Son mesaj - Gönderen: Recep Ergin - Salı, 01 Kasım 2011 23:40
Sitemizin yeni hali www.gumushane.gen.tr/v2 adresinde test edilmektedir. Lütfen belirli aralıklarla ziyaret ederek, yaşadığınız aksaklıkları ve önerilerinizi admin@gumushane.gen.tr adresinden veya buradaki formdan bize bildirin.
Köşe Yazıları Bölgesi

Köşe Yazıları->Bayram NAZIR->SULTAN II ABDÜLHAMİD'İN KIZI AYŞE OSMANOĞLU BABASINI ANLATIYOR [ Arama ]

SULTAN II ABDÜLHAMİD'İN KIZI AYŞE OSMANOĞLU BABASINI ANLATIYOR
Başlık SULTAN II ABDÜLHAMİD'İN KIZI AYŞE OSMANOĞLU BABASINI ANLATIYOR
Açıklama 11 Mayıs 2009 tarihli Gümüşkoza Gazetesindeki yazısı
Mail bayramn@hotmail.com
Siteye Ekleyen Recep Ergin
            Ayşe Osmanoğlu (1887-1960) Sultan II. Abdülhamid (saltanat yılları 1877-1909)'in kızıdır. 27 Nisan 1909'da II.Abdülhamid'in tahtan indirilmesi üzerine babası ve ailesiyle birlikte bir süre Selanik'te kaldı. 1924 yılında Osmanlı hanedanının diğer üyeleri gibi yurt dışına çıkarıldı. 28 yıl Paris'te yaşadıktan sonra 1952 yılında hanedanın kadın mensupları için çıkarılan afla İstanbul'a döndü. 1960 yılında yayınladığı "Babam Sultan Abdülhamid" adlı hatıratıyla ün kazandı. Adı geçen kitap II. Abdülhamid'in kişiliği ve aile yaşamına dair en önemli kaynaklardandır.

            Kitap, dünya iktidarını 33 yıl tüm haşmetiyle elinde tutan güçlü bir padişahın kızı olarak dünyaya gelen ve daha sonra babasının siyasal kaderine paralel olarak kendi kaderini de şekillendiren bir Sultan'ın özgün hikayesini ele alıyor. Abdülhamid'i tanıyan ya da onun yakınlarında bulunmuş biri olmanın çok daha ötesinde anıların bizzat kızı tarafından kaleme alınmış olması bu anı kitabına ayrıca bir değer kazandırıyor.

            Bu haftaki yazımızda 28 yıl gurbette çile çektikten sonra İstanbul'a dönen Ayşe Osmanoğlu'nun "Babam Sultan Abdülhamid"  adıyla kaleme aldığı hatıratında 33 yıl Osmanlı tahtında kalan II. Sultan Abdülhamid hakkında anlattıklarının bir kısmını sizlere paylaşmak istedik.

            Sultan II.Abdülhamid

           

            Ayşe Osmanoğlu, hatıratına babasını tanımlayarak başlar ve özetle şöyle yazar: Rahmetli babam orta boyluydu. Saçı ve sakalı koyu kumraldı. Saçları tepeden dökülmüştü. Etrafta gür saçları vardı. Burnu yüksekti. Osmanlı Hanedanı'nın alametini taşıyan biçimdeydi. Bakışları gayet zeki ve hassastı. Kuvvetli zekasını gösteren alnı, açık ve yüksekti. Sesi tatlı, kalın ve gürdü. Söz söylerken dinlemek zevki duyulurdu. Fikirlerini ve meramını fevkalade bir ifade ve nezaketle anlatmaya muktedirdi. Babam daima sade giyinir ve hiçbir hususta gösterişten hoşlanmazdı. Haremde koyu gri renkte elbise giyer, aynı renkte palto kullanırdı.

            Ömründe uzun gömlek ve hırka giymemiştir. Sabahları yataktan kalkar kalkmaz kürkünü arkasına alarak hamama giderdi. Düz sarı renk bir ağaçtan yapılmış bastonu vardı. Bunu yalnız sarayın bahçesine çıkarken eline alır, başka zaman kullanmazdı. Giydiği kunduralar çizme gibiydi ve biraz da topuklu idi.

            Günde üç dört defa abdest alır, namazını muntazaman kılardı. Seccadesi Hereke Fabrikası'nda yapılmış bir halıydı. Nereye giderse kolaylıkla götürülürdü. "İpekli üzerinde namaz kılmak caiz değildir" derdi. Tespihi daima cebindeydi. Parmağına yüzük olarak altın üzerine beyaz bir akik taşı takardı. Başka bir yüzük taktığını kimse görmemiştir.

