Son mesaj - Gönderen: Recep Ergin - Salı, 01 Kasım 2011 23:40
Sitemizin yeni hali www.gumushane.gen.tr/v2 adresinde test edilmektedir. Lütfen belirli aralıklarla ziyaret ederek, yaşadığınız aksaklıkları ve önerilerinizi admin@gumushane.gen.tr adresinden veya buradaki formdan bize bildirin.
Köşe Yazıları Bölgesi

Köşe Yazıları->Zülfikar Yapar KALELİ->BİN DİNAR BORÇ [ Arama ]

BİN DİNAR BORÇ
Başlık BİN DİNAR BORÇ
Açıklama -
Siteye Ekleyen AdamGibi
BİN DİNAR BORÇ

        Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: 'Resûlullah Beni İsrail'den bin dinar borç para isteyen bir kimseden bahsetti. Beni İsrail'den borç talep ettiği kimse: 'Bana şahitlerini getir, onların huzurunda vereyim, şahit olsunlar! ' dedi. İsteyen ise: 'Şahit olarak Allah yeter! ' dedi. Öbürü: 'Öyleyse buna kefil getir' dedi. Berikisi 'Kefil olarak Allah yeter' dedi. Öbürü: 'Doğru söyledin! ' dedi ve belli bir vade ile parayı ona verdi. Adam deniz yolculuğuna çıktı ve ihtiyacını gördü.

        Sonra borcunu vadesi içinde ödemek maksadıyla geri dönmek üzere bir gemi aradı, ama bulamadı. Bunun üzerine bir odun parçası alıp içini oydu. Bin dinarı sahibine hitabeden bir mektupla birlikte oyuğa yerleştirdi. Sonra oyuğun ağzını kapayıp düzledi. Sonra da denize getirip: 'Ey Allah'ım, biliyorsun ki, ben falanından bin dinar borç almıştım. Benden şahit istediğinde ben: 'Şahit olarak Allah yeter! ' demiştim. O da şahit olarak sana razı oldu. Benden kefil isteyince de: 'Kefil olarak Allah yeter! ' demiştim. O da kefil olarak sana razı olmuştu. Ben ise şimdi, bir gemi bulmak için gayret ettim, ama bulamadım. Şimdi onu sana emanet ediyorum! ' dedi ve odun parçasını denize attı. Odun denize gömüldü.

        Sonra oradan ayrılıp, kendini memleketine götürecek bir gemi aramaya başladı. Borç veren kimse de, parasını getirecek gemiyi beklemeye başladı. Gemi yoktu ama içinde parası bulanan odun parçasını buldu. Onu ailesine odun yapmak üzere aldı. Parçalayınca parayı ve mektubu buldu.

        Bir müddet sonra borç alan kimse geldi. Bin dinarla adama uğradı ve: 'Malını getirmek için aralıksız gemi aradım. Ancak beni getirenden daha önce gelen bir gemi bulamadım' dedi. Alacaklı: 'Sen bana bir şeyler göndermiş miydin? ' diye sordu. Öbürü: 'Ben sana, daha önce bir gemi bulamadığımı söyledim' dedi. Alacaklı: 'Allah, senin odun parçası içerisinde gönderdiğin parayı sana bedel ödedi. Bin dinarına kavuşmuş olarak dön' dedi.


MARAGOZ'UN BAYRAMI

        Yılların marangozuydu. Saçlarını o küçük atölyesinde ağartmıştı. Eskisi kadar işi yoktu artık. Fabrika mamulü eşyalar piyasaya çıkalı. El işi özel imalat meraklıları dışında kimse gelmiyordu dükkânına. Birer sanat eseri olan masalar, sehpalar, kitaplıklar yapar, geçimini bununla sağlardı. En iyi tahtaları kullanır, görülmedik bir özenle çalışırdı. 

            Tahta mı gerekiyor, keresteciye mutlaka kendisi gider; ceviz, gürgen, çam cinsinden en iyi tahtaları bizzat seçip alırdı. Üzerlerinden en az bir yıl geçmedikçe de bu tahtaları kullanmazdı. Bu yüzden de yaptığı eserlerinde en küçük bir ayrılma, eğilme, bükülme olmazdı. "Demir çivi eşyanın ömrünü kısaltır" der çiviyi pek kullanmazdı. 

