MAZİYE ÖZLEM

Doğunun ciğerli delikanlısı Özcan Türe’nin tabiri caizse ciğerden dile getirdiği;

“Şu yalan dünyaya geldim geleli,
  Gülmedi şu yüzüm gör beni beni…”

Türküsünü her dinlediğimde gözlerimi kapatır, derin bir iç muhasebesine dalarım. Gümüşhane’nin en mahrum köyü doğduğum Demirören Köyü’nde hayal ederim kendimi. Babamın ikinci hanımı annemin altmış dokuzun mayıs ayının yirmi üçünde tandır kenarında beni dünyaya getirdiği o günden bu yana geçen yarım asrın üstünde ki hayat gergefine elimizde türlü renklerle dantelâ işlerken aslında hayat bizlerin fazla yanlarını törpülemekle meşguldü.

Bir kuru güzlük lavaşının arasına bir tutam çökelik ve bir sürümlük yağ ile ‘benim meskenimdir dağlar’ diyerek koyun kuzu beklediğimiz, çayırlarında tırpan salladığımız, Küpün Suyu’ndan kara demlik çoban ateşinde çay demlediğimiz, Gıramos’tan kaydığımız, Kayalıklar’da fusgul topladığımız, Tilki Delikleri önlerinde mantar aradığımız, Arpalı Zık Zık Çayırı’ndan yüklediğimiz öküz arabasının üstünde otlarla dişlerimizi karıştırdığımız o günlerin hayalleri ile sarhoş oldu gece ve gündüzümüz.

Hemen her akşam fiske veya beş numaralı gaz lambasının loş ışığında tandırın etrafında toplanarak babamızın Kur’an tedrisatından geçtiğimiz, anamızın pişirdiği gavut herlesine yumulduğumuz, abamızın gocagarı kaynaklı al karısı hikâyeleri ile korktuğumuz ve sabahlara kadar hasır üstü döşeklerde yün yorganların altında kıvrandığımız altı üstü toprak evimizi düşler dururum. Çok yıllar evvelinde köy odalarında hemen her önemli günlerin akşamında babam Hoca Ahmet’in Bayburt Siptoroslu Ağlar Baba’dan okuduğu;

“Yatarsın yatarsın kalkmaz olursun,
  Çevre yanlarına bakmaz olursun.
  Mal ve evladından hasret kalırsın,
  Urgansız zincirsiz bağlarlar seni…”

Deyişlerinin bugün hala damağımda tadını hissederim. Gümüşhane Salı pazarı için köyümüze şafak vakti demir atan Akhisarlı Kor Fayık’ın çift kabin arabasının üstünde soba yanardı. Çoluk, çocuk, yük, mal ve davar dizilirdik kasaya. Zamanın engebeli yollarında zıplaya zıplaya giderken İşkilas, Akhisar, Arduç, Tanere ve Tandırlık’tan topladığı yolcuların birçoğunu Gümüşhane’de bırakır ve oradan eski tarihi Zigana yolundan kar tünelini geçer, Hamsiköy’de bir ihtiyaç molası verdikten sonra tekrar yola revan olup Trabzon Arafilboyu, Kuzgundere, Yenicuma’ya düşerdik akşamın kör karanlığında.

Arafilboyu Trabzon’un tarihi en eski mahallelerinden biri. Babamın yirmi sekiz metrekarelik dört katlı evinin rutubet kokan odalarında geçti çocukluğumuz. Hemen her akşam sarhoş naraları, boyumuzun yarısına yetişen kocaman lağım fareleri, yosun tutmuş taşlar ve duvarlar, Hacı Annenin incir ağacı, yemyeşil Arnavut kaldırımlar, Çolağın Fırını’ndan her hafta sonu yediğimiz peynirli ve kıymalılar, sütçüsü, pamuk şekercisi, hamsicisi...

Mahallemizin sembolleri kiracımız Çukutlu Münire Abla, karşıda Bayburtlu Fikriye Teyze, bitişiğimizde bizi kendi öz çocuklarından çok seven Saadet Yengem, Şişko Kamile Ablamız, Bayburt Hadıraklı Lal Murat abimiz ve çok değerli eşi Bıcılık Teyzemiz, Sarhoş İsmail, oğlu Tilki Yusuf, Şavrole Şaban, kardeşi Faruk, Tanereli Halil İbrahim Söğüt, Gümüşhane Köseli Kostok Ahmet, Akhisarlı Boncuk Engin, Dıbır Erdoğan, Olli, Kırtasiyeci Yaşar, Manav Garip Aga, Sağır Balıkçı, Kambur Berber, Deli Zehra, Duymadıklı Nazire, Hacı Anne ve diğer sembol isimler.  

Gümüşhane Hayekseli Bakkal Ali Rıza Emminin gaz kokan küçük bakkaliyesi, karşı komşumuz Bayburtlu Köfteci Basri Aga’nın Emek Sineması önünde tezgahından yediğimiz tükürük köfteleri, Sümer Sinema önünde Köfteci Cemil Aga, mevsimine göre mısır ve kestane satan Bayburtlu Hüseyin Emmi, Battal Gazi ve Tarkan filmlerinin kapalı gişe olduğu günler, karaborsa bilet alışverişleri, Teksas Tommiks çizgi romanlar, Trabzonspor’un İstanbul saltanatını yerle yeksan ettiği o muhteşem yıllar, Ali Kemal’in fuleli saçları, kaleci Şenol Güneş’in gol yememe rekoru, yine Gümüşhaneli Trabzonspor’un gol kralı Necmi Perekli, takımın kaptanı Liverpool kahramanı Arafilboylu Dozer Cemil, yine Arafilboyu çocuğu Deli Bekir Barçın, Gümüşhane Halgentli Deli Ali’nin torunu Güngör’ün mest eden futbolu, İskender’in kibar çalımları ve adrese teslim sol ayak ortaları, o ortaları gole çeviren Tuncay ve Dobi Hasan.  

