NASIL ORUÇ TUTMAK 2

(Açgözlülüğü (tamahı) tutmak: Tamah, açgözlülük, şiddetli arzu, bir şeye fazlasıyla meyil ve rağbet göstermektir. Dünyalıklar, zevkler, harcamalar, biriktirmeler, satın almalar yönünden doymamaktır. Daha fazlasını, daha ötesini, daha çoğunu aşırı bir şekilde istemektir. Eldeki ile yetinmeyip, başkasının elindekine göz koyacak kadar iştahla zevklere ve maddi şeylere dünya malınına meyletmektir. Şüphesiz nefsi çok şeye sahip olmak ister. Bir nimete, imkana, dünyalığa sahip oldumu bir diğerini ister.

Nitekim Kur’an insana nefsin aşırı düşkünlüğü [1] böyle bir duygu verildiğini söylüyor. İslâm aşırı isteklere, doymak bilmeyen iştahlara, sınır tanımayan hırs ve tamaha (açgözlülüğe) iyi dememektedir. İslâm bunlara bir sınır konulmasını, kontrolü bir şekilde kullanılmasını emreder. İşte oruç tamahı (açgözlülüğü) kontrol altına almayı öğretir.

Hırsları tutmak: Hırs da tamaha benzer. Bir şeyi şiddetle arzu etme, bir şeyin üzerine çok düşmek, ona aşırı derecede tutkun olma, sonu gelmeyen istek, aşırı arzu demektir.

İnsandaki bu gibi aşırı tutkunun iki çeşidi vardır: Birisi hırs, diğeri ihtirastır. Hırs; sonu gelmeyen aşırı istek ve arzudur. Hırs sahibi kimselere “harîs” denilir.

İhtiras; hırsın aşırı ve olumsuz halidir. İhtiras sahibi kimseye “muhteris” denir. İhtiras aşırı istek, gözü dönmüşlük, doyumsuzluk anlamına gelir. İhtiras, yani aşırı tamah insanı sonu gelmez yarışların içine sokabilir, onu faydasız şeylerin peşine koşturabilir. Gaflete düşürüp, asıl görevlerini yapmasına engel olabilir. Sonunda da onu tatmin duygusundan uzaklaştırıp huzursuz edebilir. Muhterislerin mutlu oldukları görülmemiştir. Ya da onlar hırs içinde boğulmayı mutluluk zannederler. Müslüman hırs ve ihtiras duygularını oruçla kontrol altında tutar, kanaat ile dengeler.

Tûl-u emeli tutmak: Emel, Arapça’da “istemek, ummak” uzun zamana bağlı bulunan istekler hakkında kullanılır. Emel kelimesi Kur’an’da insanı oyalayan, âhiretini unutturan dünyevî arzu ve tutkular anlamında kullanılıyor. “Bırak onları yesinler (içsinler), yararlansınlar; emelleri onları oyalayadursun. İleride (gerçeği) bilecekler.”[2] Hadislerde emel, bedenî hazların tatmini ve dünya sevgisi bulunan arzuları ifade etmek[3] üzere kullanılmıştır. Tul-i emel, hiç ölmeyeceğini zannetmek ve dünyalıklar hakkında çok iştahlı olmak, onlara sahip olma arzusunun diri ve canlı kalmasıdır.

Denir ki insanda tûl-i emelin olmasının iki sebebi vardır:

Birisi dünyalıklara ve dünya zevklerine karşı aşırı düşkünlük.

İkincisi; cehâlet. Yani dünya hayatının anlamını bilmemek, âhireti unutmaktır. Emel, aslında kötü ve zararlı bir duygu değildir. Bilakis kişinin emel sahibi, ilerisi için bir takım istekleri, hayalleri veya planları olması normaldir. İnsan da emel olmazsa işler yüzüstü kalır, ihtiyaçların karşılanması zorlaşır. Burada yanlış olan kişinin olmayacak hayaller peşinde koşması, şuna şuna sahip olacağım deyip âhireti, kulluk yapmayı unutmasıdır. Çok yaşayacağını zannedip hep dünya için çalışması, ölümü aklından çıkarıp ibadeti terketmesidir.

