DEZENFORMASYON ALTIN DEVRİNİ YAŞIYOR

Bir söz vardır; okumak insanı doldurur,konuşmak hazırlar, yazmak olgunlaştırır diye.

Bir nevi bizim hamdım-piştim-yandım sözüne benzer...

Toplum olarak biz ne yapıyoruz: Ne okuyoruz, ne yazıyoruz, ne de konuşuyoruz! Ara ara konuşmalarımızın içi ise boş!

Dolayısıyla ne doluyuz, ne hazırız ne de olgunuz!

Aday adayları zamanın ve zamanenin pususuna yatmış bekliyor. Hatta içlerinden bazıları göstermelik esnaf ziyaretleri yaparak oluşturulan abartılı metinleri sitelere servis ediyor.

İçlerinden birisine sormuşlar, senin aday olmak ihtimalin bile yokken neden aday adayı oldun diye, şu cevabı vermiş: “Seçimden sonraya planlarım var!!!”

Belli ki aday adayı olmayı bile birileri bir yerlere basamak olarak kullanmak istemekte!

Bir Müslümana bu kadar bir içten pazarlık yakışır mı?

“Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!”
   
DEZENFORMASYON ALTIN DEVRİNİ YAŞIYOR.

Bütün bir topluma karşı kendini olduğundan farklı göstererek sırıtan dişleriyle vitrine çıkmış bir aday adayının Allah muhafaza aday olması, arkasından da -kendisinin zinhar değil, partisinin oylarıyla- seçilmesinden doğacak felaketten Allah’a sığınırım.

Ortalık bilgi ve insan kirliliğinden geçilmiyor!

Gelişmeleri çok yakından takip ediyor, endişelerimizi anlayana iletmek istiyoruz:

Ahmed Arif’in  çok anlamlı iki dizesi gelir aklıma zaman zaman:

“İzmir’de bıçaklarlar beni/Kanım Dicle’de akar”…

Bizleri de Kelkit’te bıçaklıyorlar, yaralı bedenlerimiz Kelkit Çayı’nda sürüklenedursun, kanımız Harşit’e akıyor.

Serzenişlerimiz, sitemlerimiz ve hayal kırıklıklarımızla Harşit’e verdiğimiz oluk oluk kan, bizi her geçen gün daha da zayıflatıyor. Hayallerimizde besleyip büyüttüğümüz Kelkit ve Gümüşhane  idealimiz her yerinden yara alıyor, aldıkça da kanıyor.

Melali anlamayan nesle aşina değiliz. Hüznümüzün içimizde biriktirdiği tortu paylaşılmaktan çok ama çok uzaktır.Hassasiyetimizin kaynağında siyasi bir koku bulunmadığı açıktır. Bu memleketin kalkınması, gelişip medeni bir dönüşümle kabuk değiştirmesi hep siyasilere havale edilen bir garip teslimiyetçi yapıdan mıdır nedir;  özgür, aydın, müteşebbis güç hiçbir zaman etkili olup, bu süreçte baskın bir rol üstlenememiştir. Göç olayıyla gidenler gitmiş, geride kalarak gitmek cesaretini gösterememişler ise çoğunlukla siyasilere çok basit bir ifadeyle “meze” olmuştur. Şimdi siz gelin bu memleketin birinci sorununun eğitim ve kültür olduğu gerçeğini  göremeyen erk sahibi yöneticilerin açtıkları yaralardan akan kanları durdurun bakalım, nasıl durduracaksınız?

Şimdi şu sorulara yanıt arayalım:

Gümüşhane  gözleri bantlı, beyni donuk, bilgisiz insanlar şehri olmak mı istemektedir?

Gümüşhane , halk ferasetinden mahrum nasipsizler ve akli gözlerine inmiş dar ufukluların şehri olmak mı istemektedir?

Her yerde olan çürüme, kuşkusuz Gümüşhane’ye de yansıdı. Artık sosyal ilişkilerimiz , “iyi ve kötü” sübjektifi üzerinde yürümektedir ve neden “iyi”, neden “kötü” olduğu konusunda bir fikir yürütülememektedir.

Kuşakkaya’daki yazılarımızla davula vuruyoruz, ama bakıyoruz “dümbelek”ten ses geliyor.

Sokrates’in çok sevdiğim bir sözü aklıma geliyor: “Cahil insan kendinin bile düşmanı iken, başkasına dost olması nasıl beklenir."  Bilgili ve her alanda kendisini yetiştirmiş olgun ve kamil insanların dostluğuna talipken bir de bakıyoruz ki bilgisizce ve cahilce yaklaşımlar beynimizi kemiriyor.  "El cahilun cesurun" ( cahil kişi cesur olur) sözünün geçerliğini hâlâ koruduğunu ibretle görüyoruz.

Akılların ettiği sözlere kimse inanmıyor, ama bir cahilin ettiği kelâm bakıyorsunuz ki kitleleri kıpırdatıyor. “Popüler halk  kültürü” bundan mı hoşlanıyor acaba deyip derin derin düşündüğüm zamanlar çok oluyor!

Risk almaktan korkan şahsiyetlerin, müteşebbis insanların başarılarına gölge düşürmek için icat ettikleri psikolojik savunma yöntemi olan cahil cesaretli tavır ve söylemler daha ne kadar içimizi kanatacaktır?

Ağzı, gözü oynayan, üstüne üstlük bu oynak kaideyi kişiliklerine giydirmiş insanlarla toplumların iyiye doğru dönüşmesi çok zordur ve hatta imkânsızdır! Şimdi daha iyi anlıyorum ki  daha az bilmek, daha çok gülmeyi getiriyor beraberinde!

Ne gariptir ki bakıyorum, Gümüşhane’de her şeyin en alasını bilen insanlar türedi. Bu insanların  birikimlerinin hangi konuları içerdiği ve hangi yoğunlukta olduğu, sordukları sorular ve kurdukları cümlelerden anlaşılıyor kolaylıkla.

Gümüşhane’nin aydın ve çağdaş donanımını okşayarak, bu donanımın çehresini fikirleriyle cilalayan insanları nerdedir peki? 

Eğitim ve kültüre yatırım yapılmadığı müddetçe ben artık Gümüşhane’nin geleceğinden endişe etmeye başlayacağım neredeyse.

Konunun vahameti bütün ilgililere bu satırlar aracılığıyla duyurulur!
YORUM EKLE