DİLİN EDEBİ EDEBİN DİLİ

Yunus Emre bir şiirinde söze şöyle başlıyor:

“İşidin ey yârenler, aşk bir güneşe benzer

Aşkı olmayan gönül misali taşa benzer.

Taş gönülde ne biter, dilinde âğu tüter

Nice yumuşak söylese, sözü savaşa benzer.”

Dil edebi olabildiğince nezaketle davranmayı, aklın, kalbin, zevkin yerinde ve güzel bulmadığı sözlerden sakınmayı gerektirir. Kaba, çirkin, muhatapta iğrenme, tiksinme uyandıracak lafızları kullanmaktan men eder.

Toplum olarak bizler de epeydir dilimizden zehir saçıyoruz. Sözlerimiz savaşa benziyor. Yunus bu itici, incitici, sert, kaba, muhatabı aşağılayan nefret dilini gönül katılığına bağlıyor. Zira kullandığımız dil ile gönlümüzün hali arasında bir irtibat var. Onun içindir ki karşısındakini anlayan, bağışlayan, muhabbet ve merhametle kucaklayan, tatlı, yumuşak, nazik ve yapıcı üslûba “gönül dili” diyoruz. 

Gönül dili, imar edilmiş bir gönlün sohbet, yani dostluk, kaynaşma, tanışma, dilidir.

Türkçede “dil”e “ifade vasıtası” manası verilirken aynı kelimenin Farsçada “gönül, kalp” manasına gelmesi belki güzel bir tevafuk. Ama “dil yarası” nın hem “gönül yarası” hem de daha ziyade “sözle açılan yara” olduğu bir hakikat. “Kişinin beyan tarzı, onun kalite ve kapasitesini, kim olduğunu ortaya koyar” manasına “Üslûb-i beyân ayniyle insandır” sözü dahi bir yönüyle dil-gönül münasebetine işaret ediyor. 

Anadolu’da kapının kilidine “dil” derler. Bu isim aktarması, hem açmaya hem kilitlemeye yarayan bir nesneyle “dil” arasında, sözün söyleniş tarzı ve bu tarzın tesiri gözetilerek kurulan bir benzerliğin neticesi olabilir. İlâhî aşktan nasiplenmiş gönül sahiplerinin dili, muhatabın gönlünü açıp fetheden bir dildir. Gönlü taşlaşmış olanların sözlerinde ise başka gönülleri kilitleyip kapatan bir tesir vardır. . 

“Söz ola kese savaşı 
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Yağ ile bal ede bir söz” mısralarında Yunus’un dile getirdiği gibi, sözün tesirinin ve insanlar arasındaki münasebetin büyük nispette söze dayanmasının rolü vardır. 

Tasavvuf ehline dil edebi öğretilirken yalan, iftira, gıybet, küfür, malayani gibi günahlar asıl müfredata girmez. Çünkü zaten bunlar dinimizin yasakladığı fenalıklardır.

Dil edebi olabildiğince nezaketle davranmayı, güzel bulmadığı sözlerden sakınmayı gerektirir. Kaba, çirkin, lafızları kullanmaktan men eder. Dil edebine uygun olan, mesela “eşek” demek yerine, “binek” manasına gelen “merkep” demektir. Mesela edebe uymayan fakat kullanılmasına mecbur kalınan bir ifadeden önce “sözüm meclisten dışarı” veya “hâşâ huzurdan” demektir. 

Yiğitlik, öfkeyle kırıp dökmek değil, öfkeyi yutarak hilm (yumuşak huyluluk) ile muamele edebilmektir. Gönülleri yıkmak kolaydır da yapmak zordur. 

Yunus’la başladık yine Yunus’la bitirelim. Vazifemizi bize şöyle hatırlatıyor:

“Ben gelmedim dâvi (dâvâ, iddia) için
Benim işim sevi (sevgi, aşk) için.
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim.” 

YORUM EKLE