Rivayet edilir ki bir gün müslüman bir tüccar Endonezya’ya seyahat etmiş ticaret yapmak için. O zaman Endonezya İslam toprakları değilmiş. Uygun bir yerde dükkan tutup manifaturacılığa yani kumaş ticaretine başlamış. İşleri arttığı için yanına bir de yardımcı alan tüccar, yeni yardımcısına malları ve fiyatlarını güzelce tanıtmış. Günlerden bir gün dükkanda olmadığı bir sırada yardımcısı müşterinin birine yanlış mal satmış. Müşterinin verdiği paraya daha kaliteli bir kumaş vermesi gerekirmiş oysa. Bu durumu patronuna haber vermiş. Adı gibi, ahlakı da müslüman olan bu tüccar telaş yapmış. Çünkü kimsenin hakkına girmek istemezmiş. Yardımcısına “o adamı görsen tanır mısın” diye sormuş. Evet cevabını alınca müşteriyi aramaya başlamışlar ve kısa sürede bulmuşlar. Tüccar o müşteriye “benim yardımcım sana yanlış mal satmış, aslında alman gereken malzeme bu değildi. Hakkını helal et” demiş. Allah Allah! Hakkını helal et de ne demek? Müşteri şaşırmış. Bunu etrafına anlatmış. Hakkını helal et meselesini herkes garip karşılamış. Kulaktan kulağa yayılan bu olay en son kralın sarayına kadar ulaşmış. Bu duruma şaşıran kral, müslüman tüccarı sarayına çağırtmış ve olayı sormuş. Tüccar da “efendim, biz Müslümanız. İslam dinine inanırız. Bir olan Allah’a kulluk ederiz. Bizim dinimizde başkasına ait olan bir şeyi izinsiz almayız” diye anlatmış. Kral bu sefer “Allah ne demek, İslam ne demek” diye sorular sordukça tüccar onun merakını gidermek için cevaplar vermiş. Kral sonunda dayanamayıp müslüman olmuş. Kralı müslüman olan halk da dalga dalga İslam’a girmiş.
Derler ki İslam, Endonezya topraklarına bu şekilde yayılmıştır. Bu hikaye bir efsane bile olsa Anadolu topraklarına İslam’ı aşılayan Ahiler gözümüzün önünde duruyorlar. Tüccarların, İslam’ın yayılmasında etkin rol oynadığı su götürmez bir hakikattir. Hudeybiye Barış Antlaşması’nın sağladığı güven ortamında Müslümanlarla alışveriş yapıp, onları yakından tanıma imkanı bulanların da hızla İslam’a girdiğini, 2 sene içinde müslümanların sayılarını ikiye katladığını İslam Tarihi kitaplarımız yazmaktadır. İşte bundan dolayı dürüst tüccarların sevabı ve mükafatı daha boldur.
Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır; “Dürüst ve güvenilir tüccar, peygamberler, sıddıklar (dosdoğru kimseler) ve şehitlerle beraberdir.” Muhakkak ki Allah Rasulü (s.a.s) doğruyu söyler…
Görüyorsunuz ya müjde ne kadar büyük. Çünkü esnaf dürüst olursa toplum dürüst olur. Esnaf doğru olursa toplum doğru olur. Zira hayat ticaret üzerinden idame edilmektedir. Çiftçi yalan söylerse, çarşıdaki esnaf yalan söyleyip kandırırsa, tedarikçi insanları aldatırsa, eve çağırdığımız usta işini yarım yamalak yapar da kendince kandırdığını düşünürse Allah bu topluma rahmet nazarıyla bakar mı? Kursağından haram geçen adam iflah olur mu? Olmaz. Aralarına şeytan girer. Birlik ve düzen bozulur.
Oysa bize Sultan Fatih’in zamanındaki gibi “ben bugün siftah ettim, karşı dükkan etmedi. Git alacağını ondan al” diyecek mert ve yiğit tüccarlar lazım.
Bu dini, hocalardan çok, tüccarların yaydığını unutmayalım. Tüccarların dürüstlüğünü görenler müslüman oluyordu. Bu yüzden erenler genellikle çarşı pazarda ticaret yapar, müslüman olacak gönül avlarlar, iş tamam olunca da dinini öğrensin diye hocalara havale ederlerdi.
Dürüstlükten başka çaremiz yok. Çünkü bizler Müslümanız ve bu dünyadan bir kefenle gideceğiz. Başka hiçbir şey yok. Bir de salih amellerimizle, günahlarımız. Atalım günahları sırtımızdan. Hiçbir şey için değmez bu yükü çekmeye.
Helal lokmalar yiyebilmek dileğiyle. Selametle kalın…
Recep ÇELİK
İmam-Hatip
Dini Sorularınız için;
recepcelik2925@gmail.com
Fahrettin koçal 12 Ay Önce
Derinlikli ve bilgilendirici olmuş. İlk satırları okurken imamı Azam Ebu hanifenin hadisesi geldi aklıma,ama o Hindistan'da değil Irak küfe de idi. Etkilendim Emeğinize sağlık ...