            İşinde gayet titizdi. Az konuşur, sorulan sorulara kısa cevaplar verir, ücret konusunda hiç pazarlık etmezdi. Tanıyanlar bilirlerdi onun huyunu, tanımayan müşteri gelir de fiyata itiraz ederse, sözü uzatmaz, "Ben hakkımdan fazlasını istemem" der, pahalı geliyorsa başka bir marangoza gitmesini söylerdi. Sinirliydi biraz, bu huyunu bilir, kimseyle tartışmamaya çalışırdı.

            Sabah namazından beri çalışıyordu. Bir hayli yorulmuştu. Sipariş edilen bir masayı daha bitirdikten sonra, "Bugünlük bu kadar yeter" deyip oturdu. Kurban bayramına üç gün kalmıştı, kurbanlık alması gerekiyordu. "Bir bardak çay içeyim de ondan sonra giderim" dedi. Kendi kendine konuşurdu yalnız zamanlarında. Emektar aletleriyle sohbet ederdi bazen. Bunlar onun organları gibiydi. 

            İki dükkân ötedeki çay ocağına gitti, selam verip bir sandalyeye oturdu. Onun her zaman "orta açık çay" içtiğini bilen garson, sormaya bile lüzum görmeden getirdi çayını. Şekeri karıştırırken, kendisi gibi emektar ustalardan biri olan arkadaşı kapıda belirdi. Sonra da gelip yanına oturdu. Tornacıydı adam. Son zamanlarda iyice yaşlanmış, işini göremez olmuştu. Dalgındı, hüzünlüydü.

            Söz kurbandan açıldı, konuştular bir iki satır.
        "Biraz sonra gidip kurbanlık alacağım" dedi marangoz.
        Tornacı dalgın gözlerle marangozun yüzüne bakıyordu. Söyleneni işitiyor ama anlamıyordu. Marangoz farkına vardı. "Canın sıkkın" dedi.
        "Evet."
        "Sebep? "
        "Bir öğrenci var. Üniversitede okuyor."
        "Ne var bunda? "
        "Önüm sıra yürürken birden yere yıkıldı çocuk."
        "Niye? "
        "Kaldırdım hemen. Sebebini sordum. Önce söylemek istemedi. Israr ettim. Açlıktan başı dönmüş."
        "Kimi kimsesi yok mu peki? "
        "Gurbet hali, bilirsin. Arkadaşları var gerçi. Bizim binanın bodrum katında kirada oturuyorlar. Hepsi memleketlerine gitmişler."
        "Bu niye gitmemiş? "
        "Gidememiş. Para beklemiş ama gelmemiş parası. Ailesi fakirmiş anlaşılan, gönderememişler. Cebindeki üç beş kuruş da bitince aç kalmış. Kimselere söyleyememiş derdini."
        Marangoz şakaklarını ovdu bir süre. İri bir eli, nasırlı parmakları vardı. Âdetiydi, canı sıkıldı mı iyice bastırarak alnını, şakaklarını, göz çukurlarını ovardı. Tornacıyı ilk kez görüyormuş gibi bakarak sordu: "Sen ne yaptın peki? "
        "Ne yapacağım" dedi Tornacı, "aldım eve götürdüm. Allah ne verdiyse beraber yedik. Lakin fazlasını yapamadım. Benim de meteliksiz zamanıma rast geldi. Kalktım buraya geldim, belki bir iş çıkar diye."
        "Çıktı mı peki? "
        Tornacı "Nerde o eski günler! " dercesine elini sallayıp sustu. Önüne konan çayı karıştırmaya başladı. Şeker atmayı unutmuştu.
        Marangoz da susuyordu. Bir yanda evde kurban bekleyen hanımı vardı, öte yanda parasızlıktan yere yıkılan bir garip öğrenci. Elini cebine attı, bütün parasını çıkarıp tornacıya uzattı:
        "Götür ver! " dedi, "Söyle ona, memleketine gitsin."
        Tornacı hayretle baktı:
        "Hepsini mi? "
        "Hepsini."
        "Kurban alacaktın hani? "
        "Allah kerim! " dedi Marangoz, başka da bir şey söylemedi.
        Uzunca sustular. Tornacı parayı cebine koyup gitti. Marangoz da atölyeyi kapatıp evin yolunu tuttu. Yürüyerek gitmek zorundaydı, son parasını da çaycıya vermişti çünkü.
        Evde, "Kurbanlık almadın mı Bey? " diyen hanımına da Tornacıya verdiği cevabı verdi: "Allah kerim! "
        Kadın başka soru sormadı. Tanırdı kocasını. Sessizce sofra hazırlamaya başladı.
        İkinci gün tekrar atölyesine gitti Marangoz. İş elbisesini giyip tezgâhının başına geçti. Çam ve tutkal kokuyordu atölye. Yıllardır bu kokuyla yaşamıştı. Bu koku elbisesine de siner, her nereye gitse onunla gelirdi. Eline planyayı aldı, işe başlayacaktı ki kapıda bir adam belirdi:
        "Merhaba usta! "
        "Merhaba! "
        Adam eşikte duruyordu, arkası güneşe dönük olduğu için yüzü iyi seçilmiyordu. Marangoz tanıyamamıştı. Adam anladı durumu, bir iki adımda içeriye girdi.
        "Beni tanıyamadın galiba."
        "Evet."
        "Üç ay kadar önce sana bir iş yaptırmıştım. Çalışma odam için masa, sehpa, kitaplık falan... Paranın bir kısmını vermiş bir kısmını sonraya bırakmıştım. Şimdi hatırladın mı? "
        "Hatırlar gibi oldum. Gebzeliydin galiba."
        "Evet... Ya usta, kusura bakma, parayı geciktirdim. Bir türlü yolum düşmedi buralara. Sen de arayıp sormadın."
        Cebinden bir deste para çıkartıp uzattı Marangoza: "Buyur. Bayram yaklaştı, lazım olur. Hakkını helal et." Marangoz parayı alıp tezgâhın üstüne koydu."Buyur bir çay iç" dedi.
        "Sağ ol usta, başka zaman. Arabayı çalışır vaziyette bıraktım. Bana müsaade."
        Ustanın elini sıkıp gitti adam.
        Marangoz parayı saydı.
        Kurban bayramı için ayırıp da sonra Tornacıya verdiği paranın tam iki katıydı!
        En küçük bir hayret ifadesi belirmedi yüzünde. Hafifçe gülümsedi ve "Allah kerim! " dedi.

