Yazdırdığınız Makale: KİMLİK DAYATMASI.


KİMLİK DAYATMASI

 
        Kimlik ve kültür iki ucube kavram. Ucubelikleri tanımsızlıklarından kaynaklanıyor. Tanımsızlıktan daha çok belirsizlik. Her iki kavramın da içi boş. Herkes kendi bakış açısına, kendi niyetine göre anlamlandırıyor bu kavramları. İşin belki de en zor ve en sevimsiz tarafı kültür ve kimlik problemlerine ideolojik saplantılarla bakılmasıdır.

        En basit tanımıyla kimlik toplumun kişiye kazandırdığı kültürel görünümün adıdır. Bu da demektir ki kimlik kişinin kendisini ne olarak algıladığından daha çok, ne olarak görüldüğüyle alakalıdır. Bir fert kendisini algılayışı itibariyle pek çok kimlik adlandırılmasıyla karşı karşıya kalabilir. Bu ferdi kimlik adlandırmaları bir aileye mensubiyetten başlayıp, cinsiyete, mesleğe, kuruma, siyasi yönelişe, folklorik farklılığa, mezhep ve meşrep şuuruna, mensubu bulunduğu boya, tercih ettiği dine kadar değişkenlik arz edebilir. Birbirinden ayrı iki kavramla karşı karşıya kalmış gibi gözüksek de aslında her kültür bir kimliktir. Kültürün fertlere kazandırdığı birikim, duyuş tarzı, kabuller ve tavırlar o ferdin kimliğini oluşturur.

        Bugün Türkiye'de kimlik konusunda sokaktaki insandan devletin zirvesindekilere kadar bütün insanlarımızın kafası karışıktır. Bireysel kimlikler, grup kimlikleri ve milli kimlik kavramları arasında bir sınır çizmenin zorluğudur bu kafa karışıklığının sebebi. Siyasi mensubiyetler, bölgesel farklılıklar, boy adları, etnik adlandırmalar, mezhep ve meşrep yönelişleri birer milli kimlik gibi algılanmaktadır. Bu nedenledir ki sosyal yapımızın mozaik kelimesiyle ifadesi tepeden tırnağa bir aldanışı simgeler hale gelmiştir.

        Türk aydınlarının üzerinde en çok konuştukları kavram kültürdür. Ancak ülkemizdeki kavram kargaşası kültür kavramını da tanımsızlığa mahkûm etmiştir. Son yıllarda-biraz da ideolojik saplantılarla- bu belirsizliğe kimlik tartışmaları da eklenince mesele kargaşadan çıkmış bir anarşiye dönüşmüştür. 

        Tasvirci tanımlamaya göre kültür, bir toplumun sosyal alışkanlıklarının toplamı, toplumun alışkanlıklarından etkilenen fertlerin tepkileri, bu alışkanlıkların yönlendirdiği insan etkinliklerinin ürünleridir. Tarihsel tanımlamaya göre kültür, sosyal bir mirastır. Belirli bir tarihi süreç içerisinde nesilden nesile aktarılarak biriktirilen maddi ve manevi mirasın adıdır. Kuralcı tanımlamaya göre kültür, sosyal hayatı şekillendiren kurallar ve bu kuralların hayata geçirilişinden doğan sonuçlardır. Psikolojik tanımlamaya göre kültür, sosyal hayata uyum sağlama, öğrenme ve alışkanlıklardır. Yapısal tanımlamaya göre kültür, bir grubun bütün üyeleri tarafından paylaşılan gizli ve kapalı yaşam biçimlerinin sonucunda oluşan sistemdir. Genetik tanımlamaya göre kültür, geçmişteki davranış biçimlerinin geleceğe aktarılabilen birikimlerinin oluşturduğu sonuçtur.

        Bütün bu tanımların her biri gerçeğin sadece bir yüzünü gösteriyor. Daha genel bir algılayış kolaylığı için bütün bu bakış açılarını bir araya getirirsek aşağıdaki tanıma ulaşmamız mümkün olabilecektir.

        Kültür, bir milletin uzun bir tarihi tecrübe ile tabiattan ayrı olarak geliştirebildiği kendine uygun sosyal, ekonomik, moral ve politik çevre, insan topluluklarının yüzyıllarca devam eden ortak yaşayışından doğan maddi ve manevi değerlerin, birikimlerin ve davranış tarzlarının toplamıdır. Kültür, eşyayı kullanma ve ona hâkim olma tarzımız, tabiatı yaşanabilir kılma çabamızdır. Kültür insanın tabiatla giriştiği mücadeleden elde ettiği kazanımların bütünü, insanın tabiata ilave ettiği değerlerin yekûnudur.    