Müslümana tavsiye edilen tıpkı nefis, hırs ve tamah gibi tul-i emelini kontrol altında tutması ve bunları hayat imtihanını kazanmak, dünya mutluluğunu sağlayacak şekilde kullanmasıdır. Oruç müslümana bunu da öğretir.

Açlık korkusunu tutmak: En berbat korku açlık korkusudur. “Yarın ne olacak, yeterince geçimlik bulabilecek miyim, aç kalır mıyım, bugün sahip olduklarım yeter mi acaba” diye içi titremek, bunu takıntı haline getirmek. “er-rızku alellah-Rızkı yaratmak Allah’a mahsustur” inanan bir mü’minin endişe emesi yersizdir. Zira yarın ne olacağını kimse bilemez. Bugün rızık bulanın yarın aynısını bulmayacağını kim iddia edebilir.

Bugün yaşayan yarın ölebilir. Ya da bugün imkanları dar olanın yarın genişliğe çıkmayacağı ne malumdur. Bugün sağlıklı olan yarın hasta olabilir. Bugün yediklerinin tadını alan alanın yarın tad alma duyguları, bir sebepten gidebilir. İnsan hasta olabilir, zayıf düşebilir, engelli olabilir. Bundan dolayı da elinde çok olsa bile onlardan az faydalanabilir veya hiç faydalanamaz. İnsan bugün hangi sebepten rızıklanıyorsa, yarın da benzer sebeplerden dolayı rızka kavuşabilir.

O halde bunu takıntı ve korku haline getirmenin faydası yok. Oruçla insan açlığı yaşar, tadar, hisseder. Buna alışır, biraz açlık biraz mahrumiyet onu yıkmaz, onu endişelendirmez, önce iç dünyasını sonra da bedenini buna alıştırır. İçine birikebilecek aç kalma korkusunu bastırır. Bu korkunun kendisini işgal etmesine engel olur. İnsanlardaki açgözlülüğün, cimriliğin, başkasının elindekine göz dikmenin, yığmanın, biriktirmenin asıl sebebi de bu değil mi? Kimileri bu korku sebebiyle öylesine açgözlülükle biriktirir ki, birktirdiklerini yemeden, harcamadan, faydalanmadan göçer gider. Oruç bu duyguya da denge getirir.

Sonuç olarak“ Ey namaz kıl beni” demek ile “ey oruç tut beni” demek aynıdır. Namaz musalli’yi (namaza kılanı) derler, toplar, düzene koyar, kılar, bütünler; oruç da sâim’i (oruçluyu) tutar, saklar, korur, gözetir. Eksikliklerini tamamlar, yırtıklarını yamar, döküntülerini toplar, unuttuklarını hatırlatır, veremediklerini verdirir, sevmeyi unuttuklarını sevdirir, kendisiyle sevindirir.

Oruç tutmaktan amaç yemek ve içmekten uzak kalmak değil, bunlar aracılığıyla takvayı kuşanmak, takva bilincini artırmaktır. Hakkı verilerek tutulan bir oruç sahibini kötülüklere, hırsa, dünya malına düşkünlüğe, aç gözlülüğe, günaha, şeytana dost olmaya, gaflete, isyana karşı korur gözetir. Sahibine elbiselerin en görkemlisi ve en süslüsü olan “takva elbisesi”ni giydirir, onu bununla korumaya alır.

Oruçlu, Ramazan’ı inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek değerlendirirse şöyle diyebilir: “Ben orucu tuttum. Şükürler olsun ki o da beni tuttu.”) [4]

 

[1] Âli İmran 14.

[2] Hicr 3.

[3] TDV İslâm Ansiklopedisi, 11/87.

[4] H.K.Ece kuraniterbiye com.

YORUM EKLE