Son mesaj - Gönderen: Recep Ergin - Salı, 01 Kasım 2011 23:40
Sitemizin yeni hali www.gumushane.gen.tr/v2 adresinde test edilmektedir. Lütfen belirli aralıklarla ziyaret ederek, yaşadığınız aksaklıkları ve önerilerinizi admin@gumushane.gen.tr adresinden veya buradaki formdan bize bildirin.
Köşe Yazıları Bölgesi

Köşe Yazıları->Talat ÜLKER->KERVAN [ Arama ]

KERVAN
Başlık KERVAN
Açıklama 01 Aralık 2006 tarihli Kuşakkaya Gazetesindeki yazısı
Siteye Ekleyen AdamGibi
        Yenik bir medeniyetin kafası karışık bir nesliyiz biz. Yalnızız. Yalnızlığımız iki dünya arasında bîkarar kalışımızın eseri. Coğrafyamız iki düşman medeniyetin kavşağında. Aynı medeniyetin çocukları olduğumuz toplumlarla köprülerimiz atmış bizden evvelkiler. Yabancısı olduğumuz bir dünyanın eşiğine getirmiş bırakmışlar. Ne geride bıraktıklarımıza dönebiliyoruz ne de önünde durduğumuz eşiği atlamaya takatimiz var. Kalakaldık bir başımıza. Bu yalnızlığı daha da kötü kılan durum kendimizi anlama ve tanımlama yeteneğimizi yitirmiş olmamız. Ne dünü anlamlandırabiliyoruz ne de yarını. Hal-i pür-melalimizi anlatmaya kelimelerin gücü yetmiyor. Millet olma bilincimizde aşınmalar var. Millilik adına kuru böbürlenişlerimiz var kırık dökük. Tarih yaşadığımız halin yenilgilerinden kaçıp sığındığımız bir övünme yeri. Meziyetlerimizle övünüyoruz sadece. Kusurlarımız, eksiklerimizi görüp tamamlama şuurundan uzağız. Üstelik başımıza gelenlerden ders almayı da öğrenemedik. Tarih tekerrür edip duruyor. Aklı olan bir delikten iki kez ısırılmaz ya bizim ki kırkı geçmiştir gene de akıllanmaya dair bir emare görünmemektedir halimizde ve ahvalimizde. İbret alınmayışından mıdır tekerrür edişi bu makûs talihin yoksa birileri irademizi mi elimizden almıştır orası müphem. Öykü meşhurdur:

        "Kervancının biri hep aynı geçitte soyuluyormuş. Her defasında yolunu kesen haramiler neyi var neyi yoksa alıyorlarmış elinden. Bir gün akıl vermişler kervancıya. "Yazık değil mi emeklerine? Hep böyle soyulacak mısın? Bir muhafız tutsana." Muhafız tutma fikri kervancının aklına yatmış.  Aramış, taramış ve sonunda dostlarının da aracılığıyla bir muhafız bulmuş. İri yarı, pehlivan yapılı, güçlü kuvvetli, bileği gibi yüreği de sağlam bir yiğit. Yola çıkmış kervan. Varmışlar panayıra. Alacaklarını almışlar, satacaklarını satmışlar. Yükte hafif pahada ağır denkleri yüklemişler develere ve dönüş başlamış. Derken, sözü uzatmayalım, aynı geçide gelmişler. Gene aynı haramiler kesmişler yolu. İndirmişler denkleri. İyice tartaklayıp elini kolunu bağlamışlar kervancının. Soygunu bitirmek üzereyken haramilerin başı sırtını kayalara yaslayıp boş gözlerle kendilerini seyreden adamı fark etmiş: "Sen de kimsin be adam?" "Ben bu kervanın muhafızıyım", diye cevap vermiş bizimki. "Sen ne biçim muhafızsın be adam? Kervanın yolunu kestik, denkleri indirdik, kervancıyı dövüp bağladık sen oturmuş keyif çatıyorsun." Bizimkisi hiç istifini bozmadan cevap vermiş: "Daha benim hırsım kabarmadı." Harami başı dizmiş kırk eşkıyasını sıraya. Sırayla tokatlatmış muhafızı. Bir iki üç... otuz yedi, otuz sekiz, otuz dokuz derken kırkıncı tokatta yerinden doğrulmuş bizimki. Kabaran hırsını Köroğlu avazından bir narayla yankılandırmış dağlarda. Sonra sıvamış kollarını sille tokat kırkını birden katmış önüne. Koşup kurtarmış kervancıyı. Denkleri yeniden develere yükleyip yola koyulmuşlar. Geçidi aştıktan sonra kervancı muhafızı yanına çağırmış: "Seni kovuyorum", demiş. "Ama sebep ne?" demiş muhafız. "Kurtardım ya sizi." Kervancının gözleri boşluğu okşarken sesi kırk birinci tokat olup inmiş muhafızın suratına: "İyi de be adam, ben nerden bulayım her zaman kırk haramiyi de otuz dokuzu senin hırsını kabartsın da sen de beni kurtar."

