GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE “KADIN”

Dünya  Kadınlar Günü: Dünya geçmiş toplumlarına baktığımız zaman kadının durumu herhangi bir eşya, zevk ve eğlencelerinde bir oyuncak gibi, kendisinden çeşitli yollarla yararlanılan bir ganimet kabul edilirdi. Kadınlığın iffeti unutulmuş ve insanların gözünde hiçbir değeri olmayan. Hat­ta bazıları şeref ve itibarlarını düşüreceği inancıyla kız çocuklarını öldürüyordu. Kadınlık şerefini zedeleyici bu ve benze­ri davranışlar, bütün insan neslini yıkıma uğratıyor, bir zulme dönüştürüyordu. İslam öncesi hemen hemen bütün toplumlarda ve dünyanın her yerinde kadın, aşağılanmış ve horlanmıştır.

Geçmiş  toplumlara bir göz atalım;

Yahudilerde: Kızlar babalarının evlerinde hizmetçi kabul edilmiş, ellerindeki güya Tevrat’ta insan mıdır? değil midir? tartışmaları halen mevcut ve uğursuz addedilmektedir, şeytandan ona üfürülüp üfürülmediği? tartışmalara sebep olmuştur. Yahudi ve Hristiyanlara göre, Âdem'i "asli günah" işlemeye eşi Havva kışkırtmıştır. Yani kadın, daha başlangıçta suçlu olarak görülmektedir. Nitekim Tevrat'ta "yasak meyveyi”, yılanın kadına, kadının da Âdem'e yedirdiği inanç ve anlayışı var.[1]  Bu Kur'an bilgileriyle asla bağdaşmayan bir anlayış.  Kur'an'da, "Şeytan ikisinin de ayağını kaydırdı.".[2]  buyurularak her ikisini de şeytanın aldattığı belirtilmekte­dir.

Hindistanda: Kadın zavallı bir yaratık olarak kabul edilmiş, her türlü aşağılık arzulara alet edilmiştir. Ayin ve merasimlere kabul edilmiyordu. Kadının görevi efendisine hizmet etmekti. Görevi ve değeri, eğer kocası ölmüş ise onun cesedi üzerinde kendisini yakmasıydı.

Eski Yunanlılarda: Kadın medeni haklar adına hiçbir şeye malik değildi. Kadın kocasının, kocası yoksa babasının, o da olmazsa akrabasından diğer erkeklerin vasiliği altında yaşardı. Kocası onu istediği zaman boşar ya da başkasına devredebilirdi.

Eski Roma'da. Kadının ruhsuz ve edebi hayattan nasibi olmayan bir hayvandan ve şeytanın iğrenç işinden ibaret bulunduğuna dair kararlar alındığı eski kaynaklarda mevcuttur.

Ortaçağda Bizans'ında: En şaşalı zamanlarında Kadın erkeğin malı idi. Onda istediği gibi tasarruf hakkı vardı. Hayat ve ölümü eşinin elindeydi. Köle olarak kabul edilirdi. Kadının önce babasının, evlendikten sonra kocasının, kocası ölünce de oğlunun esiri idi. Kadın bir şehvetle ad olunurdu. Atinalılar arasında bile kadın çarşılarda satılır, başkalarına ihale olunurdu. O sadece evin düzeni, çocuklara bakmak için lâzımdı, bu gün çekilen filmlerine dahi bu tarihi bilgiler konu edilmekte ve kadınların gördükleri zillet gözler önüne serilmektedir.

 İngiltere'de: 1788 yıllarına kadar kadın kocasına mutlak itaate mecbur olup hemen hemen hiçbir hakka sahip değildi. 1888 yılında İngiliz piskoposlarından "Dour", Vestminister kilisesinde yaptığı bir konuşmasında şöyle diyordu. "Bundan 100 sene evveline gelinceye kadar kadın, erkeğin sofrasına oturmak hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi. Kocası da başının ucuna kocaman bir sopa asardı ki karısı ne zaman bir emrini tutmazsa, onu döverdi.

Asya da; kadın insan kabul edilmezdi, ailede kız dünyaya geldi mi o aileye bir musibet geleceğine inanılırdı.

Cahiliye Devrinde Kadının Konumu; Kızlara karşı nefret duyuluyordu. Kabile savaşlarında kadınlar en büyük tehlikeydi, ganimet malı olarak görülüyordu. Kadın ticareti yapılıyordu. Miras hakkından mahrumdu. Zulüm ve hakaretlere maruz bırakılıyordu. Bazı aileler kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyorlardı.

İslam döneminde; Ka­dın, erkek, çocuk, genç, yetişkin ve yaşlı kim olursa olsun, hiçbir cins, renk, yaş ve statü farkı gözetilmeksizin hepsi aynı öneme sahiptir. Elbette insanoğlunun erkek ve kadın olarak farklı niteliklerle yaratılmasında sayısız hikmetler vardır. Ancak şu bir hakikattir ki, kadın ve erkek, insan olma itibariyle aynı şerefi paylaşır; kul olma itibariyle de aynı sorumluluğu üstlenir.