Boynumuza taktığımız adeta boyumuzun yarısına ve ağırlığına denk boya sandığı ile Trabzon’un Uzun Sokak, Maraş Caddesi, Kunduracılar ve Suluhan’daki Tarhan Aygün kahvesinde ayakkabı boyama mesailerimiz. Aynı zamanda öğleden önce ve sonralarında Maşatlık’ta yer alan Trabzon’un eğitim sembolü Osman Nuri Tonyalı’nın müdürü olduğu Üniversite İlkokulu’nda hayatımıza yön verdiğimiz o değerli seneler. Yunus Şişman’la başlayan, Ayşe ve Alpaslan Bağbancı ile devam eden ve nihayetinde Arsinli İsmail Kılıç ile sona eren ilkokul hayatımız. Teneffüs aralarında yediğimiz Çaykaralı Yetişal Fırını simitleri yanına katık ettiğimiz yaşlı bir teyzenin ekmek ayvaları. 

Trabzon’un erkek görünümlü başında kasketi, sırtında çantası, boynunda ki fotoğraf makinesi ile adeta bir kahraman silueti Foto Nimet Ablamızın makinesi poz verdiğimiz siyah önlük beyaz yaka hatıraların bugün beni perişan eden izleri.

Aşıklar Parkı’nda boya yaparken kartonların üzerinde yatan Aga Mıstık’ın yaralı bacağının üstünde biriken kurtların perişan fotoğrafı. Karadeniz Üniversitesi’nde çalışan Kont Fahrettin’in Ayhan Işık bıyıkları, beyaz papyonu ve rugan parlak ayakkabıları ile dik yürümeleri. Takoz’un üç teker arabasına serdiği hamsileri satması ve sonrasında hamsi kasalarını yakarak ızgarada pişirdiği hamsilerin o hoş kokusu ve ufaktan demlenme seansları.

Kambur Berberde traşlarımız, sağır hamsiciden aldığımız hamsiler, Hüseyin Kurnaz bakkalından alışveriş, Akhisarlı Hacı Murat’ın Arafilboyu’nun inim inim inleten patates soğan sesleri. Babam Hoca Ahmet’in sırtına geçirdiği kırk yama kırık sepeti ile onca nüfusu bakma telaşesi, amcam Recep Hayal’in tahta semeri ile rızkını aramak için Moloz Pazarkapı’ya doğru sürüklenen yorgun adımları. Trabzon Endüstri Meslek Lisesi’nde okuduğum o zor yıllar, az kalsın okulu havaya uçuracağım karpit kazanı ve sonrasında İsmail Beşir’den yediğim temiz yarım saatlik dayak, öğle arasında ekmek arası domates ile Yavuz Selim Sahası’nda izlediğimiz amatör maçları.

Akşam eve dönerken Ortahisar’da Şişko Kenan’a takılıp günlük küfür nasibimizi de yedikten sonra Kaymaklı Mahallesindeki evimize yorgun argın düşmelerimiz. Ve daha sonralarında genç yaşlarımızda okumak adına üstün gayretlerimiz, ağabeyim Bilal ve kardeşim Mehmet ile hayata tutunma çabalarımız, Moloz’da bulduğumuz yanmış terazilerini hurdacıya götürürken yakalanmamız ve yediğimiz bir kamyon dayağın sızıları hala uzuvlarımda gezinmekte.

Emperyal’den Ganita ve Moloz arasında sırtımızda boya sandığı ile attığımız voltalar, Ganita Tombul Kaya’da anamızın eski çarşafından diktiği kara donlarla denize girmelerimiz, kabotaj bayramlarında uçan ördeği yakalama gayretleri, yağlı direkteki bayrağı almaya çalışanların komik halleri, limanda ve mendirekte tuttuğumuz mezgitler bugün gini havsalamda beynimi kemirmeye devam ediyor. Kemerkaya’da Oduncu Yılmaz Sunguroğlu, Taksim’de Uncu Çaykaralı Hacı Seyfettin Alkan arasında zaman yarışı yaparak kazandığımız ekmek parası ve okul harçlıklarımız. Bir daha yaşanması mümkün olmayan ve asla geriye dönemeyeceğimiz o yoksul ama dolu dolu günleri bugün yaşlılığa doğru kulaç attığımız bugünlerde özlememek mümkün mü?

Hayat bir rüzgâr gibi bizi törpüledi, fazlalıklarını kopardı aldı ve nihayetinde bu hale getirdi bizleri. Acı tatlı ne varsa yaşandı ve şimdi albümlerde sakladığımız o siyah beyaz resimlere korkar hale geldik. Kalın sağlıcakla değerli okurlarım.  

YORUM EKLE
YORUMLAR
kenan okumuş  süleymaniye
kenan okumuş süleymaniye - 1 yıl Önce

hocam selam olsun o yıllara,,

İsmail HAYAL
İsmail HAYAL @kenan okumuş süleymaniye - 1 yıl Önce

O yıllar yoksulduk belki ama çok mutluyduk Kenan Bey.

Münir TOK
Münir TOK - 1 yıl Önce

hey gidi günler hey