizce bekler her yaşımda beni…Anahtarsız bir kilidin yalnızlığıdır sırların ön yüzündeki …

Gerekli olduğunda bile konuşmaz. Cevap vermez ne kadar bağırsam da sağırdır kulakları. Kendime döner naralarım sarhoşçasına. Yalpalanıp ağırlaşır üzerimde gördüğüm kendi halim. Şahsımda gizlenen her ne varsa açığa çıkar riyasız. Kimse anlamaz benden başka beni, bir tek ayna bilir halimi.

Gençliğimi bilir, elveda diyeceğimi de… Körler memleketindeki görme suçudur yaptığı yansıma. Şaşılar isterse padişah olurlar karşısında, hizmetçiler hanım… Nemlenen gözlerde açan güneşlerdeki gökkuşağını görebilmenin anahtarıdır aynalarda kilitler. Arı gibi bal akıtmaz gönüllere, yılan gibi de zehir… “Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol” diyemeyeceğimiz kadar gerçektirler bize. Batıl görünen tek gerçektirler. Hiçbir zaman arkadaş olamazlar bana ve yalnızlığıma…

İnsanoğlunun ilk kez suda görmüş yüzünü. Uzanmış tutamamış. Şaşırmış kendi olduğunu anlamamış. Bir buse almak istemiş yanağından olmamış. Buseler dudağa dokununca geri çekilerek hep o gördüğünü bulmak için aramış aramış… Hala aramakta…

Ayna, sır saklamayan vefasız bir dost, dürüstlükten ödün vermeyen bir yaren, ne eksik, ne fazla her şeyi olduğu gibi gösterebilen yalın bir arkadaş… Hileyi bilmeyen, yapıldığında da mecburen yalanlara alet edilen çirkini güzel, güzeli çirkin yapan bir kader kurbanı…Aslında kelimenin tam anlamıyla gerçekçi, olmayanı varmış gibi göstermeyen dürüstlük abidesi…

Hayallerin yerini hatıralara bıraktığı dünde kalan günlerde, ihtiyar koca çınarlardır aynalar. Yüzüne yumruk atsam affeder de kırılmıştır bir kere özürler çare olmaz…

Sergül Vural
DELİKIZ
GECELERİN CECESİ

Gece;bazen bir gelin kızın kınası,
Bazen bir gönül fırtınası,
Bazen görmeyen bir gözün karanlığı,
Bazende,bir gönül aydınlığı.

Bazen,yavrusunu sımsıkı saran bir ana.
Bazen,"ne olursan ol,gel "diyen Mevalana,
Bülbülleri lal eden,susturan gece.
Gören gözü kör edip ,küstüren gece.

Gece uzundur bazen,diş agrısı gibi.
Kutludur bazen,doğum sancısı gibi.
Ve gece "LEYLE-İ KADR" gecelerin gecesi,
BİN AYDAN HAYIRLI DENİLEN GECE!

Sure sure,ayet ayet indirilir hatimler.
Anılır peygamberler,evliyalar alimler
Yer gök dualarl ,tekbirlerle inler,
Arş-ı alaya yükselir aminler.

Aydınlık,nurlu,kul gibi yaşanan gece,
Hak için gözlerden yaş boşanan gece.
Allah ve Rasulü anılan gece,
Top yekün secdeye varılan gece.


İletilir dilekler yaradana sabaha dek,
Açılır gönüller düğüm düğüm,ilmek ilmek.
Sonunda bütün inananlar ekler dualarına,
Erdir bizi Rabbim,bu gecenin tekrarına.

Oturulurken teheccüdde,son tahiyata,
Ulaşılır o sonsuz maneviyata.
Sabah olupta,nurlu gece kalırken geride,
Sabah namazına davet vardır,ezan-ı Muhammedi de....




ALINTIDIR
..
DELİKIZ
blink.gif
DELİKIZ
DEMİR TAVA GELİR KÖMÜR BİTER,AKIL BAŞA GELİR ÖMÜR BİTER!!!

Ne geceler gördüm, ışığı bol, karanlığa mum olmuş. Ne gündüzler yaşadım karanlığa eş … Işığını kaybetmiş, gündüzünü geceler çalmış geceler yaşadım isyanla karışık umutlar besledim yarına… Öyle insanlar gördüm, nasibini iyilikten, kardeşlikten, barıştan alamamış… Yüzünden atamamış kin gölgesini… Bahçesine umut çiçekleri uğramamış yıllarca. Olumsuzluk saçmış etrafına, temiz duyguları hiçe saymış…


Ne insanlar tanıdım, nur yüzlü, iman bakışlı… Yaradana açmış kollarını, ondan başka kimseden medet ummamış… Yine de insan içinde insanca yaşamamış… Bulmuş kendini dalgalı denizinde, durgun suya kürek atmamış…


Ne mevsimler yaşadım, kışı gördüm, üşüdüm buz gibi soğuklarda… Sıcak bir nefes aradım yüreğimi ısıtacak… Nefes nefese kaldım koşturmaktan, aramaktan… Isıtır sandım bir anda yaza çevirir kışımı…Dona çevirdi yüzünü zemherim… Kışı da sevdim, soğuk yüzünü unuttum, bu da yaşamdandır, dedim… Dersimi aldım mevsimden, çare aradım yokluğa, vazgeçmedim…