Yaşanmış Bir olay

        
Ermeni gazeteci Hrant Dink öldürüldüğünde pankartlar taşındı "Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Dinkiz" diye. Elbette bir kimsenin öldürülmesi tasvip edilecek bir durum değildir. Allah'ın verdiği canı Allah almalıdır. Ben buna inananlardanım. Bu olayda feveran eden hiç kimse Ermeninin daha çok yakın tarihte Azeriye yaptığı zulmü aklına bile getirmedi veya bilmiyordu. Bu olayın bu kadar yayılıp yırtılması Azeri kardeşlerimizi oldukça rahatsız etmiş olmalı ki, bir dostumuz bize aşağıda okuyacağınız yazıyı gönderdi. Dikkatlerinize sunuyorum.

         "Tarih; 26 Şubat 1992 Yer; Azerbaycan, Hocalı. .Karnı burnunda çaresiz bir Azeri kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. Çaresiz kadın bir hazan yaprağı gibi titriyordu. Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı... Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK-47 model Rus yapımı otomatik tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken, diğeri elindeki demir parayı havaya attı:
        -Akçik, manç? (Kız mı, oğlan mı?)
        -Akçik. (Kız)
        Bu cevap üzerine ‘oğlan' diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı. Kan bürülü gözleri bebeğin kasıklarına kilitlendi.
        -Tun şahetsar, ınger. (Sen kazandın, yoldaş)
        -Yes şahetsapayts ays bubrikı inç bes bidigişdana... (Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek?)
        -Mayrigı bedge gişdatsine. (Annesi besleyecek elbette)
        Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırdı:
        -Mayrig yerahayin zizdur. (Çocuğa meme ver)
         Aynı dakikalarda Hocalı'nın başka bir semtinde tek kale futbol maçı hazırlığı vardı. İki kesik Azeri kadın başını kale direği yapmışlar, top arayışına girmişlerdi. Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde ise Ermeni çeteci sevinçle bağırdı:
        -Asixn ma/, çimi yev bızdıge, aveg gındırnadabidi. Gıdıresek. (Bu hem saçsız hem de küçük, iyi yuvarlanır. Kopartın...)
        Aynı anda çocuğun gövdesi bir tarafa, başı da orta yere düşmüştü... Ermeniler zafer naraları atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk başına vurarak kanlı bir kaleye gol atmaya çalışıyordu.
         Bu iki olay Hocalı'da bundan çok değil yalnızca 14 yıl önce yaşandı. Her iki olay da ermeni çetecilerin katliamlarına bizzat şahit olan görgü tanıklarının anlatımlarıdır. Ne yazık ki 26 Şubat 1992 günü binlerce Azeri türlü yöntemlerle vahşice katledilmiştir.
         Ajanslar, katliam haberini bütün dünyaya hızla geçerken, arşı titreten ağır bir vahşet yaşanan Hocalı halkından geri kalanlar ise çaresizlik içinde kıvranıyordu. Türkiye'de büyük bir dehşet uyandıran katliama ilişkin ilk görüntüler ise TRT aracılığı ile duyurulmuştu. Bütün olanları batılı gazeteciler, özellikle de New York Times belgeledi.
         26 Şubat'ta güçlü silahlarla donatılmış Ermenistan silahlı kuvvetleri ile Hankendi'nde konuşlanmış bulunan Albay Zarvigarov komutasındaki 366'ncı Rus Motorize Alayı, Hocalı'ya saldırarak tarihin en vahşî katliamlarından birini yaptılar.
