BİZİM SENDİKA UÇURUYOR

Demokrasinin vazgeçilmezleri vardır. Aslında vazgeçilmez dediğim olmaz ise olmazları manasında değil. Olsa da olur olmasa da olur gibi düşünelim durumu. Ancak olması kişilerin elini güçlendirirken olmaması pek bir şey ifade etmez.

Şahsımca bunlardan biriside işlevselliğini yitirmiş Sendika düşüncesi ve temsilcileridir. İşte bu sebepten dolayı sendikaları ve sendikacılığın tarihine kısa bir bakış yapmaya çalışacağız bu hafta.

Sendika, Köken olarak Fransızca bir tabir olmakla birlikte işçilerin ya da işverenlerin ayrı ayrı olmak üzere iş, kazanç, toplumsal ve kültürel konular yönünden çıkarlarını korumak, yeni haklar sağlamak ve onları daha da geliştirmek amacıyla aralarında yasalar uyarınca kurdukları birliğin genel adıdır. İlk örneklerini sanayi inkılabı sonrasında görmekteyiz. Fabrikalarda ağır şartlar altında çalışmak zorunda kalan işçileri kendi aralarında birliktelik kurarak işverenlerden kendilerine birtakım haklar elde edebilmek için bu yola çıkmışlardı. Aslında işin temelinde biraz da kan var. İngiltere başta olmak üzere Avrupa’da ortaya çıkan işçi ayaklanmaları neticesinde sektördekiler pek çok hak elde ettiler.

Meseleyi biraz daha detaylandıracak olursak; Bugünkü manada sendikalaşma hareketleri, 18. yüzyılın sonunda, sanayileşmeye başlayan Avrupa devletlerinde başlamıştır. Özellikle İngiltere’deki kapitalist ekonomik uygulama; işçilerin dayanışma teşkil edecek hareketlerden uzak kalmalarına, ücretle çalışanların derin bir sefalete düşmelerine ve gün geçtikçe bu sefaletin daha da artmasına sebep olmuştur. İşçilerin daha iyi şartlarda yaşamasını temin edecek her hareket, ferdin akit yapma hürriyetine karşı gayri meşru bir müdahale teşebbüsü olarak görülmüştür. Ağır maddi baskı altında kalan işçilerin, düştükleri sefaletten kurtulma çareleri aramaları, onları ortak hareket etmeye yöneltmiştir. İlk hareketler, Fransa’da kalfa ve çıraklar hareketi olarak 1520’lerde başlayarak 1799 yılına kadar aralıklı ve sık olarak devam ettiği görülmüştür. Sosyalist ve komünist fikirlere sahip olanlar ise, sendikaların, işçilerin ücretleriyle uğraşmalarını uygun bulmamışlar, siyasi fikirlerinin yerleşmesi yolunda bir vasıta olarak görmüşlerdir. 

Tabi özünde insan olan bu sisteme de zamanla değişimler gözlemlenmiştir. İlk olarak ortaya işçi sendikaları çıkmıştı. İşçiler bir araya geliyorlar ve birlikte hareket ediyorlardı. Zaman içerisinde sendikalar sistem içerisinde o kadar büyük bir yer almaya başladı ki hükümetleri denetleyen onlara yol gösteren toplum temsilcilikleri haline geldiler. Zamanla Avrupa’da diktatör liderlerin bile korktukları yapılar haline gelmişlerdi. Hitler Almanya’sın da sendikalar başlangıçta hür çalışan yapılardı.

Peki durum Türkiye de nasıl gelişti. Türkiye de sendikacılık hareketi Avrupa da ortaya çıkan sendikal hareketlerin tam tersi bir noktada gelişim seyretti. Osmanlı devletinde devletin İşçi işveren arasındaki hukuku koruyan yapıdaki temel değerleri böylesi bir oluşumun önüne geçmişti. Ayrıca İslam inancında ki “İşçinin hakkını alnının teri kurumadan verin” hadisi gibi işçi işveren ilişkisini dengeleyen kuralların olması sendikal hareketlerin kısmen ortaya çıkmasını geciktirmiştir. İlk sendika hareketleri ise Osmanlıda Sanayileşme döneminin başladığı 1860 ve sonrasında ortaya çıkmıştır. 1871 yılında ilk işçi cemiyeti olan “Ameleperver cemiyeti “kurulmuştur. 1895 Yılında ise Osmanlı coğrafyasındaki en büyük isçi sendikası olan Tophane Fabrikası işçilerinin sendikası kurulmuştur. 

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren çıkarılan kanunlarda topluluk kurma sendikal hareketlerin önünü açma hususunda çalışmalar yapılmıştır. Ancak ilk sendikal hareketlerin 1946 yılında sendikal hareketlerin ortaya çıktığını görmekteyiz. 1946’da İşçi Derneği, 1952’de dokuz sendikanın birleşmesiyle Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu Türk-İş kurulmuştur. 1967’de Türk-İş’e bağlı bâzı sendikalar ayrılarak, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’i kurmuşlardır. Buradan sonrası sendikal hareket tarihine gireceği için başka zaman anlatacağım.

Türkiye de sendikalar ortaya çıktıktan sonra çok hızlı bir şekilde kendilerine siyasi zemin bulmuşlardır. Sendika Türkiye de kuruluş mantığının dışına çıkarak hareket etmeye başlamıştır. İşçilerin temel haklarını korumak, işveren ve devlet arasında oluşturulacak köprüyü kurmak maksadı ile ortaya çıkan sendikalar köprüyü kapatmış ve kendi başına işlemeye başlamıştır. Siyasi iktidarların temsilciliği haline gelen sendikalar kendi ideolojilerine sahip kişilerin toplanma mekânı haline geldiler. Siyasi iktidar hangi tarafa destek veriyor ise o taraftaki sendikalar ağır basmaya başladı. Devlette onları muhatap almaya başladı. Sendika başkanları siyasetçi oldular. Törenlerde en önde boy göstermeye başladılar. Siyasi partilerin il başkanları Belediye başkanları ve dahi Valiler bile bu kudretin altında ezilir hale geldi.

Tabi başlarda sadece işçilerin sendikası vardı. Sonra diğer meslekler bizim hakkımız ne olacak dedi ve onlarda çıktı yola. Din görevlisine sendika, memura sendika, postacı, arabacı, nakliyatçı, şoför, terzi, lağımcı logarcı, fayansçı hatta ve hatta genel ev çalışanları bile haklarını müdafaa için sendikal haklar talep ettiler. Şimdilerde hacısı hocası, cemaati tarikatı sendikalaşıyor. Hülasa bu rüzgârın önüne kapılanlar aldı başını gidiyor. 

Hani büyüklerimiz diyordu ya biz batının kültürünü aldık o yüzden bu haldeyiz diye. Biz batının teknolojisini bile alsak bu haldeyiz. Mesele batıdan neyi ne şekilde aldığımız değil. Mesele bizim kafamızda beyler. Bu sözümü bir yere not edin. Bizim bu durumda olmamızın sebebi;

“Garp kafası ile araba yapıp, Şark kafası ile benzin koymayı unutmaktır”

YORUM EKLE