Ne aylar gördüm içinde çeşitli renkler barındıran… Ne yıllar geçti köprülerin altından, sular çağlayana dönüştü, hala akıl gelmedi başa… Yanılmaktan, hatalardan ders almamış , hala var olduğunu sandığım doğrucu bir yüreği taşıdım göğsümde yıllarca… Sevgiler yaşadım karşılık beklemeyen, dostluklar yaşadım benzeri kimsede bulunmayan… Hiçbir zaman yalanı barındırmadım sandım, söyleyemediğim şeyler kaldı dün denilen dönülmez zamanlara gizledim sözlerimi… Bir de baktım, yalan söylemiş durmuşum kendime… Hep bir yanı eksik olmuş yaşamımın… Çekip gitmeyi hayalden saydığım günler oldu, hayali yaşadığım nadir anlar oldu düşlerimde gördüğüm…


Geriye dönüp bakmak gerek bazen… Geçmişi ve geleceği beyinde tartıp biçmek… Eksiğiyle, fazlasıyla kabullenmek yaşamı… Başkalarından çok kendine batırmak iğneyi… Bu gerekli… Ömür bitmeden, demir tava gelmeden, kömür bitmeden öğrenmek gerek yaşamdan gelen her duyguyu, her yaşanmışlığı, yaşanılır kılmak için hayatı…


Çok geç kalmamak için yaşama, menzile varmak için çok erken, adım atmak için çok geç, dememek için, düşünerek yaşamalı… Dönme dolap hep dönüyor çünkü, inenler de, binenler de her seferinde farklı… Zaman pusuda, yok saymayın
!...
DELİKIZ
Kanatların varsa, toza balçığa bulanmamalısın !

Kanat dediğin havaya bulanmalı ki seni göklere, yücelere alıp götürsün.
Dünya, " aşağı" demektir.
Kanatları olana aşağıya razı olmak düşmez.

Bir şeye gönlün akmadıkça, onun sabrıyla sınanmış olmazsın.
İştahını çekmeyen şey, zaten senden uzaktır.*
Senden uzak olan için, ondan uzak kalmayı sınaman gereksizdir.
Sabır odur ki; gönlünün akışına " dur " derken
acı çekiyor olmalısın. Sabır o ki, suları yokuşa akıtıyor gibi zorlanmalısın.

Sepet kendini suyla dolu gördü de, nazlanıp başını denizden çekti.
Sepet denize dalmışken, sanır ki, denizin hepsi içindedir.
Sanır ki, denizden aldığı kendine kalacaktır.
Sepet dediğin, teni delik deşik bir kaptır; su tutmaz.
Denizden başını çeker çekmez suyunu yitirir; kuru kalır.

Sen sen ol; " doydum " deme.
Sen sen ol " oldum " deme.
Sana düşen hep denizde kalmaktır.
Sende olan denizdendir ama deniz değildir.
Sende olanın sende kalacağını sanma.
Sana düşen, kendini doldurmak değildir.
Denize dal ve orada kal yeter. Sular içinden daim geçsin yeter.

Ne kadar bildiğin değildir önemli olan; ne kadar derin hissettiğindir.
Ne kadar çok söylediğin değildir önemli olan; ne kadar içten yaşadığındır.
Kendini suyla dolu görüp te başını denizden çekme!
Sana kalan sende kalan olmayacak;
*sana kalan sana dokunan olacak.*
Sana kalan seni doyuran olmayacak;
*sana kalan seni insan kılan olacak. *

Sanma ki cömert olmakla yeni bir şey icat ediyorsun.
Zaten var olan servinin dalına tutunuyorsun.
Sanma ki, cömert olmakla kendinden bir şey eksiltiyorsun. Sen sana verileni veriyorsun.

Cimri derin bir aldanış içindedir. Kendine verilen kendinde kalacak sanır. Kendini elinde olana
dilenci eder. Minneti eşyayadır; onların varlığına yalvarır. Elindekiler giderse eksileceğini sanır; her zaman korku içinde kalır. Cömertsen ellerin her zaman doludur.

Karınca bir buğday tanesini görür; ona razı olur. Bir tane üzerinde oyalanır. Onun üzerine titrer. Varı yoğu bir buğday tanesidir. O gidince her şeyini kaybedeceğini sanır. Mutluluğunu ona bağlar. Huzurunu onun yanında hisseder.

Karınca buğday tanesinin bir harmandan haber verdiğini bir bilseydi, bunca bağlanır mıydı bir taneye?

Karınca, bir buğday tanesinin nice buğday tarlalarını haber verdiğini anlasaydı, hiç oyalanır mıydı bir
tane üzerinde?

Ahmak avcılar gibi, kuşu unutup gölgesinin peşine mi düşmek gerek?!

Yazarını bilmediğim cümleler
..
DELİKIZ

Bahar ve İstanbul
Irmakların altında başka ırmaklar akar
Pervane olur gökler bir kerre görmek için
Bu şehre dalga dalga nice bayraklar akar
Uçuşur kubbelerden bir zerre görmek için

Erguvanlar sabırsız ve laleler mağrurdur
Sümbüller mütebessim, menekşeler yorgundur
Gül her zaman taptaze ve daima vakurdur
Gönüller yârden önce İstanbul’a vurgundur

Kucaklayıp nice gül güler Süleymaniye
Abdest alan kulların gözyaşı kubbe olur
Nasib olmaz elbette böyle aşk her faniye
O küçük türbesinde Sinan’ım habbe olur

Bırak biraz ağlasın başını eğip yere
Kaç asır kan damlatan muhtedi Ayasofya
Şahiddir Sultanahmed ondaki bu kedere
Cennet Gül’ü Fatih’in mabedi Ayasofya

..........
..........




Ekrem Kaftan

Asıl içeriğin sadece basit bir görünümüdür. Resimlendirilmiş tam halini görüntülemek için lütfen, buraya tıklayınız.
Invision Power Board © 2001-2024 Invision Power Services, Inc.