İlk insan hak ve hürriyetleri bildirisi Veda Hutbesi ve Kur'an ile sünnetin beyanları, günümüzdeki anlamıyla insan hak ve hürriyetlerini tespit ve tayin etmiştir. İslam, kız çocuğuna daha iyi davranmayı, iyi bir eğitim vermeyi, etmeyi büyük bir fazilet, takva ve ibadet olarak kabul etmiştir. İslam, toplumun bu konuyla ilgili yanlış görüş­lerini bütünüyle değiştirmiş ve kadınlık onurunu, adalet ve merhamet ilkelerine dayalı olarak belirlemiştir. İslam'da, insanlık ve Allah'a kulluk bakı­mından kadınla erkek arasında bir fark yoktur. Temel hak ve sorumluluk­lar açısından da kadının durumu erkekten farklı değildir. Kadınlar hakkında ibadetlere ilişkin bazı özel düzenlemelerin bulunması, onların ikinci derecede kabul edilmesi anlamında değildir. Bunlar kadının fıtri özelliklerine yönelik olarak konmuş hükümlerdir.

İslam, bir insan olarak erkeğe tanınan temel insan haklarını kadına da ta­nımıştır. Buna göre hayat hakkı, mülkiyet ve tasarruf hakkı, kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve onurunun korun­ması, inanç ve düşünce hürriyeti, evlenme ve aile kurma hakkı, özel hayatın gizliliği ve dokunulmazlığı gibi temel haklar bakımından kadınla erkek arasında fark yoktur. Bir başka ifadeyle insan (zarureti hamse) maddi ve manevi kişiliği, malı, canı ve ırzı erkeğinki gibi değerlidir. Her türlü hakaret, saldırı ve iftiradan korunmalıdır. Kadın, yaratılış itibariyle erkeğe göre ikinci derecede bir değere sahip değildir. Çünkü insanın kendi cinsiyetini belirleme hakkı yoktur. Bu “Allah’ın iradesine bağlıdır.”[3]  İlke olarak insanların en değerlisi, takvada yani Allah’ın emir ve yasaklarına saygılı davranma konusunda en üstün olanıdır.[4] Erkek ve kadının kendi dünya­larında yaptıkları hizmetler, eşit olarak fay­dalı, değerlidir. Kur'an’da farklı fizyolojik ve psikolojik yapıya sahip olan kadın ve erkekten her biri diğerinin tamamlayı­cısı olarak kabul edilmiştir.[5] İslamda; Kız evlat ile erkek evlat arasında hiçbir değer farkının bulunmadığını belirtilmiştir. [6] Aksine, kadını himaye etme, sevgi ve şefkat gösterme, ihtiyaçlarını karşılama, hizmet etme gibi görevler erkeğe yüklenmiştir.[7] Kur’an, kadına anne olması itibarıyla, hiçbir medeniyette benzeri görülmeyen bir yücelik ve değer vermiştir.[8] Anne rahmine rahim veya rahm denmesinin sebebi, annelerin karınlarının, çocuklarını büyüttükleri mekânın merhamet kaynağı olmasındandır. Peygamberimiz de, “…Hanımlarınıza güzel davranın. [9]  Sizin kadınlar üzerinde haklarınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır."Cennet annelerin ayakları altındadır.”[10]  buyurarak Annelik ve kadınlık onuruna verdiği değeri göstermiştir.[11]Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlakı en iyi olanıdır. Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlardır.” [12]

       Hülasa; Kadınsız Âdem yarımdır. Âdem’in kemali Havva iledir. Kadın olmayınca ne Âdem olur, ne cennet, ne de aile. Bütün insanlığın hayatı, hanımların rahimlerinde ve ellerinde başlar. Kadınlar, anneler, emeklerini, kocalarının ve evlatlarının hayatları uğrunda harcamaktadırlar.

Anneler, çocuklarını dokuz ay rahimlerinde, üç yıl kucaklarında, on beş yıl ellerinde, ölünceye kadar da kalplerinde taşır ve dualarıyla terbiye ederler. Yani bütün hayatlarını eş ve çocuklarına vakfederler.

Bugün insanlık kadın hakları konusunda çetin bir imtihandan geçiyor. Dünyanın birçok yerinde savaş, şiddet ve zorbalık herkesten çok kadınları vuruyor. Reklam anlayışında istismar edilen, acıyla kıvranan, hapsedilen, göçe zorlanan kadınlar. Bizlerden hak ettiği değeri bekliyor.

 Hayatın gerçeği. Bir gün değil her gün kadınlar günü.

Selam ve dua ile kalın.


[1] Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, bab: 3.

[2] Bakara 36.

[3] Şura 49-50.

[4] Hucurat  13.

[5] Bakara 187.

[6] En'am 151. 

[7] Nisa, 34.

[8] İsra 23-25.

[9] Nisa, 19.

[10] Nesai, Cihad, 6.

[11] Müslim, Hac, 19.

[12] Tirmizi, Rada, 11.

YORUM EKLE