        Evet, bizi eşkıyalar soymakta ve kendilerinden kurtulmamız gereken "kurtarıcılar" kurtuluşumuzu yanlış seçeneklerde aratmaktadırlar. Öyküdeki gibi hırsımızın kabarması ve aklımızın başımıza gelmesi için kırkıncı tokat mı gerekir, orası ehline malum. Evet, biz büyük milletiz. Tarihin gördüğü en büyük millet hem de. Biz, tarihin omurgasıyız. Hakkın hakikatin koruyucusu kollayıcısı olmuşuz asırlarca. Kahramanlığımız dostta da düşmana da ayan. Hoşgörülüyüz, misafirperveriz, teşkilatçıyız... Daha nice güzel haslet mirasımızdır anamızın ak sütü gibi. Ama bunca büyük mirasın yanı sıra kötü hasletler de devralmışız geçmişimizden. Mesela biz şifahi kültürün toplumuyuz. Kitapla ve kalemle aramız hiç iyi olmamış. Bu gün de aynı hastalıkla malulüz. En kötüsü biz dünyanın en "şıpsevdi" milletiyiz aslında. Savaş meydanında yendiğimiz nice düşmanın bile diline, kültürüne öykünmüşüz asırlarca. Bilge Kağan'ın Orhun kitabelerinde yakındığı bu huyumuz yüzünden asırlarca "beylik oğullarımız köle" "hanımlık kızlarımız cariye" olmuş. Çünkü düşmanın tatlı sözüne ve gülüşüne, güzel ambalajlanmış tuzaklı hediyelerine kanmışız her dönem. Yanılgılarımızdan dersler almayı becerememişiz. Hele Anadolu yaylasına gelip "cihana hâkim olma" ülkümüzü kutsal kitabın "nizam-ı âlem" düsturuyla birleştirdiğimiz gün omzumuza aldığımız sorumlulukların gereğini yapmakta eksik kalışımız en büyük ayıbımız olarak duruyor şimdiki zamanın puslu aynasında. Biz ki Hicaz'ın ve Mekke'nin ve Medine'nin ve Kudüs'ün ve Şam'ın ve Halep'in ve Bağdat'ın ve Anadolu'nun ve Rumeli'nin ve yedi iklim dört köşenin hâkimiydik. Yetimin hakkı, mazlumun ahı, yolun töresi, sözün edebi bizden sorulurdu. Sonra bir kurt düştü içimize. Babalığımızı hiçe saydı asi evlatlarımız. Olsundu. Evlat asi olurdu ama babaya dirayet gerekirdi. İşte o dirayeti gösteremedik. Dağıldı kervanımız. Yemen'e giden canlar gelmediği gibi Yemen de ırak düştü yüreğimize. Ardından Fas'ımız, Tunus'umuz, Cezayir'imiz, Mısır'ımız, Kudüs'ümüz, Hicaz'ımız ve derken Irak'ımız gitti elimizden. Uzuvlarımızı koparıp aldılar bir bir. Düşmanın gücü değildi bizi bu hale koyan. Bizim düşmana başka manalar yüklememizdi. Kendimize ve değerlerimize sırtımızı dönüşümüzdü.

        Utanç yüklü yenilgilerimiz oldu. Cephede kazanıp masada kaybettiklerimiz de cabası. Elimizden çıkan yurtlara küçücük devletler kurdurdu adına medeniyet dediğimiz "tek dişi kalmış canavar." Oysa biz dili dilimize, dini dinimize uyanı kendimizden bilirdik ve vermezdik yabana. Gene vermezdik ya yalanlar girdi aramıza. Yılanlar girdi. Kafasını ve yüreğini garbın kirli çeşmelerinde doldurmuş adamlar bizi böldüler renk renk, boy boy. Ve bir uzvumuz kesilirken diğerini kurtardığımızı sanarak baktık olup bitene. Sağ elimiz sol elimizi seyretti kesilirken, sıranın kendisine geleceğini düşünmeden. Şimdi can çekişiyoruz arz üzerinde. Haritamız kan içinde. Değerlerimiz bühtan altında. Yüreklerimize yaban iklimlerden esintiler girmiş. İmanımız yara almış üz yerinden. Neden bu haldeyiz diye soruyoruz birbirimize. Nerde, neyi yanlış yaptık acaba diyerek cevaplar arıyoruz. Oysa elimizden kitabımızı almışlardı, medeniyetimizin tanımlarını yıkmışlardı, kültürümüzün kabullerini hırpalamıştı içimizdeki ve dışımızdaki beyinsizler.
Oyu Puanı: 26 - Ortalama: 3

Yorum Gönder Değerlendir Yazdır
Yorumlar

Bilgiler
Burda 2491 Köşe Yazısı Kayıtlı
Enfazla Bakılan: TARİMİZDEKİ KAHRAMAN KADINLAR...
Enfazla Değerlendirilen: TEKNOLOJİ VE İNSAN

Köşe Yazıları Bölgesini Gezen: 11 (0 Kayıtlı Üye 11 Ziyaretçi ve 0 Bilinmeyen Üye)
Görünen üyeler: 0


 


MKPortal M1.1.1 ©2003-2006 mkportal.it
Bu safya 1.41896 saniyede 15 sorguyla oluşturuldu