 

            II.Adülhamid'in Huy ve Adetleri

 

         Ayşe Sultanoğlu, babasının huy ve adetleriyle ilgili olarak şunları yazar: Her zaman erken yatar erken kalkardı. Sabahları güneşten evvel kalkıp hamama gider, banyosunu yapardı. Hamamın dış katında oturmak için bir sedir yaptırmıştı. Orada giyinir, sabah namazını oracıkta kılar, sonra kahvaltısını ederdi.

            Pek yorgunluk duyduğu veya işleri hafif olduğu zaman hareme gelir, o zaman ailesinden kimleri isterse onlarla görüşürdü. Bazen bizleri de huzuruna çağırıp piyano çaldırttığı olurdu. Ekseri akşamlar yemekten sonra bahçeye çıkar, orada paşalarla, beylerle gezer ve bazen hareme geçerdi. Bazen marangozhanesinde veya kütüphanesinde çalışırdı. İşi olmadığı zaman yatsı namazından sonra derhal yatak odasına çekilirdi.

            Saate ve vakte pek bağlı idi. Her işini bir saate bağlamış, düzgün bir ömür geçirmiştir. Beş vakit namazını kılar, Kuran-ı Kerim okurdu. Gençliğinde Şâzeli tarikatına girmişti. Daime camilere devam ettiğini Ramazanlarda Süleymaniye Camii'nde namaz kıldığını o zamanlar camide açılan sergilerden alışveriş ettiğini hikaye tarzında anlatırdı. Babam herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın hususi bahçesinde beş vakit Ezan-ı Muhammedi okunurdu. Babamın bir sözü vardı: "Din ve fen" derdi. "Bu ikisine de itikat etmek caiz" olduğunu söylerdi.

 

            Kimseye "Sen" Diye Hitap Etmezdi

 

         Gerek haremlerinin gerekse kızlarının resmi işlere karışmasını asla istemezdi. Bir kusurumuzu gördüğü ve hissettiği zaman bizlere bir şey söylemez, analarımıza haber gönderirdi. Huzurunda ne suretle konuşacağımızı, nasıl hareket edeceğimizi bir de pek iyi bilirdik. Çok sade giyinmemizi isterdi. Cicili bicili şeyler giyinmemizi istemezdi. Yakalarımız hafif açık olabilirdi. Fakat kollarımızı tamamen kapalı idi. El işaretleriyle, yüksek sesle konuşmamızı istemezdi. Daima sakin ve nazik hareketli olmamıza dikkat ederdi. Büyüklerimize, annelerimize, kardeşlerimize daima saygılı davranmamızı, önlerine geçmeyip sıramızı muhafaza etmemizi ister, şımarıklıktan hiç hoşlanmazdı.

            Kimseye "sen" diye hitap etmezdi. Bizlere ya kızım veya sultan diye hitap ederdi. Kadınlarına da pek saygılı muamelede bulunurdu.

 

            Sultanın Resme ve Marangozluğa Merakı

 

            Ayşe Sultan, babasının resme ve marangozluğa merakını şöyle anlatmaktadır: Babam manzara ve çiçek resimlerinden hoşlanırmış. Biraz da portre yaparmış. Annemle evlendiği zaman onun karakalem bir resmini yapmış. Sarayda güzel tablo koleksiyonları da vardı. Bunları da babam toplamıştır.

            Babamın marangozluğa olan merakı babası zamanında başlamıştır. Çünkü Abdülmecid Han da marangozlukla uğraşmış ve yanında Halil Efendi adında pek usta bir sanatkar varmış. Onunla birlikte çalışırmış. Babam bu Halil Efendi'den ders alırmış, onunla birlikte çalışırmış. Avrupa'dan yeni sistem bir çok aletler getirtmişti. Yaptığı bir çok sedefli, oymalı eşyalar Yıldız Sarayında idi.

 

         Geceleri Kitap Okutturma Merakı

           

            Sultanın özel meraklarından biri de geceleri kitap okutturup dinlemekti. Ayşe Osmanoğlu, Padişahın geceleri kitap okumakla ilgili olarak şunları söylediğini yazar:

              "Gündüzleri beni meşgul eden işlerin ağırlığından kurtulmak, zihnimi başka taraflara sevk edip düşüncelerimi defetmek ve rahat uyuyabilmek için her gece odamda kitap okutuyorum. Okuttuğum eserler   ciddi olunca büsbütün uykum kaçıyor. Onun için bir takım romanlar tercüme ettiriyorum" der gülerek ilave ederdi: "Küçüklüğümde dadım bana ninni söylerdi. Şimdide okunan kitaplar aynı tesiri yapıyor. Esasen yarı dinliyor, yarı dinlemeden uykuya dalıyorum. İşte benim uyku ilacım budur." 

