Yazdırdığınız Makale: SAHABE'YE HAKARET ETMEK (?).


SAHABE'YE HAKARET ETMEK (?)

 
Günümüz İslam coğrafyasına dikkatle baktığımızda görürüz ki, bu coğrafyanın pek çok bölgesinde şiddet, kan ve gözyaşı hüküm sürmektedir. İslam kendini barış ve hoşgörü dini olarak tanımlamıştır. Oysa Müslümanlar, bırakın barış ve hoşgörüyü dünyaya hâkim kılmayı, kendi coğrafyaları kendi toplumlarında bile bunu başaramamışlardır.

Irak’ta öldürülen milyondan fazla masum insanın ekserisinin kanı, kendini Müslüman olarak tanımlayanlar tarafından akıtılmıştır. Zihinlerin “Afganistan ve Pakistan” gibi İslam ülkelerini “şiddet ve kan” kelimeleri ile algılıyor olmasının ardında da kendini Müslüman olarak gören ve sözde cihad ettiklerini iddia eden “vahşi ve terörist” anlayışlar vardır!. Misallerin sayısı ve çeşitliliğini artırmak mümkün. Ama misallerin konunun önüne geçmemesi için bu kadarı ile iktifa etmeliyiz.
 
Misaller üzerinden ifade etmek istediğimiz şudur; “insan sevgisi, barış ve hoşgörü üzerine inşa edilmiş ilahi bir dinin temsilcileri nasıl olur da birbirlerini öldürmeyi mubah, hatta cennete gitmenin vesilesi bilebilir?..”

İnsan havsalasını sarsan bu cehaleti doğru kavrayabilmek ve çözüm üretebilmek için tarihe gitmeliyiz. Çünkü günümüz de her ne kadar farklı İslami mektep, mezhep, meşrep ve anlayış varsa bunların kökü tarihtedir.

İslam tarihini doğru anlamadan, İslami mektep ve anlayışları doğru anlamak mümkün değildir! Doğru anlaşılmayan bir konu üzerinde yapılacak her türlü analiz ve üretilecek her çözüm doğal olarak hata içerikli olacaktır!.

İşte bu sebeple İslam tarihçi ve felsefecilerinin: “Günümüz İslam dünyasının her ne sorunu varsa bunun kökleri İslam’ın ilk asrındadır. Eğer bu sorunları çözmek istiyorsak, öncelikle müracaat etmemiz gereken yer de yine İslam’ın ilk asrıdır…” görüşü önemsememiz gereken ufuk açıcı bir anlayıştır.

İslam tarihinin analiz edilmesi, kavranması ise başlı başına büyük bir sorundur. Özellikle “ilk dönem İslam tarihi”ni eleştirel olarak ele alabilmek için aşılması gereken pek çok “kutsal engel” vardır!

İlk dönem İslam tarihi ile alakalı olarak şu anlayış neredeyse kutsallaşmıştır; “yaşanan vakıa, hakikatin kendisidir. Bunun dışında hakikat arama sapkınlıktır!..” Oysa biz biliyoruz ki, yüzyıllar boyunca kullandığı unvan “halife” olsa bile nice zalim sultanlar Müslümanlara vaziyet etmiş, onların kanlı ve kirli elleri İslam kaynaklarının üzerinde gezinmiştir!

İslam tarihini araştırmak, hakikati ile kavramak isteyeceklerin karşılaşacağı en büyük “kutsal engel” ise “Sahabe” kavramıdır. İslam tarihi ile alakalı eleştirel her yaklaşımı “Sahabe’ye hakaret” olarak ele alıp, farklı düşünceleri “aforoz etmek” için siperde bekleyen kocaman bir “yobaz cemaati” bulunmaktadır!

Sahabe, İslam tarihinin ilk neslidir. Dolayısıyla bizim bugün savunacağımız ya da reddedeceğimiz her anlayış ve düşüncenin tohumları onlar tarafından atılmıştır. Sahabe’yi doğru kavramamız, İslam düşüncesini doğru kavrayabilmenin kapılarını bize açacaktır.

Bugün “Sahabe” kavramı ile her anlayış, düşünce ve hareketleri ile örtüşen “altın bir nesil” tanımlanmakta. Oysa Sahabe hiçbir zaman bir blok halinde hareket etmemiştir. Hz. Peygamber’in vefat ettiği günden itibaren farklı anlayış ve hareketlere bölünmüşlerdir. Tartışmışlar, karşı hareketlere girişmişler, mücadele etmiş ve savaşmışlardır!.. Yaptıkları savaşlarda on binler ölmüşlerdir!..
Onlar birbirlerine karşı böyle iken bugün hakikati öğrenmek isteyen kişilerin önüne: “Onlar kılıçlarını birbirlerinin kanına buladılar, biz dilimizi bu kana bulamayalım!..” şeklinde akıl mantıktan yoksun bir kutsal engel dikilmekte!

Eleştirel olarak araştırmak, anlamaya olayları çözümlemeye çalışmak sahabeye hakaret olmadığı gibi bilakis erdemli bir davranıştır. Eğer “sahabe” kavramı (bugünkü anlamda) kutsallık içeriyorsa bunu en iyi bilecek olanda yine bizzat sahabelerdi. Oysa biz dakik bir şekilde onların hayatlarını incelediğimizde görürüz ki, onlar birbirlerine karşı olan hal ve hareketlerinde (bizim onlara verdiğimiz) kutsallığı dikkate alır bir tavır görmüyoruz!

Sahabe’nin kendinde görmediği kutsallığı onlara atfetmek; ancak yollarımızı tıkar, akılları dumura uğratır, basiretlerimizi köreltir ve cehaletin hükümetini güçlendirir!..