FETÖ’NÜN KÖKENİ OLAN TARİHİ İHANETLER

(DİNCİ AYAKLANMALARIN TEMELİ 1481 YILINA DAYANIR)

Tarihi ihanetlerin dayandığı temel kalkışmalar Türkiye Cumhuriyeti’yle birlikte başlamış değildir. Aslında Osmanlı Türk devletinin son elli yılında bu içerikte pek çok dinci isyana tanık olundu. Hepsi de İngiliz destekliydi. Din adı altında gerçekte etnik köken kavgası veriliyordu. Bugün temeli Amerika, İngiltere olsa da temelde değişen hiçbir şey yoktur.

Osmanlı Türk devletinin ilk yıllarında öncelikle Celali isyanları 1481-1656 yılları arasında Şahkulu, Şeytankulu Baba Tekeli, Bozoklu Şeyh Celâl, Sülün, Baba Zünnûn, Domuzoğlan, Yekce Yenice, Karaisalı cemaatinden Velî Halîfe, Düzmece Mustafa isyanları, Abaza İsyanları 1624, 1627, Varvar Ali Paşa İsyanı 1647, Atmeydanı Vakası 1648, Çınar Vakası 1656, Banat İsyanı 1686, Çiprovtsi Ayaklanması 1688, Karpoş İsyanı 1689

Sonrasında ise:

Patrona Halil İsyanı (1730) “Davamız şer’idir, ümmet-i Muhammet’ten olanlar bize katılsın.” diyordu. İbrahim Paşa’yı öldürüp cesedini canice parça parça ettiler. Saraya hücum edip III. Ahmet’i tahttan indirerek yerine I. Mahmut’u getirdiler. Amaçlarına ulaşmışlardı. İstekleri bitmek tükenmek bilmedi.

Kabakçı Mustafa İsyanı (1807) yılında

III. Selim padişah olunca birtakım yenilik hareketlerine girişti. Bu arada Yeniçeri Ocağı’nı kaldırıp yerine, ‘Nizam-ı Cedit’ adıyla yeni bir ordu kurmak istedi.

Onun bu teşebbüsü, Kabakçı Mustafa önderliğindeki ‘şeriat isteklilerinin’ ve Yeniçerilerin ayaklanmalarına neden oldu. III. Selim tahttan indirilip IV. Mustafa tahta çıkarıldı.

31 Mart (13 Nisan 1909) Olayında

1908 yılında İngiltere ve Rusya, II. Abdülhamit’ten Makedonya’ya bağımsızlık verilmesini istediler. Abdülhamit işi ağırdan aldı. Bunlara karşı yeterli tepki gösteremedi. Bunun üzerine ‘İttihat ve Terakki Cemiyeti’ kendisine baskı yapmaya başladı. Meşrutiyet’i ilan ettirerek Avrupa ülkelerine karşı daha güçlü bir şekilde mücadele etme niyetindeydiler. Niyazi Bey ve Enver Bey bu hareketin başındaydılar.

Gözü dönmüş yobazlar her yere, herkese saldırdılar. Ayaklananlar arasında ‘İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti’ üyesi Said-i Kürdî (kendi nitelemesi) de vardı. Taksim’deki Topçu Kışlası’ndan çıkan alaylı askerler halka saldırılarda bulundular. Ortalığı birbirine kattılar. Her yeri yakıp yıktılar.

Gözü dönmüş hainler kendilerine karşı koymaya çalışan askerleri bile öldürdüler. Bab-ı Ali’nin kapısına dayanarak hükümetin istifasını ve bazı kimselerin kendilerine teslim edilmesini istediler. Haber ülkenin her yanına yayıldı. Halk paniğe kapıldı. Mahmut Şevket Paşa kumandasında Selanik’ten gelen ‘Hareket Ordusu’ bunlarla mücadele ederek isyanı güçlükle bastırabildi.

Selanik’ten isyanı bastırmak üzere gelen ordunun kurmay başkanı M. Kemal’di. Bu ordunun içinde Enver Bey (Paşa), Resneli Niyazi Bey gibi cesur ve vatansever subaylar da vardı. İsyanı bastırmak için kahramanca bir mücadele verdiler. Osmanlı başkenti, bunların sayesinde huzura kavuştu.

Gerici isyanı bastıran ordunun kumandanı M. Şevket Paşa, Sadrazamlık makamında iken 11 Haziran 1913’te, Beyazıt Meydanı’nda makam otomobilinin içinde uğradığı bir silahlı saldırı sonucunda öldürüldü.

Hepsi bu kadar mı? Daha neler var neler? Kurtuluş Savaşı sırasında şeriat istekleriyle başlatılan isyanlar:

Balıkesir- Bandırma dolaylarında ‘Anzavur Ahmet İsyanı.’

Adapazarı-Düzce İsyanı

Konya Delibaş İsyanı

Bu isyanları çıkaranlar ne yazık ki padişah taraftarları ve ‘mandacı’ düşünceye sahip kimselerdi.

Cumhuriyet Döneminde yalnız siyasî isyanlar yoktu. Bunların en planlıları dinin alet edildiği isyanlardı. Genç Türk Cumhuriyetini yok etmek için 1925’te Doğu Anadolu’da Şeyh Sait İsyanı yapıldı.