 

Sultan Kızını Kaybedince Hamidiye Etfal Hastanesini (Şişli Çocuk Hastanesi) Yaptırttı

 

            II.Abdülhamid'in ilk evladı 1868 ‘de doğan Ulviye Sultan feci bir kaza neticesinde 7 yaşında yanarak ölmüştü. Padişah, ilk evladının acısını hiçbir zaman unutmamıştır. Hatıratta verilen bilgiye göre II. Abdülhamid son zamanlarına kadar ondan bahsederken içini çeker ve diğer çocuklarına "Allah sizleri bana bağışlasın" derdi.

            Padişah'ın kaybettiği ikinci evladı Hatice Sultan olmuştur. Hatice Sultan öldüğünde 8 aylık idi. Ayşe Osmanoğlu'nun yazdıklarına göre Hatice Sultan'ın ölümü ve bu ölüme bağlı olarak Hamidiye Etfal Hastanesi (bugün ki Şişli Çocuk Hastanesi)'nin kurulması şöyle olmuştu:

             Hatice Sultan'ın hastalığını bir türlü teşhis edemeyen doktorlar tedavisinde aciz kalmışlardı. O zamanın mühim doktorlarından olan Besim Ömer Paşa ile Almanya'dan yeni gelmiş bulunan doktor İbrahim Paşa ellerinden geldiği kadar uğraşıp yavruyu kurtarmaya çalışmışlarsa da muvaffak olamamışlardır. Babam üzüntüsünden "Allah'ım, evladımı bana bağışla"  diye dualar etmişse de takdir yerini bulmuştur.

            Ayşe Osmanoğlu'nun yazdıklarına göre, Hamidiye Etfal Hastanesi'ni bu çocuğun adına yaptırılmış İbrahim Paşa'yı da başhekim olarak tayin edilmiştir. Sultan II. Abdülhamid "Benim çocuğum kurtulamadı. Kim bilir fakir fukaranın çocukları nasıl bakılıyor. Hiç olmazsa bir hastane yaptıralım da benim gibi bir çok babanın kalbi yanmasın" demişti. Son sistem ve Alman usulü yapılan bu hastanenin aletleri Almanya'dan getirtilmişti. İstanbul'un en seçme doktorları bu hastanede çalışmışlar, hastane hemşireleri de Almanya'dan gelmişlerdi.

 

II.Abdülhamid'in Alman İmparatoru Wilhelm İçin Söyledikleri

 

            Alman İmparatoru Wilhelm iki defa İstanbul'a gelerek II. Abdülhamid'i ziyaret etmişti. Padişah dünya siyasetindeki konjonktür gereği Almanya ile münasebetlere özel önem vermekteydi. Ayşe Sultan'ın hatıratındaki bilgilere göre II. Abdülhamid Almanya İmparatoru, Türk-Alman münasebetleri ve bu vesileyle kendi devlet siyasi hakkında şunları söylemişti:

            "Saltanat zamanımda iki defa İstanbul'a geldi.  Kendisini yakından tanıdım. Genç, faal, nazik, sevimli bir zattı. Bismark'ı yere çarptıktan sonra onun rolünü kendi üzerine aldı. Fakat Bismark kadar tecrübeli ve akıllı değildi. Ben Alman politikasına çok ehemmiyet vermekle beraber öteki büyük devletleri de gözden kaçırmaktan ve gücendirmekten daima sakındım. Politikamı daima teraziyle tarttım. İmparatorla şahsi dostlukla devamla beraber Rusya İmparatoru'na da fırsat düştükçe dostluk gösterdim. Coğrafi mevkiimiz bunu icap ettiriyordu. İstanbul'a ikinci gelişince Almanya İmparatoru ile bir akşam hususi görüşmemiz esnasında birden bir kalktı. İki elimi birden tuttu.

-"Avrupa'da bir harp zuhur ettiği takdirde bizim tarafa geçersiniz değil mi Majeste?" dedi.

Cevaben

-"Aziz dostumsunuz, fakat size şimdiden söz verme hakkına haiz değilim. Bunu ancak o zaman düşünebilirim" dedim.

