ANAMIZIN ÖZ SÜTÜ YAHUT İSTANBUL’UN SEKİZİNCİ TEPESİ

“Millet edebiyatı olan topluluktur” der, Honore de Balcaz. Acıyı, aşkı, ölümü, hasreti barındırır edebiyat yani insanı en güzel ve en çirkin en doğru ve en yanlış yönleriyle insanı, ait olduğu milletin insanını. Peki ya edebiyatın ana malzemesi, ona can veren asli unsur nedir? Bu soruya cevap vermek mümkün ama verilen cevabın hakkını verebilmek…Ne mümkün!

Balzac’ın bu veciz ifadesini yeniden şu şeklide yorumlamakta hiçbir mahsur bulunmamaktadır. Millet asırların verdiği tecrübe ile güçlenen, şiirlerde, türkülerde, romanlarda, halkın ağzında tecessüm eden, anamızın öz sütü gibi helal olan dile sahip olan topluluğa denir.

Son iki yüz yıldır inkıraza uğramış durumdayız, siyasi, politik ,ekonomik nedenlerin sonucu olarak dilde de bozulmayla karşı karşıyayız. Altmış yetmiş yıl önce yazılan metinleri anlayamayan genç kuşaklara sahip olan bizden başka bir millet yok. Ciddi bir çalışma ile mezkur nedenlerin üstesinden gelinebilir ancak dil bir yozlaşmayagörsün toplum olma vasfını yitiririz. Şükür ki ülkemizin aydınları, sanatçıları, bilinçli vatandaşları büyük  bir özveri ile dillerine sahip çıkıyor, yabancı tabelalar neredeyse yok gibi, her biri birbirinden güzel nice eser birbiriyle yarışıyor, Türkçemiz kendisini öz vatanında hissediyor diye devam edebilmeyi çok arzulardım, istisnaları olmakla birlikte aydınlarımız ve sanatçılarımız için bir dil meselemiz yok halkımız yabancı kelimelerle konuşmayı üstünlük addediyor. Peyami Safa, Samiha Ayverdi, Cemil Meriç gibi güzel Türkçe kullanabileni gören var ise ona da aşk olsun!

Dünyaya mâl olabilecek sanatçılarımız yok, şairlerimiz halkı ve dahi kendilerini anlamak ve anlatmaktan çok uzaktalar çünkü dilimizden çok uzaktalar. Oysa bir zamanlar Türkçemizin eşsiz şairi gerçek anlamıyla bir dil ustası olan Yahya Kemal’e İstanbul halkı güzel bir dil kullandığı için İstanbul’un sekizinci tepesi demekten imtina etmemiştiler çünkü onun kullandığı dil ağzında anasının öz sütü gibi helal, İstanbul’un sekizinci tepesi olabilecek kadar heybetliydi.

Dilimizi elbette ki yabancı dillerin hegomonyasından koruyacağız ancak buradan öz Türkçeci bir anlayış çıkarmakta en az yabancı dillerin istilası altında kalmış bir Türkçe kullanmak kadar tehlikelidir. Kuralımız bellidir, Türkçeleşen Türkçedir.

Atasözlerimizde , şiirlerde, romanlarda, halkın arasında, sokak ortasında kendine yer bulan, binlerce yıllık tarihin süzgecinden geçmiş olan tüm kelimeler Türkçedir. Meramımızı anlatmak bakımından kütüphane sözcüğü güzel bir örnek teşkil edecektir. Kütüp ve hane olarak iki kelimenin birleşmesinden oluşmuştur .Kütüp Arapça’dan  hane ise Farsça’dan dilimize geçmiştir.Kütüphane kelimesini ise ne Arap ne de Fars anlar çünkü kütüphane tamamen Türkçe bir kelimedir.

İmdi! Biz de bir dil seferberliği başlatıp dilimizi muhakkak muhafaza etmeliyiz ,muhafaza etmezsek ne mi olur?

Yok oluruz!

YORUM EKLE