        26 Şubat gecesi Rus motorize alayının tanklarından açılan top ve roket saldırıları ile Hocalı Havaalanı kullanılamaz hâle getirilerek kentin dış dünya ile ilişkisi de tamamen kesildi. Savunmasız kalan kente giren Rus destekli Ermeni askerleri, çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok insanımızı vahşîce katlettiler.
        Ermenilerin işgal ettikleri Hocalı'da dehşet verici olaylar yaşandı. Canlı canlı insanların kafa derilerini yüzdüler, sağ olarak ele geçirdiklerini ise sistematik bir işkenceye ve tıbbî deneylere tâbi tutarak, insanlık dışı muamelelere maruz bıraktılar. Hızar ve testereler ile diri diri insanların kol ve bacaklarını kestiler. Genç kızların önce saçlarını, sonra da kafa derilerini yüzdüler. Babanın gözü önünde evladını, evladın gözü önünde babayı kurşunlara dizdiler. Kesik kafaları sepetlere doldurdular.
         Peki, neydi bu düşmanlık? Ermenistan'daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye'nin 12 ili yer almaktayken, Ermenistan'ın bayrağında Türkiye hudutları içindeki Ağrı Dağı'nın resmi varken, Ermenistan Millî Marşı'nda "Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün" denmekteyken, başkaca bir neden aramaya zaten gerek yok sanırım.
        Dağlık Karabağ Bölgesi'nde bulunan Hocalı'ya, eski Sovyet İttifakı Silahlı Kuvvetleri'ne ait 366. Alay'ın desteği ile Ermeni Silahlı Kuvvetleri tarafından düzenlenen saldırılar sonucu 613 Azerbaycan Türk'ünün hayatını kaybettiği resmî olarak açıklandı. Ancak kayıp sayısının bu rakamların çok çok üstünde olduğu bilinmektedir. 56 hamile kadın karnı yarılmış durumda bulunmuştur.
        Bu alçak saldırıda 487 kişi ağır yaralanırken, 1275 kişi ise rehin alınmış, geri kalan nüfus da bin bir zorlukla canını kurtarmış ancak bu olayın tahribatından ruhları ve hafızaları asla bir daha kurtulamamıştır.
        Şahitlerin anlattıklarını dinleyenler önce kulaklarına inanamadı. Fakat katliam sonrası Hocalı'ya girdiklerinde ise, görgü tanıklarının abartmadığını kısa sürede anladılar. Hocalı'da katliam bölgesini gezen Fransız gazeteci Jean-Yves Junet'nin gördükleri karşısında söyledikleri, katliamın boyutunu da anlatıyordu: "Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim, ama Hocalı'daki gibi bir vahşete umarım kimse tanık olmaz"
         Peki 26 Şubat 1992 günü yaşanan bu katliamın emrini kim vermişti; Ermenistan Devlet Başkanı sıfatını taşıyan Robert Koçaryan denilen kirli katilden başkası değildi. Yaptığı terör faaliyetlerinin oranı nispetinde terfi eden Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, 20 Mart 1996'da Ermenistan Başbakanı oldu. Karadağ'da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisine daha fazla direnemeyen Levon Ter Petrosyan istifa edince de 30 Mart 1998 yılında ondan boşalan Devlet Başkanlığı koltuğuna, ‘Hocalı Katliamı' baş sorumlusu olan azılı terörist Robert Koçaryan oturdu.
         Anadolu'nun güvercini, birçok Türk'ten daha vatansever olduğuna inandığım Hırant Dink'e Allah rahmet eylesin. Ama "Ben Ermeni değilim"


