AHMED ZİYAÜDDİN GÜMÜŞHÂNEVÎ

Mümtaz bir şahsiyet, meşhur bir İslâm alimi, gerçek bir âbid ve zâhid,  örnek bir mücahid, zâhiri ilmi - bâtını ilmi, tasavvufu, şeriatı beraber götürmüş,  çok ciddi ve çok vakur  kâmil  bir insan; yüzden fazla  halife yetiştirmiş bir mürşid, nice nice hadis, kelam, fıkıh ve tasavvuf eseri yazmış bir müellif, muhaddis Ahmed  Ziyaüddin Gümüşhânevî 1228/1813 senesinde Gümüşhane’nin Emirler Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir.

Ondokuzuncu yüzyıl gibi Osmanlı Devleti’nin çalkantılı, buhranlı bir devrinde yaşamış olan Gümüşhânevî hazretleri; tasavvuf anlayışı, tekkesi, irşat hususiyeti, bir milyondan fazla müridi, padişahlar nezdindeki nüfuzu, tasavvuf, fıkıh ve hadise dair eserleri ve dünyanın çeşitli bölgelerine gönderdiği yüz on altı halifesiyle günümüzde de halen canlılığını muhafaza eden bir tesir ve şöhrete sahiptir.

Gümüşhânevî hazretlerinin çocukluğundan beri ilim tahsiline ayrı bir merak ve kabiliyeti vardır. Beş yaşında Kur’ân-ı Kerîm’i hatmeder. Düşündüğü, hayal ettiği ve en çok arzuladığı şey ise mâsivâdan (Allah’tan gayri her şey) soyutladığı bedenini yalnızca ilim tahsiline adamaktır.

On sekiz yaşlarına geldiğinde ticari alış-veriş için amcasıyla İstanbul’a gelir. Gerekli malzemeleri satın alıp amcasına teslim ettikten sonra Trabzon’a onunla dönmeyeceğini, ilim tahsili için artık İstanbul’da kalmaya karar verdiğini uygun bir dille anlatır. İhtiyaçları için biriktirdiği bir miktar parayı da, kendisine hiç pay ayırmadan babasına gönderir.

“Yardımcı ve dost olarak Allah bana yeter.” diyerek İstanbul’da hiç bir tanıdığı, yanında da tek kuruş parası olmadığı halde Rabbi’ne tam bir teslimiyet ve tevekkül duygusu içinde Bayezid Medresesi’nde yapayalnız kalır.  Daha sonra Mahmudpaşa Medresesi’nde bir hücreye yerleşerek kendisini ilme verir. Mahmudpaşa Medresesi’nde Sultan Abdülaziz, Abdülmecid ve II. Abdülhamid’in hocalarından ders okumuştur.

Gümüşhânevî hazretleri, şer’î ilimlerde zirvede iken, bâtınını teslim edip gönül bağlayabileceği, kâmil bir mürşit arayışı içine girmiştir. Gümüşhânevî’nin tasavvuf anlayışında ferdî planda kâmil insanlar yetiştirme hedefi gözetilirken, içtimâî hayatın da asla ihmal edilmediğini görüyoruz. Esasen onun tasavvufî eğitimle ulaşmak istediği asıl hedef fikriyle, imanıyle, ahlâkıyla kemâle ermiş, şuurlu müslümanların oluşturduğu ideal bir toplum ortaya çıkarmaktır. Onun Bâb-ı Âlî’nin tam karşısında yer alan, metruk bir camiyi ihyâ ederek, idare merkezine böyle yakın bir yeri tekke olarak seçmesi bu anlayışın bir tezahürüdür. Gümüşhânevî hazretleri de önemli bir mevkiyi tekke olarak seçmiş, devlet idaresine yön verici bir irşat siyaseti ile hareket etmiştir.

Kendi zamanında hem bir tekke hem de bir dârül hadis hüviyeti kazanan dergâhına Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz, Sultan II. Abdülhamid ve daha birçok devlet adamının zaman zaman gelerek sohbet ve derslerine iştirak etmeleri, onun ne derece etkili ve hürmet edilip sözü dinlenen bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. II. Abdülhamid ile hususi bir yakınlıklarının bulunduğu özel istişare ve toplantılarının olduğu da bilinmektedir.

Toplumun her türlü ihtiyacına cevap verme gayreti içinde olan Ahmed Ziyâüddin hazretleri, o devirde yeni kurulmaya başlanan ve faizle çalışan bankalara bir alternatif olarak, müntesiplerinin ellerinde bulunan menkul kıymetleri bir araya getirerek bir yardım ve borç sandığı kurdurmuştur. Atıl vaziyette bulunan bu birikimler toplanarak ortak yardımlaşma ve yatırım amacıyla kullanılacak bir sermaye olmuştur.

Kalemi ve kelâmıyla mücadele veren Gümüşhânevî, yeri gelince kılıca ve silaha sarılmayı da bilmiş, 93 Harbi diye bilinen Osmanlı-Rus savaşlarına iştirak ederek cephede bizzat çarpışmış, gönüllü gittiği bu savaşın kesintiye uğradığı bir ara Of’a gelerek irşat hizmetinde bulunmuş, savaş başlar başlamaz muharebe meydanına tekrar dönmüştür.

Gümüşhânevî’nin toplum hayatına, insanlara hizmet etmeye, sosyal faaliyetlere bu derece önem vermesi, biraz da müntesibi bulunduğu tasavvufi anlayışın hususiyetinden kaynaklanmaktadır. Gerçek anlamda olan tasavvufi anlayış, irşat faaliyetinde halkın içine karışmayı ve insanlara hizmeti ön planda tutan bir anlayıştır.

Bu tasavvuf anlayışının en önemli prensiplerinden biri  “halvet der encümen”dir. Bu prensip, toplum içerisinde meşru olan her türlü faaliyete iştirak ederek insanlara hizmet etmeyi, bütün bunları yaparken de kalben daima Allah (cc.) ile beraber olmayı ifade eder. Bu prensipler içerisinde bir hayat süren Gümüşhanevi hazretleri hem bulunduğu zaman dilimine hem de şimdiki zaman insanına gerçek anlamda yaşama prensiplerini, devlete olan bağlılığı, insanlara hizmet etmenin  ne kadar ulvi bir anlayış olduğunu göstermiş.Onu  her anışımızda bu prensipler canlanarak bu günkü insanlığa hayat düsturu olmaya devam ediyor.Bu nedenle sadece ölüm yıldönümlerinde değil her zaman anarak onu ve düşüncelerini canlı tutmalıyız.Gümüşhane’mizin yetiştirmiş olduğu bu değeri hakkıyla bilmeli , öğrenmeli, şimdiki zaman insanımıza ve daha sonraki nesillere en iyi şekilde anlatmalıyız, öğretmeliyiz.



YORUM EKLE