Doğu Anadolu’nun Türkiye’den koparılması için başlatılan bir isyan hareketidir. İsyanın baş sorumlusu İngiliz uşağı, din kispesi altında Şeyh Sait adlı bir din(!) adamıdır. En az geçmişteki isyanlar kadar ihanet doludur.

1930’da Menemen İsyanında

Derviş Mehmet ve müritleri 23 Aralık’ta Menemen’de şeriat istekleriyle ayaklandılar. Kendilerine karşı koyan Yedek Subay Öğretmen Kubilay ile Hasan ve Şevki adlarında iki bekçiyi şehit ettiler.

Atatürk, olaya çok sert tepki gösterdi. Olayı çıkaranlar yargılanarak idama mahkûm oldular ve darağacında sallandırıldılar.

1937 Dersim İsyanında din ile vurmalar devam etti.

Bölücü amaçlarla başlatılan bir başkaldırıydı. Seyit Rıza adlı bir derviş kılıklı adam, halkı hükümet ve devlet aleyhine kışkırtarak kan dökülmesine neden olmuştu.

Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti ne çektiyse hep bu kafadaki kişilerden çekti.

Bu zihniyettekiler; ne yazık ki özgürlük, uygarlık ve insanlık kavramlarının ne demek olduğunun pek farkında değildi. Kur’an’ın doğru anlaşılmasından mahrum kişilerdi. Kur’an, barış dinidir. Fakat bunlar cahilliklerini kendilerince kullandıkları birkaç ayete dayandırmışlardı. Oysa Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah:

“Kim ki, bir cana karşılık veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık[1] olmaksızın[2] bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de bir hayatı kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur.” (Mâide, 5/32) diye buyuruyor.

Bütün bu bilgilerden sonra günümüze gelindiğinde 1960’lı yıllarda çeşitli tercümelerin (Seyyid Kutup, Mevdudî vb.) İslamcılarla buluşmaya başladığını dile getiren Ertuğrul Zengin, 1969’a gelindiğinde ideolojik anlamda bir İslamcılığın oluştuğunu belirtmiştir. Zamanla ayrışmalar olmuş ve kılıçlar çekilmiştir.

Bu zihniyet iki gruba bölündü MTTB Burhanettin Kayhan ve ondan çok daha olumlu ve yapıcı düşünen Necmettin Erbakan ve partisi (MNP) Millî Nizam Partisi…

MTTB, sinsi ve stratejik bir ilerlemeyi amaçladı. MSP’nin 1973 seçimini kazanmasıyla Necmettin Erbakan bu gruptan çizgisini ayırdı. Çünkü radikalizmden uzak bir hareket olmayı amaçlıyordu.

11 Şubat 1979 İran İslâm Devrimi ile birlikte Millî Görüşe alternatif İslâmcı dalgaların belirginlik kazanmasıyla “Akıncıların” radikal olmayanları ülkücü harekete katılmış, radikal yapıda olanlar ise bambaşka bir radikalizme doğru kaymıştı. Bir kısmı Afganistan’a, bir kısmı Irak’a, bir kısmı Mısır’a giderek Türkiye’yi terk ettiler.

Fetö ise ayrı bir dalga olarak her zamanda ve her zeminde dalga dalga büyümeye devam ediyordu. Bu büyüme Türk’ün ve Türkiye’nin yardımsever, canhıraş vatandaşlarının dini duygularının sömürülmesiyle büyük bir hız kazandı. Ülkemizin maddi ve manevi gücünü sömüren terör örgütü bir oluşum, topladığı parasal gücü ve beyin gücünü yabancı ülkelere kaydırarak Türk tarihinde yapılabilecek en büyük beyin göçünü gerçekleştiriyordu. Bunun adına hizmet, cihat demek aptalca düşünmekten öte ne olabilir ki? Türk’ün öz kaynaklarını sömürüp Afrika’ya, Amerika’ya, Asya’ya okullar açıp kendi hastalıklı İslam anlayışına kul köle olan bireyler yetiştirmenin neresi cihattır?

Son noktada bir de ülkesinin sokaklarını, Özel Kuvvetleri, Emniyet Müdürlüğünü, Türksat’ı, TRT’yi, Polis merkezlerini, TBMM’yi ve Cumhurbaşkanlığı yerleşkesini bombalamak ihanetin, kalleşliğin son demidir. Mesullerinin idamı şarttır. Karar vericilerin tek tek tespit edilmesi ve tıpkı Selçuklu Türk devletindeki gibi, Osmanlı Türk devletindeki gibi ve Türkiye Cumhuriyetinin ilk 15 yılındaki gibi her bir dinci teröristin kellesinin şehir meydanlarında koparılması ibret-i âlem için şarttır. Hiç kimse Türkiye Cumhuriyetinin TBMM binasını, Cumhurbaşkanlığının yerleşkesini bombalayamaz. Ve hiçbir yönetici böylesi bir dinci isyanı affedemez.

Aklınız ve gönlünüzle yolunuz açık; alnınız ak olsun.


[1] Ceza

[2] Haksız yere

YORUM EKLE