ATATÜRK VE TÜRK MİLLETİ

        
Şu son birkaç yıldır umudumuzu o kadar yitirdik ki artık geleceğimize dair kaygıların çokluğu uykularımızı kaçırır olmuştur. Memleketin dâhilinde ve yakın komşularımızda meydana gelen olaylar, bizi karamsan olmaya sevk etmiştir. Memleketimizin en buhranlı zamanında dahi bu kadar karamsar olmamıştı bu millet. Şimdi Mustafa Kemal'e kulak verelim. Bakalım dün, bugün ve yarınlarımız için nasıl bir tablo çizmiş.
         'Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir. Türk milletinin tarihi bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni âlem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır'
        'Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.'
        'Türk'ün haysiyeti, onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.'
        'Türk milleti güzel her şeyi her medeni şeyi, her yüksek şeyi sever, takdir eder. Fakat muhakkaktır ki, her şeyin üstünde takdir ettiği bir şey varsa o da kahramanlıktır.'
        'Bizim milletimiz, vatanı için, hürriyeti ve egemenliği için fedakâr bir halktır.'
        'Türk esirlik kabul etmeyen bir millettir.'
        'Bizim başka milletlerden hiç bir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, Yüksek amaçlar uğrunda ölmesini biliriz.'
        'Büyük şeyleri büyük milletler yapar.'
        'Türk milletinin son yıllarda gösterdiği harikaların yaptığı siyasi ve sosyal inkılâpların gerçek sahibi kendisidir. Milletimizde bu kabiliyet ve tekâmül var olmasaydı, onu yaratmaya hiçbir kuvvet ve kudret yeterli olamazdı.'
        'Bu millet kılı kıpırdamadan dava uğruna canını vermeye razı olmasaydı ben hiç bir şey yapamazdım.'
        'Giriştiğimiz büyük işlerde, milletimizin yüksek kabiliyet ve yüksek sağduyusu başlıca rehberimiz ve başarı kaynağımız olmuştur.'
        'Türk kuvvet ve zekâsının yenmediği ve yenemeyeceği güçlük yoktur.'
        'Bizim milletimiz derin bir maziye maliktir... Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.'
        'Benim hayatta yegane fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir.'
        'Bu memleket tarihte Türk'tü, halde Türk'tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.'
        'Türklük esastır. Bu mevcudiyeti tarih içinde araştırmak, birbirini izleyen bir tarih zinciri içinde tespit edilecek Türk medeniyeti ile övünmek yerinde olur. Fakat, bu övünmeye layık olmak için bugün çalışmak lazımdır.'
        'Gerektiğinde vatan için bir tek fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet elbette büyük bir geleceğe layık ve aday olan bir millettir.'
        'Bir milletin başarısı, mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette oluşmasıyla mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak, ayni esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim.'
        'Eskiden dinler, bilimler, sanatlar, bütün bilgelikler ve şiirler, bir merkezden ışığın dağılması gibi doğudan batının karanlık bölgelerine doğru yayılırdı.'
    'Bizim halkımız, menfaatleri birbirinden ayrılır sınıflar halinde değil tam aksine varlıkları ve çalışmalarının sonuçları birbirine gerekli olan sınıflardan ibarettir. Bu dakikada dinleyicilerim çiftçilerdir, sanatkârlardır, tüccarlardır ve isçilerdir. Bunların hangisi diğerinin muarızı olabilir? '