Devletimin menfaatlerini düşünmeden hiçbir devletin arzusuna hedef olamazdım. Avrupa'da siyasi vaziyet her an gerilmekte idi. Ne zaman olsa umumi bir harp çıkacaktı. Fakat bizim bir tarafa temayül göstermemiz, yavaş yanmakta olan ateşi alevlendirebilirdi. Buna sebep olara biz gösterilirdik. Herkes ben diplomatım demekle diplomat olmaz. Bismark hakiki diplomattı. Avrupa'nın ruhunu bilir. Kendisiyle hususu yazışmalarım vardır. Aramızda karşılıklı bir çok mektuplar gönderilmiştir. Almanlar, askerlikte ve çalışkanlıkta birinci derecede bir milletti. Ama Rusların nüfus kuvvetine, İngilizlerin sinsi politikasına karşı gelebilirler miydi? Burası kestirilemez. Ben hiçbir devlete söz verip bağlanmadım. İngiltere ve Fransa'nın gözleri daima doğuda idi. Bilhassa Müslümanlarla aramızda nifak çıkarmak emelleriydi. Kuvvetimizi bu suretle kırmak istiyorlardı. Halifelik politikasıyla bunu önlemek istiyordum. Bu çıban başı çıkarmamak için çok çalıştım. Avusturya İmparatoruyla da ayrıca dostluğum vardı. İtalya Kralı da dostumdu. Karadağ Prensi'ni daima elimde tutuyor ve maaş veriyordum. İyi adamdı. Bulgarlara gelince, onlar Rusya'nın şımarık çocuklarıydı. Bulgaristan Prensi Ferdinand'ı özel yaverim yaparak okşuyordum. Görüştüklerim arasında Ferdinand kadar şeytanı zekaya sahip bir kimse tanımadım diyebilirim. İşte bu şımarık çocukların başında şayan-ı hayret zekaya sahip biri bulunuyor. Rusya gibi bir kuvvete dayanıyordu. Savaştan daima kaçındım. Allah millet ve devletime zeval vermesin." 

 

İran Şahı: "Sizin Gibi Bir Padişah'a Ancak Kuran'ı Kerim Hediye Edebilirim" Demişti

           

İstanbul'u ziyarete gelen bir başka hükümdar da İran Şahı Muzafferüddin idi. Şah'ın İstanbul ziyareti hatıratta özet olarak şöyle anlatılmaktadır:

Şahın geleceği öğrenilince sarayda hazırlıklar başlamış, Şah'ın kabulü için Acem köşkü hazırlanmıştı. Şah, Çırağan Sarayı tarafından kapıdan girecek, bu küçük köşkün salonunda bir kabul resmi yapılacaktı. Ondan sonra da Şale köşküne gidilecekti.

Merasim pek parlak oldu. Askerler dizilmişti. Şah'ın marşı çalındı. İran Şahı mücevherler içindeydi. Kalpağının üstünde bir tek taşı vardı ki baha biçilemeyecek kadar kıymetli olduğunu o zamanki gazeteler hep yazmıştı. Parıltısı göz kamaştırıyordu.

Şah, babama bir Kuran-ı Kerim vermiş, verirken "sizin gibi bir Padişaha, bir Halifeye ancak Kuran-ı Kerim hediye edebilirim" demişti. Hediye edilen kuran altın bir çekmece içindeydi ve üzerine "La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah" yazılmıştı.

Akşam Şah'ın şerefine ziyafet verildi. Yabancı elçiler ve vezirler davet olundu. Şah, Şale köşkünde bir hafta kadar misafir kaldı.

İnşallah Haftaya: II. Abdülhamid Kendisine Suikast Düzenleyen Ermeni'yi Affetmişti.
Oyu Puanı: 2 - Ortalama:

Yorum Gönder Değerlendir Yazdır
Yorumlar

Bilgiler
Burda 2491 Köşe Yazısı Kayıtlı
Enfazla Bakılan: TARİMİZDEKİ KAHRAMAN KADINLAR...
Enfazla Değerlendirilen: TEKNOLOJİ VE İNSAN

Köşe Yazıları Bölgesini Gezen: 21 (0 Kayıtlı Üye 21 Ziyaretçi ve 0 Bilinmeyen Üye)
Görünen üyeler: 0


 


MKPortal M1.1.1 ©2003-2006 mkportal.it
Bu safya 1.31221 saniyede 15 sorguyla oluşturuldu