        Milletlerin birbirlerinden habersiz, birbirlerinden kopuk, tamamen kendi kabukları içine çekilmiş olarak yaşamadıkları gerçeği sosyal bilimlerin tartışılmaz olgularından biridir. Toplumsal ihtiyaçlar ve dünyadaki milletler mücadelesinin oluşturduğu zaruretler milletleri siyasi, askeri, diplomatik ve ticari alanlarda birbirleri ile karşılıklı ilişkiler kurmaya yöneltmiştir. Bu ilişkiler neticesinde kültürler milletlerin hayatlarına tesir eden çeşitli sebeplerden etkilenerek değişime uğrarlar. Ancak unutulmamalıdır ki bu değişim kültürün özünü değil de unsurlarını etkiler.

        Kültürün değişmesi siyasi, askeri, dini, coğrafi ve teknolojik tesirlerin biri ya da birkaçı ile oluşur. Öyle ki bu tarihi ve sosyal şartlar altında milletler bir medeniyet alanından başka bir medeniyet alanına da geçebilirler. Bizim Eski Türk Medeniyetinden İslam medeniyetine oradan da Batı medeniyetine yönelişimiz gibi. Kültür değişmeleri iki türlüdür:

        1-Serbest Kültür Değişmeleri: Serbest kültür değişmeleri kültürlerin birbirleriyle temasıyla oluşur. Siyasi, askeri, dini ya da coğrafi nedenlerle birbirlerine yakınlaşan milletler birbirlerinin kültürel değerlerinden etkilenirler. Aralarında kültür unsurları alışverişi başlar. Bu değişim zorlayıcı değildir. Milletin o değerleri beğenmesi, özümsemesi ve sahiplenmesiyle gerçekleşir.

        2-Mecburi Kültür Değişmeleri: Bir milletin kendi kültürel değerlerini siyasi, askeri, ekonomik ve teknolojik dayatmalarla başka bir millete taşımasıdır. Buna Kültür Emperyalizmi de denir. Zorlamaya dayalı bu değişimler millet hayatında sonu kestirilemeyen sarsıntıları başlatır.

        Anadolu coğrafyası üzerindeki tarihi serüvenimizin son üç yüz yıllık süreci serbest ya da zorunlu kültür değişmelerinin çok hızlı seyrettiği dönemdir. Değişmenin hızı ve yönü toplumsal yapımızı çeşitli sıkıntılara sokmuştur. Bu sıkıntılardan en önemlisi de kimlik meseleleridir. Üniter devlet yapımızı, kültürel kimliğimizi, milli ve dini kabullerimizi batılı kavramların süzgecinden geçirmeyi maharet bellemişiz. Yani kendimize hep dışarıdan bakmışız. Oysaki kendimize dışarıdan baktığımız yetişir, artık içeriden bakma zamanıdır.

        Bir yazının kapsamına sığdırılması zor hatta imkânsız olan kültür ve kimlik kavramlarını bu sütunda çokça tartışacağız. Bu tartışmaların yoğunlaşacağı ana nokta ise AB müzakereleriyle Batı'yla bütünleşmeye mecbur edilişimizdir.  Müzakerelere başlama şartı karşılığında verdiğimiz sözler kendi kültür ve kimliğimizle hesaplaşmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Meselenin siyasi yanlarını bir tarafa koysak bile kültürel kimliğimiz açısından var olan kafa karışıklığımızın kendimizi inkâra dönüşmesi mevcut bakış açısıyla kaçınılmaz gözükmektedir.

        Doğulu olmaktan tam anlamıyla vazgeçmemiz istenecektir bizden. Kurban kesişimize, oruç tutuşumuza, beslenme alışkanlıklarımıza varıncaya kadar birçok alanda müdahaleler kaçınılmazdır. Yazarı, çizeri, yöneticiyle ülkeyi yönlendiren zihniyetin isteriye dönüşen AB'ye üyelik sevdası toplumsal direnci etkisiz kılacak gibi gözükmektedir. Tanzimat'ta içine düştüğümüz teslimiyetçi yönelişin en onursuz dönemecinden geçiyoruz. Yazık ki bu dönemece taraf olanlar milli şuurdan, karşı çıkanlar bilgiden yoksunlar.