    'Çiftçinin sanatkâra, sanatkârın çiftçiye ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsinin birbirlerine ve işçiye muhtaç olduğunu kim inkâr edebilir? '
        'Bugün vardığımız barışın ebedi barış olacağına inanmak safilik olur. Bu o kadar önemli bir gerçektir ki, ondan bir an bile gaflet, milletin hayatını tehlikeye sokar. Şüphesiz, hukukumuza, şeref ve haysiyetimize saygı gösterildikçe, mukabil saygıda asla kusur etmeyeceğiz. Fakat ne çare ki, zayıf olanların hukukuna saygının noksan olduğunu veya hiç saygı gösterilmediğini çok acı tecrübelerle öğrendik. Onun için her türlü ihtimallerin gerektireceği hazırlıkları yapmakta, asla gecikmeyeceğiz.'
        'Biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği yapan bütün milletlere saygı duyar ve riayet ederiz.'
        'Türk milleti insanlık âleminin samimi bir ailesidir.'
        'Milletler gam ve keder bilmemelidir. Vaktiyle kitaplar karıştırdım. 'Dünyadaki geçici ömür esnasında neşe ve saadete yer bulunamaz' diyorlardı. Başka kitaplar okudum. Diyorlar ki 'Bari yaşadığımız müddetçe şen olalım'. Ben kendi karakterim itibariyle ikinci hayat görüşünü tercih ediyorum...'
        'Esas kıymeti kendine veren ve mensup olduğu millet ve memleketi ancak şahsiyeti ile ayakta gören adamlar milletlerinin mutluluğuna hizmet etmiş sayılmazlar. Kendisi gidince ilerleme ve hareket durur zannetmek bir gaflettir.'
        'Dünyada hiç bir milletin kadını, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez.'
        'Artık bugün demokrasi fikri daimi yükselen bir denizi andırmaktadır. 20.yüzyıl, birçok müstebit hükümetlerin bu denizde boğulduğunu görmüştür.'
        'Türkiye Cumhuriyetinin temeli, kahramanlığı ve Türk kültürüdür.'
        'Türk Milleti yeni bir iman ve kesin bir milli azim ile yeni bir devlet kurmuştur bu devletin dayandığı esaslar 'Tam Bağımsızlık' ve 'Kayıtsız Şartsız Milli Egemenlikten ibarettir. Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu Milli Egemenliktir. Milletin Kayıtsız Şartsız Egemenliğidir...'
        'Türk milletine doğru ve güzeli veriniz, anlatınız, muhakkak kucaklar.'
        'Biz daima hakikat arayan, onu bulunca ve bulduğuna kani olunca açıkça söylemekten kaçınmayan insanlar olmalıyız.'
        'Bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz.'
        Umarım hisseleşmişizdir.
Oyu Puanı: 27 - Ortalama: 5

Yorum Gönder Değerlendir Yazdır
Yorumlar
sabır
26 Şbt 2007
Benim yorumum yazıya değil yorum yazana. Tebrik ediyorum çok doğru bir tesbit. Ama merak ediyorum ATATÜRK'ün bu konudaki en bilindik ve en önemli sözü acaba yazıda özelliklemi belirtilmemiş yada unutulmuşmu acaba?? Hatırlatırız. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
hazan
26 Şbt 2007
Elinize sağlık. " NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE" ..!

Bilgiler
Burda 2491 Köşe Yazısı Kayıtlı
Enfazla Bakılan: TARİMİZDEKİ KAHRAMAN KADINLAR...
Enfazla Değerlendirilen: TEKNOLOJİ VE İNSAN

Köşe Yazıları Bölgesini Gezen: 25 (0 Kayıtlı Üye 25 Ziyaretçi ve 0 Bilinmeyen Üye)
Görünen üyeler: 0


 


MKPortal M1.1.1 ©2003-2006 mkportal.it
Bu safya 1.38103 saniyede 15 sorguyla oluşturuldu