GURURUN ve ONURUN BÖYLESİ

Geçen günlerde Çin’de çekilmiş bir belgesel izledik. Ailece çok duygulandık, duygularımızı sizinle paylaşayım dedim. Bu duyguyu anlatmaya kelimelerin kifayetsiz kalacağını biliyorum. Nasıl duygulandık, nasıl onurlandık, inanın ki ağlamaktan kendimizi zor tuttuk. Bu gibi güzellikler ancak ve ancak bizim kültür mirasımız ve medeniyet anlayışımızın bir ürünü olabilecek türden bir olay. Nedir bizi bir Çin belgeselinde bu kadar derinden etkileyen şey, nedir bizi bu kadar duygulandıran olay? Bizim televizyon kanallarından birisinin belgesel programcısı Çin’de bir pazar yerini geziyor ara sokaklara giriyor. Ara sokakların birinde yeme içme mekanları var.  Orada Çin Uygur bölgesinden Türk kardeşlerimizin kendi yörelerinin yemeklerini pişirip pazarladıkları küçük küçük dükkân şeklinde yeme içme yerleri var. Bu küçük mekanların birine giriyor programcı. Program sunucusu biz Türkiye’den geldik deyince sevinçle ve heyecanla gözleri parlayarak, içten, samimi aaaa büyük Türkiye, kendi Türkçe şiveleriyle hoş geldiniz diyerek karşıladılar programcıyı. Programcı orada pişirilenlerden tadıyor, tattıklarından paket yaptırıp alıyor. Para ödemeye sıra gelince kesinlikle para almıyorlar ve şöyle diyorlar, siz misafirsiniz, mümkün değil sizden para almayız alamayız. Ücretini almazsanız biz bunları almayız diyen programcı ne yaptıysa aldıklarının parasını veremedi. Programcı başka bir dükkana gidiyor oradaki yemeklerden tadıyor, hoşuna gidenlerden bir paket yaptırıyor. Sıra yine hesap ödemeye geliyor. İşyeri sahibi Uygur Türk’ü bizimkilerden yine para almıyor. Hangi Türk esnafına gittiyse aynı duygularla ve bir misafir gibi karşılanıyor binlerce kilometre uzaklarda.

Bu arada şunu da belirtelim bu işyerlerine sadece Türk olanlar gitmiyor. Oranın müdavimleri arasında çokça Çinli vatandaşlar da var.

Programda sadece Türk lokantalarına ve dükkânlarına girilmiyor. Birçok Çin lokantası ve dükkânına da gidiliyor ama bu kadirşinaslık, bu misafirperverlik bizim Türk kardeşlerimizin işyerlerinde oluyor.

Böyle bir gelenek böyle bir adet, böyle bir civanmertlik bizim medeniyet anlayışımızın bir ürünüdür.

Binlerce yıllık tarihe sahip olan Türkler’in; dünya insanlığına, tıp, matematik, simya, kimya, müzik, astronomi, coğrafya, mimari vb. alanda neler kazandırdığı çok açık. Toplumsal hayatın her alanında önder uygulamalarını tarih sayfalarında görmek mümkündür.

Devlet yönetme, dış siyaset, devlet halk birliğini sağlama anlayışı, din ve fen ilimlerinde çalışmalardan tutun saray, cami, mescit, imaret, han, hamam, dârüşşifa, medrese,  türbe, künbet, şadırvan, çeşme, sebil, kale, sur  gibi mimari eserler ile; kitabe, hat, tezhib, süsleme, minyatür, çini, halı, kilim dokuma gibi mükemmel sanat eserleri ile her alanda önder bir anlayışın, insanlığa dün olduğu gibi bu gün de kazandıracağı çok şey var.

 Bu önder anlayışı, bu üstün meziyetlerle dolu medeniyet anlayışını insanlığa yeniden kazandırmamız, tarihte üstlendiğimiz bu rolü yeniden canlandırıp hayata geçirmemiz için kendi örf adet, gelenek görenek ve inanç sistemimize öz değerlerimize sahip çıkmamız, hayatımızda bunları içselleştirerek yeniden insanlığa sunmamız gerekir.

Türkler, tarihte her gittikleri yere adalet, fazilet ve medeniyet götürmüşlerdir. Çin’de yaşanan yukarıda anlattığımız olay bu faziletli medeniyet anlayışının insanlığa sunduğu bir nimettir. Bugün, medenî olduklarını söyleyen  ülkeler, özellikle de batılı ülkeler medeniyeti Müslüman Türklerden öğrenmişlerdir.
YORUM EKLE